Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Pazar Emily Feldman'ın Y kuşağı hakkındaki yazıları

        Emily FELDMAN/ HT PAZAR

        İlk iPhone’umu yeni aldım. İnternet çağına teslimiyetimin ilanıdır, mücadelem artık hükümsüz! Bu savaşa ne gerek vardı, değil mi? 1984’te doğdum. Bu da beni Y jenerasyonunun sıkı bir üyesi yapmaya yeter. Yani, “dijital doğanlar”dan olmalıyım. Ya da bilgisayar, kablolu televizyon ve cep telefonlarından öncesini hatılayamayanlardan... Ama ben hatırlıyorum.

        Ailem de benim gibiydi... Ben büyürken patlak veren tüm teknolojik değişikliklere ağırdan kapı açtılar. Ortaokula gidene dek mutfağımızda bir çevirmeli telefon vardı. Liseye geldiğimde kablolu televizyonu sadece evimizin dışında izlemiştim. İlk cep telefonumu 17 yaşına kadar almadım. Öncesinde, acil durumlarda ankesörlü telefonları kullanmak üzere cebimde bozukluklar taşırdım. O da yoksa medeniyetin kapsama alanı dışındaydım.

        Ailem bir noktada bir bilgisayar satın aldı. Ama o kadar ağırdı ki, açılması 10 dakika alırdı, internete bağlanmayıysa sanırım hâlâ beceremedi...

        İhtiyaç gereği üniversitede bilgisayar okuryazarı oldum. Ama birbiri ardına yenilenen havalı cep telefonlarına ve Facebook’a karşı direnişim sürüyordu. Facebook meselesini kavrayamamıştım, çıktığında 2’nci sınıftaydım.

        DİJİTALE MERHABA

        Üniversiteden mezun olduğumda hemen her şeyi elle yazıyordum. O zamanlar teknolojinin zaruri değil ihtiyari olduğuna dair naif bir sanı hâkimdi dünyaya. Daha akıllı bir telefon ya da laptop almak isteseydim de bu bir tercih meselesi olacaktı. Beni kimse onları satın almaya zorlamıyordu. Ama bir GSM bayisinde, büyük bir öfkeyle iPhone denen alete 2 bin lira para dökmemle nihayete eren birkaç yıl içinde yanıldığımı anladım. Mezuniyetimle ilk işim arasında bir zamanda dünya değişmişti. Ve eğer dünyayla birlikte ben de değişmeseydim kariyerim de özel hayatım da beni terk edecekti.

        Teknolojinin benim için bir tercihten öteye geçeceğinin ilk alametleri 2006’da geldi. Mesleğim öğretmenlikti o sıralar. Notlarımı hâlâ elle tutuyordum. Her sömestr sonunda tek tek öğrencilerimin not ortalamasını hesaplamaya saatler harcadım. Diğer arkadaşlarım ise bu işi bir tuşla halletti. Bu sayede, kendilerine daha fazla zaman ayırıyorlardı. Ayrıca bilgisayarları sayesinde dersleri benimkilerden daha ilgi çekici oluyordu: Youtube videoları, müzik, cezbedici grafikler! Sınıf dışında bana sadece telefondan ulaşılabilirken, onlar velilerin ve öğrencilerin sorularını her zaman e-mail ve Facebook’tan cevaplamaya müsaitti. Bununla nasıl baş edebilirdim?

        ARTIK BİR TWITTER HESABIM VARDI!

        Bu problemle yüksek lisansta yüzleşecektim. Kendimi, geleneksel gazetecilik yerine ilgimi daha çok çeken multimedya gazetecilik eğitimi almaya zorladığımda... Ve nihayetinde not ortalamam, beni bir web haber sitesine yönlendirdi; artık bir Twitter hesabım vardı. Dijital çağa teslim oluyordum.

        YALNIZ KALDIM

        2010’a geldiğimde Twitter hesabıma ek olarak bir laptop’um, iPod’um ve e-mail hesabım vardı. Facebook, Skype ve e-mail üzerinden çalışıyordum. Ödemelerimi ve alışverişlerimi online yaptım. İnternetin bana haber, bilgi, telefon numaraları ve eğlence sunduğuna inanmıştım artık. Artık her gece yatağımın yanıbaşında yanıp sönen bir Blackberry’m vardı. Patronlarım ve iş arkadaşlarım bana sürekli ulaşabiliyordu! Fakat sınırlarımı henüz o kadar da genişletmemiştim. Yani kişisel kullanımım için bir akıllı telefon satım almayacaktım, hele ki bir iPhone’a o absürd paraları veremezdim!

        Belki de hâlâ eski toprak ailemin etkisi altındaydım. Bence akıllı telefonlar kötüydü. Google’ın haritalarında ufak bir noktayı takip ederek başka şehirlerde hatta kendi şehirlerinde gezinen arkadaşlarımı gözlüyordum. Bu zayıflıktı! Eski haritaları gururla kullanıyordum. Kaybolsam da telefondan hiç yardım almayarak kendi yolumu bulmayı bildim. Şipşak fotoğraflar çekmeyi durdurup da herkes gibi sağda solda “check-in” yapmadım. Gururum bakiydi. Hayır! O an neredeysem orada olacaktım ve nerede, kimle ne kadar eğlendiğimi dünyaya ilan ederek kendimi avutmayacaktım. Fakat tek tabanca olmak da zordu doğrusu. Kısa süre sonra şunu fark ettim: Akşam yemeklerinde telefondan twit atıp, facebook’layıp, WhatsApp’layıp ya da her neyse, dünya dışı şeylerle tek ilgilenmeyen bendim. Sinirlerim bozuldu!

        Ama o GSM bayisinde, değerlerimden bu yüzden vazgeçmedim. Sebep o masada yalnız kalmam değildi; kariyerimi ve hayatımı etkilediğini fark ettiğim bir şeyi geride bırakmalıydım.

        HER ŞEY İYİ TAMAM DA...

        İnsanlara sürekli ulaşılabilmenin evrensel bir beklentiye dönüştüğü yeni bir dünya var. Dijital çağdan önce mesai saatleri dışında, öğlen ya da akşam yemeklerinde hatta uçakta insanların gelen çağrıları yanıtlaması beklenmezdi. Şimdi öyle mi? Çağrılar, mesajlar anında cevaplanıyor. Öğretmenlerin, sırf öğrencileriyle iletişim kurmak için Facebook sayfaları var. Bir doktor ya da başka bir çalışanın e-mail adresini, cep numarasını paylaşmasını beklemek çok doğal. Müşteriler ve hastalar için bu mükemmel bir şey tamam; ama bütün gününü yanıp sönen bir cihazın başında köleleşmiş halde geçiren bu fakirden ne haber?

        Benim mesleğim gazetecilik. Benden, “sürekli paylaşmam” bekleniyor. İş başvurularında Twitter hâkimiyetim sorgulanıyor: “Kaç takipçiniz vardı sizin?” Dolayısıyla, akıllı telefondan yoksunken mesajlarımı sürekli cevaplayamıyor, çevrimiçi “paylaşımlar” yapamıyordum. Sonuç, beni daha da endişeye boğdu. Eve gidip bir an önce bilgisayarımı kontrol ediyordum. “Ya bir şey kaçırdıysam? Aman Allahım! Bütün gün twit atmadım...” İşte bu yüzden, eski “dandik” telefonum kırıldığında ve onu kurtarmak için saatlerini harcayan titiz teknisyenler muvaffak olamadığında dijital çağa balıklama atlamaya karar verdim. “Bilgisayardan uzakta acaba ne kaçırdım” korkusundan kurtulmak hoş olmaz mıydı? Nerede olursam olayım daha çok twit atmak kariyerim için daha iyi değil miydi? Benimle ne zaman olursa olsun iletişime geçebilmek, New York’ta yaşayan ailemin içini ferah tutmaz mıydı? Ve eğer bu maceraya atılırsam neden iyinin daha iyisi olmasındı ki?

        iPhone aldığımdan beri kazançlarım epey fazla. Bir kere pratikliği hayatımı kurtardı. Haberleri yoldayken dosyalayıp twit’leyerek patronlarımdan övgü topladım. Nerede olursam olayım ablam ve yeğenimle Skype’tan görüşmek mükemmel. Artık GoogleMaps’ten destek alıyorum ve hiç kaybolmuyorum. Akıllı telefonumla çözemeyeceğim hiç bir problem yok. Eski günlerdeki huzurum dışında kaybettiğim hiçbir şey yok.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ