Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Cumartesi Bilanço: Ahh, Fahriye Abla!

        Ali ESAD GÖKSEL/HT CUMARTESİ

        Her sene olduğu gibi, bu sene de bir döküm çıkarıyoruz. “365 gün boyunca neler oldu, neler bitti” diye. Kolay iş değil. Üstelik geçtiğimiz sene... Nasıl söylemeli, hareketliydi, inişi çıkışı boldu. Kesin olan tek bir şey var: Yeni yılda daha az gergin olacağız. Ve her şeye rağmen “enseyi karartmayacağız”

        Sene sonu âdetimiz malum: Bir döküm çıkarıyoruz. “Neler oldu, bitti” diye. Kolay bir iş sanmayın. Ölçüyor tartıyorsunuz. Halihazır sayımı misali. Yerli kalemlerimiz var. Sonra yabancı mallar var.

        Üstelik geçtiğimiz sene... Nasıl söylemeli, hareketliydi. İnişi çıkışı, mevzuu mebzul taifeden... Dıranas’ın şiirini hatırlayın...

        Amma velakin şurası kesin... Yeni seneye ilk adımımız az gergin. Hafiften kararsız. Üstüne ürkekçe. Yine de “enseyi karartmayacağız”.

        2016 dileklerimi baştan sunuyorum... Bir: Mahallenin başkanı Putin bana sürekli “sterlet” yollasın. İki: Kırmızı et meğer suçsuz çıksın, Beyti Bey bana “trakya kuzu çevirsin”. Üç: R. Parker, numunelerinin “90+ olanlarını” benimle birlikte tüketsin.

        Bir tek kendim için bir şey istiyorsam da namerdim: Ağız tadınız yerinde ve berdevam olsun. Sizlere dertsiz tasasız mutlu bir yıl diliyorum. Umut her şeydir, inanın istiyorum.

        LİSTE LİSTE SÖYLE BANA

        Var mı benden daha güzeli? Biliyor musunuz bilemiyorum. Herkes kendi cenahının listesini yapıyor. Nurtopu gibi listelerimiz oldu... Sanki Süleymaniye Doğumevi Salonu... Ortalık ciyak ciyak. Her liste kendini haykırıyor. Bakın işte budur diye: “En hakiki ve öz olanı!”Laleli’deki “Kebapçılar ve Baklavacılar” misali...

        Peki bu kötü bir şey mi? Ne münasebet, olur mu öyle şey! Herkesin kendi listesi kendine hak. Ayrıca konuya olan ilginin artması... Bunlar güzel işaretler... Dijital ortam şahane bir yer. Karşınızdaki sizi tatmin ediyorsa, ona kulak veriyorsunuz. Yoksa silinip gidiyor. Bir nevi Hyde Park. Namütenahi ve demokratik bir kakofoni. Üstelik her belagatin ömrü saliselikseyirlik.

        Bu ortamları tam da anlamış değilim. Eski kafalı olmak böyle bir şey. Aslında anlamak istiyor muyum? Belki. Emin değilim. Güvenilmez buluyorum.

        Ama yeni zamanlar böyle. Ve küresel ölçekte. Ve büyüyerek devam edecek. Unutmayın. Moda dünyasında artık blogger teenager’lar haşmetmeapları Wintour’la yan yana!

        Şimdilere kadar yeme içme dünyasının tek listesi oldu: “Michelin”... Noblesse Oblige güç. Belirleyici son söz. Yani itiraz yok. Temyize kapalı. Orada iseniz, varsınız. Yok musunuz? Siz hayatta mısınız ki!

        Derken bir zamandır, yeni liste peydahlandı. Bir nevi “royalty piç”... Dünyanın ilk 50’si ve sonrası. Lastik tekerlek yerine, memba suyu himayesinde... Neme lazım, etkili. Ve yerine oturuyor gibi.

        Bitti mi? Hiç olur mu canım? Frenkler de turfanda listelerini beyan etmiş. Ne diye? Hiç, öylesine! Nasıl gerekçe ama?

        Ben onu bunu bilmem. Özerkliğim malumunuz... 2015 listemi sunuyorum:

        En iyi adresimiz: MİKLA

        En önemli ismimiz: BEYTİ BEY

        En iyi balıkçımız: KIYI

        En olması gerektiği gibimiz: ÇİYA

        En işine asılanımız: BARIŞ TANSEVER

        En iyi ümidimiz: NİCOLE, ALANCHA

        En çalışkan yazarımız: P. MARY IŞIN

        Ve tabii devamında...

        En itici fuar pavyonumuz: TC EXPOMİLANO

        En tatsız ödülümüz: ATEŞBAZ VELİ/ KONYA BELEDİYESİ

        En boş konuşanımız: FATMA ŞAHİN/ GAZİANTEP BELEDİYESİ

        En manasız tasarımcımız: KARİM RASHİD/İthal kalem

        En “iyi” şarabımız: TC TAPDK

        KUZEYİN KUZEYİ

        Düşündüğünüz oldu mu: Cennet nasıl bir yer? Öyle ya; inanç dünyalarında tafsilatlı cehennem manzaraları mevcut. Yani yanlış yaparsak başımıza neler gelecek, iyiden iyiye biliyoruz. Meraktayım, peki ama mükafat faslı nasıl? Rivayet muhtelif... Şarap akan dereler... Eh ama şarap var, şarap var! 50 adet huri dosyasına gelince, sessizliği sevdiğim ve kalabalıktan hoşlanmadığım için o da karışık bir iş.

        Bakın görüyorsunuz daha ilk iki başlıkta, pürüz üstüne pürüz çıkıverdi... Diyeceğim şu ki, herkesin cenneti kendine. Galiba işin doğrusu bu olmalı. Örneğin ben kendi cennetimi artık biliyorum: Norveç. Kafaya taktım ya, son beş sene içinde on Norveç seferi yaptım. Madem ki bir memleketi sevdiniz, insanını da tanımalısınız. Munch’tan İbsen’e kadar hatmettim. Durmak yok. Zaten durmuyorum. Kuzeyin kuzeyine yoldayım. Sabahın erkeninde Oslo’dan trene biniyorsunuz. Tren usulünce tırmana tırmana 2500 metre rakıma ulaşıyor. Burası az “serince”, etrafımız kar ve buz. Ağustos başında bile...

        Indiana Jones dekoru başka bir trene geçiyoruz. Tamamen ahşap, bir zamanların vagonları. Aşağı doğru kâh şelalelerin yanı başından, kâh içinden; altından geçiyor. Uzakdoğulular nonstop selfie çekerek hayatı erteliyorlar. Ben sırılsıklamım. Ve bir çocuk kadar şen. Yer yer kırk beş derecelik rampalarla iniyoruz. Sonunda menzildeyiz. Fiyordlar ülkesinin en şöhretli fiyordu. UNESCO’nun İnsanlığın Kültür Mirası Listesi’ne aldığı tabiat harikası. Gemimiz kıyıların arasından süzüle süzüle ilerliyor. Dünyanın en baştan çıkarıcı üç saati.

        Ertesi gün istikamet Austevoll. Bergen’e yakın bir ada. Tüm Norveç balığının yarısı bu adadan geliyor. Küçük bir otel ve lokanta... Bir aile işletmesindeyiz. Mutfaktaki aşçı ve çocukları. “O. Johannessen”, Bocuse d’Or yarışmasının dünya şampiyonu olmuş. Bu yaş dilimi için dünyanın en prestijli yarışması. İkizi ile birlikte benim için pişiriyor, kızkardeşi ise serviste. Yaptığı “bezelyeli kerevit” altın madalya nasıl alınırı sergiliyor. Kapının önünde, yani kumsalda puromu içerken annesi yaptığı içkiden ikram ediyor.

        Saat 23.00. Güneş hâlâ kararsız. Tamamen çekilse mi? Ama benim kararım karar: Cennet burası...

        ADRİA MUTFAĞI DOCUMENTA

        Fevkalade şaşırtıcı aslında... Çağımızın tüm parametrelerine aykırı. Böyle bir şey olmaması lazım...

        Ama oluyor. Ferran Adria, sıradışı. Dün de öyleydi, bugün de öyle. Gündemde durmanın kitabı baştan yazılmalı. Time Dergisi Adria’yı Çağı Değiştiren Yüz Kişi listesine almıştı, hatırlayın...

        99’u bilemiyorum. Ama Adria’nın etkisi devasa.

        El Bulli kapandığı için artık “Adria eli değmiş bir tabak”, imkânsız demeyelim. Ama çok çok zor. Senede bir, hayır amaçlı yemekteki 50 talihlinin arasındaysanız, ne âlâ. Yoksa geçmiş zaman hikâyelerini hatmederek içleneceksiniz.

        İtiraf etmeliyim, talih Adria konusunda yüzüme güldü. İlk kez El Bulli’de karşılaştık. Bir İspanyol dostum davet etmişti. İkinci kez aynı dostum Barcelona’daki evine çağırdı Adria’yı. Doğum günümde yemek pişirsin diye. Bu rüyayı anbean hatırlıyorum.

        Ya üçüncü? Bu senenin başında. Barcelona’ya davet edildim. Artık Ferran ile bir hukukumuz olmuştu. El Bulli Foundation ve LVMH Dom Perignon çalışmasını kutlamaya beni de çağırdı. O gece katıldığım yemek için bir happening demek daha doğru... Anlaşılıyor ki Ferran burada hız kesmeyecek. Şu anda yerküredeki tüm önemli aşçılar için kıble gibi. Tamam. Ama bu ona yetmiyor. Gözünü sanata dikmiş durumda. Moma, Tate ve Kassel Documenta onun yeni adresleri...

        Nerede kalmıştık? Yeni zamanlar için yemek ve şarap, seks mi? Evet. Ferran Adria da bu ahir zaman seksinin şeyhi...

        SEKS VE YEMEK

        Fernande Grudet’yi duymuşluğunuz var mı? Sanmam. Geçtiğimiz hafta güney Fransa’da 92 yaşında vefat etti. Kendi halinde tonton bir hanımdı, tamam mı? Hiç tamam olur mu? Bu muhterem teyze bir çağın adı idi.

        Bilindik ismi ile Madame Claude bir efsane idi. Daha 25 yaşlarında iken patroniçe olmuştu. Sahne İkinci Dünya Savaşı ertesi Paris’i... Sahneye girip çıkanlar arasında kimler yok ki! Bilinenleriyle bile “müşteri listesi” inanılmaz. Gerçekten...

        Krallar var. Dünyanın en güçlü adamı var. Ayrıca masal gibi bir yakışıklı var. Karun gibi zenginler de var... Her biri bu teyzenin eline düşmüşler...

        Duyar gibiyim. Soruyorsunuz: Anlat kardeşim, ne iş tutardı rahmetli? Müteveffanın kendi ağzından sunalım... “İnsanlar iki şey için para öderler: Yemek ve Seks. Ben yemek yapmayı bilmiyordum!”

        Nasıl sağlam bir gerekçe ama...

        Geçer ismi Tantine/Teyze olan rahmetlinin 500 kızı varmış. Müşteriler? Kennedy, Marlon Brando, G. Agnelli...

        Gelin bir nefeslenip düşünelim. Bu teyzemiz yemek yapmayı bilseydi? Acaba kaç yıldıza sahip olurdu. “O başka” demeyin. Bazı insanların başarıyla birlikte doğduğunu sanıyorum.

        Bir şey daha var, haydi artık şunun adını koyalım: Farkında mıyız, yemek yeni zamanların seksi oluverdi. Elbette farkındasınız. Hiç kimse topu taca atmasın. “Mutfak ve şarap” her yaş ve her zümre için “yeni seks”...

        Bu iyi mi kötü mü? Söylemesi şimdi zor. “Matrix” ile başlayıp “Star Wars” ile süregelen bir evrim. On nesil sonra bu günleri yargılayacaklar. Peki, “Tantine Ahfadı” yeni zamanlarda ne iş tutacak dersiniz?

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ