Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Pazar ‘Tıbben çok ilerlediğimiz algısı bir illüzyon’

        Gülenay BÖREKÇİ/ GAZETE HABERTÜRK-PAZAR

        Size Paris’te yaşanmış gerçek bir kız kaçırma olayından bahsedeceğim... Bir badanacı 1911’de, belki ona gülümsediğine inandığından, belki de eski sevgilisine benzettiği için Leonardo Da Vinci’nin Mona Lisa’sını Louvre Müzesi’nden kaçırmış. Ardından kalabalıklar, eskiden Mona Lisa’nın sergilendiği boş duvarı görmek için müzeye akın etmeye başlamış. Aralarında Franz Kafka gibi mühim şahsiyetler de varmış. Merak etmemek elde değil: Bunca insanı Mona Lisa’dan kalan boşluğa bakmaya getiren ne olabilirdi? Üstelik çoğu daha önce Mona Lisa’yı bir kez olsun görmemişken...

        Bunları Darian Leader’ın “Mona Lisa Kaçırıldı” adlı kitabından okuyorum. Leader’ın derdi sanat tarihi değil elbette; kayıplarımızın, mesela ayrıldığımız bir sevgilinin, yıllar önce unuttuğumuz bir fotoğrafın neden zamanla hayatımızda daha kıymetli bir yer edindiğini ele alıyor... Yazarın diğer kitapları da aşk ve ilişkiler gibi meselelere kafa yormaya eğilimli benim gibiler için son derece çekici: Ne anlattıkları adlarından belli olan “Kadınlar Neden Yazdıkları Her Mektubu Göndermezler?” ve “İş İşten Geçtikten Sonra Verilen Sözler”...

        Psikanalist Darian Leader şimdi bambaşka bir kitapla okurlarının karşısında. Doğan Kitap etiketiyle yayımlanan “İnsan Neden Hasta Olur?” son zamanlarda okuduğumuz en ufuk açan kitaplardan. İşte yazarın “keskin bir modern tıp eleştirisi” de diyebileceğimiz kitabına dair anlattıkları...

        ‘BAZI ALANLARDA DURUMUMUZ ORTAÇAĞ’DAN HALLİCE’

        Öncekilere göre daha olgun bir başlığı var bu kitabınızın. “Olgun” derken kastettiğim şu: İnsan gençken hastalığı falan umursamaz. Ölüm bile gençler için gerçeklikten uzak bir tehlike sayılır. Neden bu kez daha az “iştah açıcı” hatta kasvetli bir konu seçtiniz, yaşlanıyor musunuz?

        Bu projeye iki sebepten başladım. Birincisi, hastalıklarının sebeplerinin psikolojik olduğunu düşündüğüm danışanlarla daha sık meşgul olmaya başlamıştım ve bu konu çok ilgimi çekmişti. İkincisi, zihinbeden tıbbıyla ilgili araştırmalarımda şaşırtıcı sonuçlar elde etmiştim.

        Sağlık teknolojileri konusundaki ilerlemeler neredeyse uzay araştırmalarıyla rekabet edebilecek düzeyde. Öte yandan, bedenimize dair ne kadar çok bilgi edinirsek edinelim, hastalıkların ve semptomların sebepleri hakkında kafamız o kadar karışıyor. Siz ne düşünüyorsunuz?

        Bazı alanlardaki tıbbi araştırmalar dediğiniz gibi inanılmaz düzeyde, bazı alanlardaysa durumumuz Ortaçağ’dan hallice. Nedeni açık: İşin içinde tıbbi teknoloji varsa, bundan etkileniyor ve tıbbın genel olarak bu derece sofistike hale geldiğini varsayıyoruz. Ama tıbben çok ilerlediğimiz algısı bir illüzyon. Aslında insanlara acı veren birçok durum görmezden geliniyor. Bir uzmandan bir uzmana giden ve yine de sorunları bir türlü çözülemeyen hastaları düşünürseniz, ne demek istediğimi anlarsınız. Hastalıkları bütüncül bir bakışla ele almak gerektiğini unutuyoruz. İnsan vücudu, her bir parçasıyla başka bir uzman ilgilenirse iyileşebilecek bir yapı değil. Bu parçaların hepsi bir bütünü oluşturuyor ve o bütünün, yani bireyin ne hissettiği, ne düşündüğü de çok önemli.

        Tıbbın vaadi bizi iyileştirmek değil mi? Tıp bu vaadini gerçekleştiremiyor diye mi her geçen gün daha fazla insan alternatif tıp yöntemlerine başvuruyor?

        Konvansiyonel tıp daha çok kronik veya tedavisi imkânsız hastalıklarla ilgileniyor, geri kalan hastalıklar konusunaysa yeterince aldırış etmiyorlar.

        Kitabınızda var bu, hasta doktora gidiyor, doktor da çoğu zaman önündeki bilgisayardan kafasını bile kaldırmadan ne rahatsızlığı olduğunu, bunu kaç zamandır yaşadığını soruyor. Sonra da ya başka bir hekime sevk ediyor ya da alelacele bir ilaç yazıyor. Arada gerçek anlamda bir “Nasılsınız?” sorusu bile sorulmayabiliyor...

        Doktorundan memnun olmayan hastaların sayısını tahmin bile edemezsiniz. Alternatif uygulamalar bu yüzden yükselişte; insanlar alakasız gibi görünen hastalık semptomlarını ayrı ayrı iyileştirmeye çalışan değil, o semptomların hepsini birden ele alarak sonuca ulaşabilen, en önemlisi de bunu yaparken onları dinleyen kişiler tarafından tedavi edilmek istiyor.

        ‘ŞANSLISINIZ, SİZDE HÂLÂ AİLE HEKİMLİĞİ VAR’

        Aile hekimine gittiğimde, oradaki yaşlı insanlar dikkatimi çekiyor. İyi giyimli oluyorlar, belli ki doktorla görüşmek üzere evden çıkmadan saatler önce hazırlanmışlar. Bundan da yaşlı insanların fazla düşünmeden çarçabuk ilaç yazacak birine değil, onları dinleyecek, konuşacak birine ihtiyaç duyduklarını anlıyorum...

        Valla, işin aslı sizde hâlâ aile hekimliği diye bir şey varsa, şanslısınız. İngiltere dahil birçok ülkede bu sistem kalkmış durumda. Hangi doktora muayene olduğunuz fark etmiyor, hastaneye gidiyorsunuz ve her gittiğinizde karşınızda başka birini buluyorsunuz. Oysa hekimle hasta arasındaki ilişkinin niteliği de iyileşme açısından çok önemlidir. İnsanlar arasındaki bağlantı ya da süreklilik boyutu pek umursanmıyor.

        Kimileri tıptaki gelişmeleri küresel savunma sanayilerindeki güçlenmeyle karşılaştırıyor. Halk arasında dolaşan bir rivayete göre, kanserin tedavisi aslında bulunmuş ama büyük ilaç kartelleri bunu finansal stratejilerine uygun bulmadığı için gizli tutuyormuş, ne dersiniz?

        Bence bu tam olarak doğru değil. Fakat faydalı olduğu çoktan kanıtlandığı halde maddi getirisi olmadığı için uygulanmayan birçok tedavi biçimi var. Buradaki anahtar çok basit: Bir çözüm keşfettiyseniz ya da bin yıldır unutulmuş kadim bir çözümü yeniden keşfettiyseniz, bunu dünyaya nasıl duyuracaksınız? Elbette doktorlar, hastaneler ve medya aracılığıyla... Ama para, dolayısıyla PR ve reklam sektörleri büyük ilaç firmalarının elinde.

        Anti-depresanlarla aranız nasıl? Bu tip ilaçları kullanmalı mıyız?

        Bu şahsi bir karar. Birçok insan hastalıklarının gerçek sebeplerini aramaktansa bir hap alıp unutmayı seçiyor. Gerçekte neden böyle hep tatsız tuzsuz, keyifsiz hissettiklerini öğrenmek isteyenlerin sayısı az. Anti-depresanların aşırı kullanıldığı bir gerçek. İngiltere’de bir süre önce musluktan akan sularda eser miktarda Prozac tespit edildi. Neden biliyor musunuz? O kadar çok kişi anti-drepresan kullanıyor ki, duş yaptıklarında veya diğer kullanımlarda bedenlerindeki anti-depresanlar suya karışıyor ve suyun tamamı bundan henüz arındırılamıyor.

        'HASTALIKLAR ASLINDA BİRER ÇAĞRI'

        Kitaba başlık olan sorunun da cevabını merak edenler için. Darian Leader’ın kitabı yazdığı önsözden...

        “Bu kitapta, endişelendiğimiz şeylerin değil, endişelenme biçimimizin bizi hasta ettiğini savunuyoruz. Çok farklı geleneklere dayanan birçok araştırmanın sonucu şunu gösteriyor: Asıl önemli olan, deneyimlerimizi nasıl çözümlediğimiz ya da çözümleyemediğimiz... İnsanoğlu çözümleme yapan bir varlık. Tarih öncesi mağaraların duvarlarına resmedilen av hikâyeleri ya da hapishane hücrelerindeki duvarlara atılan çentikler, başımıza gelenleri kayda geçirecek yollar bulma ihtiyacımızın göstergeleri. Yaşadığımız olayları nasıl anlamlandırdığımızı gösteren en net örnekler, konuşmak ve yazmaktır. Peki ya bu iletişim araçları kullanılamazsa? Bazı durumlarda yazmak ya da konuşmanın yerini bedensel bir hastalık alıyor olabilir mi? Kitabımızda bazı fiziksel semptomların, nasıl şifreli sorular ya da yanıt alma için çağrı anlamına gelebildiklerini göreceğiz. Bunlar kimliğimiz ya da cinselliğimize ilişkin sorular olabilir: ‘İçimde bir şeyler mi var?’, ‘Kadın mıyım, yoksa erkek mi?’ ya da ‘Bir parçamı kaybetme riskiyle karşı karşıya mıyım?’... Ama başka bazı semptomlar da sorgulama sürecindeki bir duraklamadan kaynaklanabilir. Semptomlar, bedendeki damga ya da mühürler gibidir. İnsani iletişim ya da zihinsel ayrıntılandırma süreci tıkandığında ortaya çıkarlar. Hastalığı dile getiremezsek, sembolik olarak yüklü anlarda hasta oluruz.”

        'GÜNÜMÜZÜN HASTALIĞI YAŞLILIK'

        Her yüzyılın kendine ait hastalıkları olmuş hatta bunlar edebiyata da yansımış. Veba 17’nci yüzyılda “Canterbury Masalları”na, verem ise 19’uncu yüzyıldaki birçok romana girmişti. Günümüzde böyle bir hastalık var mı? Kanser? Alzheimer?

        Bence günümüzün hastalığı yaşlılık. Daha doğrusu yaşlanmayla ilgili hastalıkların hepsi. Kendi adıma, inanılmaz bir hızla yaşlanan bir toplumun mensubuyum. Kimlik dediğimiz şeyse temelde hafızayla; hafızanın devamlılığıyla alakalı. Dolayısıyla yaşlı bir insan size bakıp kim olduğunuzu hatırlamıyor, yani hafızasıyla alakalı problemler yaşıyorsa, o kişi artık “birey” olarak algılanmıyor. Fakat çok acı bir şey söyleyeyim; araştırmalarıma göre yaşlılar aslında onlardan unutmaları beklendiği için unutuyorlar

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ