Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Pazar Yeni yılda harbi trendler hayata farklı baktırıyor, Arda TUNA, yeni yıl trendleri, moda trendleri, balkonda tarım, peynir devrimi

        Arda TUNA / HT PAZAR

        Her yılbaşında yeni yılın trendlerinden bahsetmek adettendir. Konu çoğu kez fütüristlere danışıldığı için de yeni bir yılı aşar ve 8-10 yıl boyunca aynı şeyler dayatılınca okur bazılarından bıkar. Bazı trendler beklenen performansı göstermeyebilir, bazılarıysa aslı olsa bile geciktikçe bıktırdığı için başlamadan biter. Oysa fütüristlerin ve pazarlamacıların eline terk etmeden, über teknolojik bir bakışa hapsolmadan yapıldığında, adeta hayatın sırları bu trendler arasında saklıdır. Etrafta gelişen, çoğumuzu doğrudan etkileyen ama bazısının daha adı bile konmamış gelişmelere, işe fütürist-pazarlamacı karıştırmadan bir bakalım dedik. Tabii ki yaz yaz bitmedi, gelecek haftalarda farklı başlıklarla sürecek bir kulvara girdik.

        EV KOCALARI

        Geçen yıl, sadece Türkiye’de değil dünyada da kadına şiddet konusunda kara bir yıldı. Türkiye’de kayıtlara en çok kadın cinayeti geçen yıl oldu. Ama başka bir şey daha oldu: Kadınların iş hayatına, siyasete en çok katıldıkları yıllardan birini yaşadık. Ekonomi yazarımız Serpil Yılmaz’ın verdiği rakamla dünyada kadınların cebindeki ekonominin hacmi 20 trilyon doları aştı. ABD, Çin ve Hindistan’ın toplamından büyük! Maruz kaldıkları şiddetle kadınların ekonomide devreye girmesi arasında bir bağ olmalı; yetersiz erkeklerin direnci gibi mesela...

        “Küresel krizde iflas eden İzlanda’da erkekler böyle bir kıskançlık göstermediğinden ülke ucuz yırttı” diyenler bile var. İzlanda’da hükümet değişikliğinin ardından hem başbakanlık koltuğu hem de en büyük iki bankanın yönetimi kadınlara devredilmişti. Fransa’da Ceram İşletme Okulu’ndan Prof. Michel Ferrary’nin Fransa Borsa Endeksi CAC40’ta işlem gören firmalar üzerine yaptığı bir araştırmanın sonuçları da anlamlıydı: Küresel kriz döneminde, yönetiminde daha fazla kadına yer veren şirketlerin hisse senetlerindeki düşüş, testosteron oranı daha yüksek şirketlere göre daha az oldu. ABD’de 2008’den sonra artık yılda 7 milyon erkeğe depresyon teşhisi konulurken kadınlar daha “cool” görünüyor.

        Türkiye’de de TÜİK verilerine göre 2001 krizinden evvel yüzde 24 olan kadın istihdamı 2002’de yüzde 28’e kadar çıkmış; kadın oranı 2000’de yüzde 11’den 2002’de yüzde 5’e gerilemişti. Bilgi Üniversitesi’nden sosyoloji profesörü Arus Yumul, “Dünya savaşı gibi dönemlerinde yedek işgücü olarak değerlendirilen kadın istihdamındaki artışın, kadınlar üzerinde etkileri olur” diyor. “Savaştan sonra erkekler büyük ölçüde eski işlerine dönse eski düzen artık bozuldu. Erkeklerin yaptığı işleri kadınların da yapabildiği görüldü. Geleneksel kadın imajı sarsıldı.” Ataerkil zihniyet kadının yaşam alanının ev olduğunu dayatıyor. Ama hem değişen zihniyet kalıpları, hem de ekonomik koşullar manzarayı değiştiriyor. Ve bu tablodan üzerine epey konuşacağımız yeni bir aile fotoğrafı da çıkıyor: Ev kocaları. Tıpkı ev kadınları gibi...

        İşsiz kalan erkek sayısı artarken kadınların eğitim çıtası yükseldikçe, daha çok kadın çalışmaya ve kocalarından daha çok kazanmaya başladıkça, evde çocuklara birinin bakması, ev işlerini birinin yapması gerekecek! Geçen kasımda İngiliz Daily Telegraph Gazetesi’nde manşet oldu bu konu. İngiltere Kamu Politikaları Araştırma Enstitüsü’nün rakamlarına göre son 15 yılda ülkede eve ekmeği kadınların getirme oranı yüzde 18’den yüzde 31’e yükselmiş. 2.2 milyon annenin, evin babasından çok kazandığı belirtiliyor. Ev kocaları için futbol, hafta içi gündüz kuşağı yayını haline gelir mi dersiniz?

        ESNEME SANATI VE YÜRÜMEK

        “Beden kefareti” gibi her ay kapısını açmadan ödeme yaptığımız spor salonlarının yerini, iki otantik egzersiz trendi alacak: Esnemek ve yürümek. Karmaşık ortamlara, derin felsefelere dalmadan, esnemenin belli başlı yollarını öğrenmeniz yeterli. Mümkünse evde esnemek daha da makbul. Bir miktar bedeni, asıl önemlisi kafanızı rahatlatacak, sürdürülebilir bir yöntem seçmelisiniz. Asla ani hareketler yapmamalı, yavaş ve rahatlatıcı şekilde ilerlemelisiniz.

        Temel ısınma hareketleri ilk günlerde başlangıç için ideal:

        1-Kollarınızı öne, yanlara, yukarı, aşağı hareket ettirerek parmaklarınızı bileklerinizde ağrıyı hissedene kadar açıp kapayın.

        2-Bir kolunuzu dirsekten diğer elinizle baskı uygulayarak boynunuza doğru 10 saniye kadar bastırın. Aynı şeyi diğer kolla da yapın.

        3-Başınızı öne, sağa, sola 5-10 saniye süreyle yatırın. Bir elinizle yatırdığınız yöne doğru baskı yaparken başınızla bu baskıya direnin.

        4-Omuzlarınızı önce öne sonra arkaya doğru daire çizer gibi 10’ar kez hareket ettirin.

        5-Belinizi, halka çevirir gibi sağa ve sola doğru hareket ettirin.

        6-Bir ayağınızı diğerinin önüne koyun, bacaklar birleşik, düz ve gerginken acıya alışana kadar ayaklarınıza değmeye çalışın. Aynı şeyi diğer ayak öndeyken de tekrarlayın.

        7-Oturur halde, bir bacak yerde düz ve gerginken diğer ayağınızı bacağınızın öte tarafına atın; vücudunuzu ise aksi tarafa döndürerek arkanıza bakmaya çalışın...

        Başka esneme teknikleri için, yine evde uygulamak üzere uzmanlarından bilgi alabilir, internete bakabilirsiniz. İşte birkaç “trendi” örnek...

        Dinamik esneklik: Hareket halinde, aynı zamanda egzersiz esnemek için pilates iyi bir yöntem. Ayrıca Taichi, Chi-kung ve Kundalini Yoga başka alternatifler.

        Statik esneklik: Çekme, germe hareketleriyle pasif esneme yöntemleri, ev ortamına en uygun olanı. Hatha yoga iyi örnek. Şimdi gelelim yürümeye...

        Yürüme teknikleri: Günün genelinde daha fazla hareket etmek, birkaç saati spor salonunda geçirmekten çok daha iyi bir fikir değil mi? En önemli hareket biçimi yürümeyi günlük hayatta kullanın. Hem yürüme bantlarındakinin tersine bir yere varırsınız, hem trafiğe takılmazsınız hem de daha sağlıklı olursunuz...

        Yürürken aşağıdaki teknikleri 5’er dakika uygulayarak hızlı, akıcı, dinamik bir yürüyüş stiline kavuşabilirsiniz...

        1-Ayak ve ayak bilekleri: Topuklar ve ayak uçlarını kullanın, ihmal edilen ayak bileğini çalıştırın.

        2-Alt karın ve kalça: Yürürken karın kaslarınıza daha çok yüklenerek omurga hareketini sınırlandırıp kalça ve bel ağrılarını önlemede bir adım atabilirsiniz.

        3-Kollar ve eller: Dirsekleri 90 derece kırmak suretiyle kolları yürürken sallayın, omurganın doğru şekilde durmasını sağlayın.

        4-Baş ve boyun: Yürürken omuzları kulaklarınıza kadar çekmeyin. Omuzları rahat bırakın, omuz ve kulak mesafesini artırarak ileri bakmak göğsünüzü de açmanızı sağlar.

        SADECE KADINLAR

        Turizm dünyasında “sadece kadınlar” hareketi mevzi kazanıyor. Madrid’den New York’a, Zürih’ten Kopenhag’a, Berlin’den Londra’ya pek çok otel, seyahat acentası “women only” başlıklı hizmetler vermeye başladı. Kadınlara özel tatil paketleri, kültürel turlar hatta otellerde bu ibareli odalar artık çok rağbet görüyor.

        1970’lerde ABD’de girişimcilerin yeni bir fikir olarak sunduğu bu eğilimin 2010’lu yıllarda turizmcilere kazandırmaya başlamasıysa, sosyolojik ve antropolojik gerekçelerle açıklanıyor: Kadınlar rahat sosyalleşiyor, erkek gerilimi olmadığında tatil ve seyahatin tadının daha iyi çıkarıldığını fark ediyorlar ve artık bu tür organizasyonlara yönelecek kadar para kazanan çok daha fazla kadın var. Bu trend turizm sektörüyle sınırlı kalmayabilir, erkekler dikkat!

        BEMBEYAZ DİŞLER

        Politikadan ekonomiye herkes bir ad takabilir ama 21. yüzyıl kesinlikle “inci gibi dişler çağı” olarak anılacak. Etrafınıza bir bakın; genç nesillerde çürük, yamuk, sararmış diş problemi diye bir şey görüyor musunuz? Peki bu durumun büyüklerini de etkilemeyeceğini mi sanıyorsunuz? Ortodonti teknolojisi almış başını gitmiş durumda; hem de her yaşta insan için...

        Gelişmiş ve Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde diş hekimliği cazip meslek... Diş fırçalama ve küçüklükten doğru beslenme konusunda büyük başarılar elde edildi... Sonuç, inci gibi dişler ve ağız-diş kaynaklı sağlık problemlerinde azalma. Sosyal güvenlik harcamalarında önemli bir tasarruf yaratacak bu durumun bir neticesi daha olacak: Artık her yaşta dişleri düzeltip inci gibi dizebilen tıp, pek çok yetişkinin telli dişlerle etrafta dolaşmasına yol açabilir.

        BAHÇE DEKORASYONU

        Kentlerin içinde ve dış mahallelerinde yeni siteler, ortak kullanılan bahçelere sahip konutlar arttıkça, insanlar toprakla münasebeti unuttuklarını fark ediyor. Bu bahçeleri verimli kullanmak, bakım yapmak ve dekore etmek mesele olmaya başlıyor. Dolayısıyla yeni trend, dekorasyondan bakıma bahçecilik diyebiliriz.

        Eskiden, çoğumuzun köylü olduğu günlerden farkı artık meyve veren değil şekilli ve yeşil duran ağacın taşlanması! Kış sert geçecek gibi ama bahar da uzakta değil. Nisandan önce çiçekler, bitkiler ilgi bekler. Bu yeni trende göre bilgi edinin, deneyin ve yeri geldiğinde havanızı atın.

        Tüm dünyada olduğu gibi modanın başkenti Paris’te de caddeler, alışveriş merkezleri ve mağaza vitrinleri yılbaşı için süslendi. Louis Vuitton gibi lüks markalar da kendi ürünlerini mücevher gibi sergiledi.

        MODA DEĞİL ZANAAT KAZANDI

        Küresel kriz birçok şeyi kötü etkiledi ama kalitenin ayrışması, “mış” gibi yapan markaların su yüzüne çıkması misali iyi etkileri de oldu. Mesela, moda ve aksesuvar dünyasında çok net biçimde zanaata sahip çıkan, köklerine sahip çıkan sahici markalar kazandı. Lüks kavramı sulanmaya başlamışken gerçek lüksün asla ölmeyeceği anlaşıldı.

        Yeni yılın trendlerinden biri gerçek lüks. HSBC analisti Erwan Rambourg, artık daha ince eleyip sık dokuyan müşterinin “aşırı gösterişli tüketimden, koca koca logolardan ve canlı renklerden uzaklaştığını” savunuyor. Analizi; denenmiş, benimsenmiş şeylere sadık kalan insanlar hakkında. Mesela Hermès, krizden zenginleşerek çıkan markalardan biri. Louis Vuitton markasının satışlarının krizde bile epey artmasının keyfini süren LVMH’nin başkanı Bernard Arnault’nun ifade ettiği gibi, krizle beraber gösteriş demode oldu, yerine “kaliteye dönüş” yaşanıyor ve az sayıda akıllı şirket bundan menfaat sağlıyor. Christian Lacroix gibi moda evleri bile sıkıntıya girerken, atalarından devraldıkları markaları sürdürenler geçmişten bugüne en iyi yaptıkları şeylere iki katı yoğunlaşarak müşterilerini korudu. Louis Vuitton klasik bavullara, Hermès klasik çantalarla eldivenlere ve Burberry I. Dünya Savaşı havasında yağmurluklara ağırlık verdi.

        Bu firmaların hepsi, ekonomik sıkıntı dönemlerinde insanların (özellikle de en tepedekilerin) harcamaktan vazgeçmediklerini, fakat daha muhafazakârlaştıklarını fark etmişti. Ekonominin canlı olduğu dönemde yılda beş pahalı çanta satın alan bir kadın şimdi sadece bir veya iki tane alıyor, fakat kalite ve zamanın ötesinde olma özellikleriyle ünlü markaları seçme eğilimi gösteriyorlar.

        “İnsanlar güvenebilecekleri şeyler arıyorlar” diyor Rambourg. Sanford C. Bernstein’den Luca Soca ise “Bu nedenle Louis Vuitton’unkiler gibi, sadece hoş değil özünde kıymetli bir obje, neredeyse bir sanat eseri olan ürünlere yöneliyorlar” diye konuşuyor. Bunlara bir çeşit “yatırım ürünü” gözüyle bakılıyor. İşte bu süreç, sezonluk modanın dışında duran, büyük ve köklü şirketlerin işine yarıyor. New York merkezli piyasa araştırmaları şirketi The Luxury Institute’ten Milton Pedraza, “Böyle zamanlarda başarılı firmalar sınırlarda gezerek trendi yakalayabilir, fakat markalarının imzasını çok keskin kenarlı bir şeyin altına atarak riske giremez” diyor. Bunu fark eden ve bir mirası devam ettiren markalar, geleneksel özlerinin altını çizmek için ellerinden geleni yapıyor. Geçen yıllarda New York Moda Haftası’nda 160 yıllık Louis Vuitton “El İşi Sanatı” adlı bir etkinlik bile düzenledi. Amaç genç ve modern işler yapan tasarımcıları, zanaatkârlık ve geleneksel beceriler gibi kadim moda değerlerinin önemi konusunda eğitmekti.

        MODADA ELİTİST EDİTÖRLER OUT, DEMOKRASİ IN

        2010 yazında Manhattan’da sanat okulu diploması alan 5 arkadaşın başlattığı Normcore, 2014’te en çok konuşulan konu haline geldi. Başta PDF ve PowerPoint sunumundan ibaret bir girişim bugün K-Hole isimli bir “trend tahmin ajansı”na dönüştü. Nasıl mı?

        Ekim 2013’te Londra Serpentine Galeri’deki bir sergi için yapılan “Gençlik Modası: Özgürlük Üzerine Bir Rapor”da bir bölümün adıydı Normcore. Altında hipster’lardan, turistlerden; uzun beyaz çorap, kot pantolon, spor ayakkabı kombinlerinden bahsediliyordu. Sokak-cadde giyim stili ön plandaydı. Bıkkın moda dünyasında bir etki yaratmış olmalı ki Şubat 2014’te Fiona Duncan, New York Magazine’de hipster trendleri arasında Normcore’dan bahsetti. Ve fırtına koptu.

        Genç gazeteci Christopher Glazek, kamuoyu önünde Duncan’ın Normcore’u anlamadığını ve anlatamadığını söyledi. Büyüyen tartışmalar sonunda Duncan New York Magazine okurlarından özür diledi. Londra Moda Haftası’nda Normcore rüzgârı esti. GAP firması 1969’dan beri bu akımı taşıdıklarını ilan etti. Vogue.com daha da ileri giderek önce 10 Mart’ta “Normcore’dan sonra ne gelecek?” anketi düzenledi, ardından nisanda Kate Middleton’ı “Normcore Düşesi” ilan etti. Firmalar hâlâ sokak giyimiyle pek anılmak istemese de mayıs ve haziran aylarında K-Hole artık haftada 50 araştırmaya konu oluyordu. 5 arkadaştan Greg Fong’un bu durumdan çıkardığı ders şu: “Medya her konuda her şeye ne kadar da susamış!”

        PEYNİR DEVRİMİ YAKIN

        Amerikalı gazeteci Susan Greenberg, birkaç yıl önce peynir için şu cümleleri kurmuştu: “Yakında peynirsiz yaşamaktansa çikolatasız yaşamayı tercih edebilirim. Her gün deli gibi peynir yiyorum. Omlete çedar rendeliyorum, salatama gorgonzola serpiştiriyorum, akşamüstü aperatifi içinse krem peynirli krakerler hazırlıyorum. Sadece peynirden vazgeçebilirsem daha ince görüneceğimin farkındayım, ancak buna değeceğini zannetmiyorum...”

        Peynire ilgi, ABD’den sonra Türkiye’de de artıyor. Kaliteli ürünlerin hep Avrupa’dan gelmesi de can sıkmaya başladığı için büyük şehirlerde yeni açılan pek çok iyi restoran ve genç butik şarap üreticileri yerli üretimi dürtmeye başladı. İngiliz rokforu, İsviçre gravyeri, İspanya mançego’su, Hollanda gouda’sı, İtalyan mozarella’sı, Fransız camembert’i yakında yerini yerli üretime bırakabilir. Çünkü hayvancılığa büyük yatırım yapılan ülkemizde işin eğlenceli ve kazançlı kısmının ondan sonrası yani mandıracılık aşaması olduğu yeni yeni fark ediliyor.

        2003’te 9 milyon dolar olan yabancı cins peynir ithalatı, 100 milyon doları aşmış durumda. Turizm hızla büyürken, orta sınıfta gusto sahibi insanların sayısı artarken, yerli üretimle aynı peynirler yüzde 50 daha ucuza üretilebilecekken; girişimciler mandıracılığa ilgisiz kalamaz. Bunun göstergelerinden biri, son günlerde koyun yerine keçi sütünün ön plana çıkması. Yeni yatırımların yapıldığı mandıracılıkta akılcılığın ilk meyvesi de diyebiliriz buna. Koyun 5-6 ay boyunca çok iyi süt verir ancak hareketlidir ve biraz geçimsizdir. Keçi ise daha oyuncu ve cana yakındır; ayrıca 8-9 ay süt verir. 35 keçiden yılda 2 bin 700 kilogram peynir üretmek mümkün. Binlerce ineğin bir çatı altında bakıldığı dev süt fabrikaları batmaya başlayınca, en fazla 80-100 başlık hayvancılık yeniden göze girmeye başladı. Bu da ineğin yediğine daha fazla dikkat edildiği anlamına geliyor. Yeni mandıracılar da zaten bunu istiyor. Yalnız Maraş dondurması çoğunu tükettiği için keçi sayısının, doğru dürüst mozarella yapmaya yetecek kadar bile süt çıkmadığından manda sayısının acil artması gerekiyor...

        AŞK YOK, O ARTIK BİR TAKINTI

        ABD’de Kuzey Carolina Üniversitesi’nden Barbara Fredrikson, “Love 2.0” adlı kitabında “Aşk hakkında yeni bir tarif yapmanın vakti geldi” diyor. Bir önerisi de var ama hiç romantik değil: Mikro anlarda pozitif bağlantılar. Bu anlık pozitif bağlantıların çocuğunuz ya da yakın arkadaşınızla da oluşabileceğini savunan Fredrikson, aşkı tüm hayat sathına yayarak konuyu Louis Armstrong’un “It’s a Wonderful World” şarkısına da bağlıyor. Fredrikson’a göre sevgilisi olmayan kişiler de aşkı hissedebilir ve formülü kitabında... Zaten yazar tek bir insana odaklı yaşam biçiminin sağlık ve mutluluğun gelişimini kısıtladığını belirtiyor.

        Elbette bu görüşleri destekleyen pek çok hormon araştırması da mevcut. Ancak bu tür tezlerin, kitapların artmasından, yeni yılın trendlerine yön verebilecek başka sonuçlar çıkarabiliriz: Birincisi, insanlar kesinlikle yalnızlaşıyor. 1985’te ABD’deki bir araştırmada insanlara kaç sırdaşları olduğu sorulduğunda, yanıtlar arasında en çok rastlanan rakam 3 olmuş. 2004’te tekrarlanan araştırmadaysa en çok sıfır yanıtı verilmiş... İkincisi, aşk artık yaşanabilen değil de “eskiden yaşandığı sanılan” bir şeye dönüşüyor. Bu durumda “ulaşılmaz derecede yüceltilen bir şey” haline geliyor kafalarda. Ve ısrarla o yüce şekilde yaşanması arayışı, bir takıntıya dönüşüyor. 18. yüzyılda titrek bir fenerin ışığı altında, altı ay sonra okunacak satırları kaleme alırken yaşanan aşk WhatsApp’ta yaşanmıyor işte; bu ısrar niye? Aşkı yeniden tarif etme girişimleri artacak. Ama artık yoksa biri açıklasın ki kimse aramakla vakit harcamasın bari!

        BALKONDA TARIM

        Hormonlu ürünler, kimyasal atıklar derken sonunda manavdaki sebze meyveden şüpheye düşen vatandaş, yiyeceğini kendi yetiştirme telaşına girdi. Zamanla insanlar keyif alınca trend bir hobiye de dönüşme yolunda. Kentlerde yaşayanların yaklaşık 3’te 2’si bir kuşak önceden köy kökenli olunca, bir zamanlar çiçek yetiştirilen balkonlarda bugün domates, biber, soğan görmek doğal hale geldi. Toprakla uğraşmanın verdiği manevi tatmin, sağlıklı ürünler elde etme coşkusuyla birleşti, herkes balkon bahçıvanı olma yoluna girdi. Piyasada tohumculukta çalışan büyük bir firmanın amatör yetiştiricilik bölümü sorumlusu, satışlarını her yıl yüzde 50 artırdıklarını söylüyor. Pencere önü bostanları da revaçta. Yurtdışında da trend aynı yönde. ABD Bahçeciler Birliği amatörlere yönelik sebze tohumlarının satışlarında büyük artışlar olduğunu açıkladı. Peki bu tohumlar gerçekten domatese, bibere dönüşüyor mu, yoksa şehir çocuklarının bir hevesi olarak mı kalıyor? Şaşırmayın, en az yüzde 70 başarı sağlandığı belirtiliyor.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ