Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem İstanbul Yıkım kararı alınan Kamp Armen'in ev sahiplerinden Silva Özyerli kendi ağzından kampı anlattı

        Serhan Sevin/HABERTURK.COM

        Türkiye Kamp Armen adını 6 Mayıs sabahı başlayan yıkım çalışmaları ile duydu. İlk olarak 1962 yılında kullanılmaya başlanan kamp 1979 yılından itibaren açılan çeşitli davalar sonucunda 1987 yılında kapatılılarak terk edildi. 1970 yılında 6 yaşındayken geldiği kampın yıkılacağı haberini alan Silva Özyerli geçmişe dair anılarını göz yaşları içinde paylaştı. Söze doğduğu Diyarbakır anılarıyla başlayan Silva Özyerli ‘Doğduğum ev kilisenin avlusunda olan bir evdi. Evimizin kapısı sürekli taşlanırdı. Annem sokağa çıkmamıza izin vermezdi çünkü eğer çıkarsak Hristiyanlığımızdan dolayı dayak yerdik’ diyerek o günleri biraz hüzünlü biraz da unutmak istercesine anlattı.

        Yetimhanenin kurucusu Hrant Güzelyan ilk olarak İstanbul Gedikpaşa’da bulunan Ermeni Protestan Kilisesi’nin alt katındaki okula Anadolu’nun çeşitli yerlerinden öksüz, yetim ya da kimsesiz çocukları toplayarak eğitim vermeye başladı. Yazları ailelerini görmek için geri dönen çocukların hem kendi dillerini unuttuğunu hem de gittikleri yerlere bakımsızlıktan dolayı çeşitli hastalıkları yanlarında götürdükleri söyleniyordu. Bu çocukların yaz aylarını uygun koşullarda geçirmeleri için bir arazi arayışına çıkılmış. Çeşitli arayışlardan sonra Tuzla’da 30 bin lira ücret karşılığında yetimhanenin üzerinde bulunduğu arsayı satın almışlar ve birkaç usta Anadolu’dan gelen çocuklarlarla birlikte de yetimhanenin inşaatını tamamlamışlar.

        BİRBİRİMİZİN UTANCINI PAYLAŞIYORDUK

        Yetimhanenin kurucusu İstanbul’da bulunan amcamlar ve kuzenlerim aracılığıyla annemlere bir mektup göndererek yetişkin ve okul çağına gelmiş çocukların gönderilmesini istemiş. Annem bu haberi alınca çok üzülmüş. Amcam çağırıp babam gönderince anneme de sadece yol hazırlığı yapmak kalmış. Annem bana ve ablama içlerinde basma, pijama gibi şeyler olan bir valiz hazırladı. Yolculuk günü geldiğinde annem patates ve köfte kızartarak onları metal saklama kaplarına koydu, beni ve ablamı bir tanıdığa emanet etti ve ağlaya ağlaya Diyarbakır istasyonuna bizi yolcu etti. Yolculuk boyunca ne patatese ne köfteye dokunduk. Ablamla sadece sarıldık ve ağlayarak Haydarpaşa’nın yolunu tuttuk. Kurtalan Ekspresi’nde iki gün süren yolculuğun ardından amcam bizi aldı ve okula yerleştirdi. Gedikpaşa’daki okulun yatakhanelerindeki ranzalar dolu olduğu için ablamla bana yer yatağı yaptılar. Ablamla ve ben birbirimize sım sıkı sarılarak yattık. O geceyi hiç unutamıyorum. O aralar ablamın altını ıslatma problemi var ve o gece ablam altını ıslattı. Ablam sabah uyanınca ‘Pijamaları değişelim. Ben utanırım. Sen küçüksün, sana bişey demezler’ dedi ve pijamaları değiştik. İşin özü biz orada birbirimizin utancımızı bile paylaşıyorduk.

        ÖTEKİNİN ÖTEKİLEŞTİRİLMESİNİ YAŞADIM

        Diyarbakır’dan neden İstanbul’a geldim? Hem eğitim hem de kendi benliğimi bulmak için. Ben Diyarbakır’da yerli halk arasında neydim? İstanbul’a, kendi cemaatimin arasına gelince de bu sefer ‘Kürtler gelmiş’ oldum. Annemin bizim için hazırladığı valizi açıp ‘Kürt bunlar’ diyerek ne var ne yoksa attılar. Kendi halkım arasında bile dışlandım. İnanılmaz üzüntü yaşadığımı hatırlıyorum. Ötekinin ötekileştirilmesini de orada yaşadım. Okula başladıktan sonra çok başarılı bir eğitim hayatımız oldu. Yemeklerimiz, bütün ihtiyaçlarımız Gedikpaşa’dan geliyordu. Yemek masamızın üzerindeki kocaman tabloda ‘Sevgi, umut, inanç’ yazıyordu. Günde on kere, yirmi kere bu yazıyı okuyan çocuk umutsuz kalır mı?

        BİZ ORADA AİLEYDİK

        Okul bitince yazın Tuzla’daki kampa gitmek bizim için büyük özgürlüktü. 9 ay onaltı kız aynı odada kaldıktan sonra bana cenneti tasvir et deseler ancak orası olur derim. Kampta sabah kalktığımızda ilk olarak yataklarımızı toplar, jilet gibi yapardık. Ben oraya 6 yaşında gitmiştim. 9 yaşındaki çocuk benim saçımı yapar, 11 yaşındaki çocuk beni yıkardı. Kampta hiyerarşi yoktu. Biraz büyüyen küçüklerin sorumluluğunu üstlenirdi. Bu bizler için kural değil bir arada yaşamanın gerekliliklerinden birisiydi. Her sabah yemekhanenin üzerindeki terasta sabah jimnastiğimizi yapar, hemen ardından kahvaltıya inerdik. Çimenlerin arasında kalan kurumuş otları bile toplayarak mıntıka temizliği yapardık. El ele tutuşur denize gider, denizden geldikten sonra öğle yemeği ve öğlen uykusu, uyandıktan sonra da şekerlemelik dediğimiz reçelli ya da şekere batırılmış ekmeklerimizi yerdik. Yatana kadar da bin bir çeşit oyun oynardık. Anadolu’nun çeşitli bölgelerinden gelmiş çocuklar bir arada yaşıyor ve çok mutlular. Biz büyük bir aileydik.

        PAZAR GÜNLERİNİ HİÇ SEVMEZDİM

        Pazar günü ailelerle buluşma günüydü. Pazar günü kiminin ailesi gelirdi, kiminin hiç ailesi yoktu. Ben de Pazar günlerini hiç sevmezdim çünkü benim ailem Diyarbakır’daydı ve beni ziyarete gelemiyorlardı. O yüzden Pazar günleri yastıkları az ıslatmamışımdır fakat kimin ailesi gelirse gelsin çocuklara dağıtacak kadar sakız, şeker gibi şeyler getirir herkesi mutlu ederlerdi. Bizler orada umut, sevgi ve inançla büyüdük. Aramıza kesinlikle nefret, kin,düşmanlık, ötekileştirme girmedi.

        BEN DE BİRAZ ONARILDIM

        Kampın yıkımı benim canımı fena yakıyor. Geceleri uyanıp hatırladıkça ağlıyorum. Çünkü bu benim hikayem. Annem benim büyüdüğümü göremedi. Ben orada büyüdüm. Bu olay bana dokunuyor. Orası beni ben yapan yer. Kimliğimi, dilimi, dinimi, her şeyimi orda öğrendim. Annem, ablam, ben hepimiz bedel ödedik. O kampın her köşesinde göz yaşım var benim. Oradan ayrıldıktan yirmi, yirmibeş sene sonra geri döndüğümde gördüklerim beni hayal kırıklığına uğrattı. Oradaki bütün anılarım silinmişti. Yirmidört sene sonra Diyarbakır’a doğduğum evi görmeye gittiğimde evin de, kilisenin de yıkıldığını gördüm. Benim kaderim bu olmamalı. Buna isyan ediyorum. Sonradan Diyarbakır’daki kilise onarıldığunda sanki ben de biraz onarıldım.Bu ülkede yaşıyorsam bu ülke benim. Sevinci de, acısı da herşeyi benim ama galiba bu ülke beni sevmiyor.

        İNSAN YÜZÜNDEKİ YARA İZİNDEN GURUR DUYAR MI?

        Kampın yıkılmaya başladığını duyunca bağırdım. Beni, benim anılarımı yıkıyorlar. Yüzümki yara kamptayken edindiğim bi yaradır. Yıkım haberini alınca kendi kendime ‘Yoksa kamptan sadece bu yara izi mi hatıra olarak kalacak’ dedim. İnsan yüzündeki yara izinden gurur duyar mı? Arabanın içerisinde ağlaya ağlaya kampın yolunu tuttum. Gittiğimde kampı yıkmışlardı ve yıkıldığını görünce ben de yıkıldım. Ne bişey yapabildim ne konuşabildim. Sadece içimden ‘Bunu haketmiyorum’ dedim. Kepçe operatörüne yıkım esnasında ‘Burası yetimhane. Burada yetimlerin hakkı var’ dediler. Bunun üzerine kepçe operatörü de ‘Eğer burada yetimlerin hakkı varsa milyon da verseler ben bu işi yapmam’ deyip yıkımı durduruyor.

        YARALAR KABUK BAĞLASIN

        Kamp Armen sadece Ermenilerin değil bütün İstanbul’un kültürü ve geçmişidir. Yıkmak bu kadar kolay olmamalı. Bir arada yaşayamıyorsak zaten neden varız ki? Zihnimizi yok etme üzerine geliştirirsek neyin umudunu taşıyacağız? Orada sadece bina yıkılmayacak. Sadece taşlar yerinden oynamayacak. Toprağın altında bulunan, acılarımız, sevinçlerimiz, umutlarımız her şeyimiz yıkılacak. Artık yaralar kabuk bağlasın, tekrar tekrar kanamasın.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ