Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Pazar Orhan Pamuk sınavından nasıl geçti?

        Gülenay BÖREKÇİ/GAZETE HABERTÜRK-PAZAR

        Lila Azam Zanganeh’ten size daha önce söz etmiştim. “Edebiyat âleminin yeni gözbebeği” olarak kabul edilen bu İranlı genç yazarın Orhan Pamuk’la arkadaşlığı ve onun davetiyle İstanbul’a gelip birkaç ay kalması zaten yeterince ilgi çekiciydi. İlk kitabının konusunun, “mutluluk üzerine Nabokov’dan öğreneceklerimiz” olması da... “Büyücü” nihayet Türkçe olarak Everest Yayınları tarafından yayınlandı. Eh, bu durumda benim de Zanganeh’le röportajımızı yayınlamamın zamanı geldi.

        Röportajda bu zeki, tatlı ve “kitap okumaktan çok korktuğunu” söyleyen yazara ilk sorum şu oldu: “Hayatımızın her anında okuyoruz aslında. Sırf kitapları değil, gazete ve dergileri, e-postalarımızı, trafik levhalarını, filmlerin altyazılarını, marketten aldığımız ürünlerin etiketlerini... Kahve falı bakarken yaptığımız şey bile şekilleri okumak, yorumlamak. O yüzden okumayı yasaklamaya niyet eden, aslında savaşı kaybetmeye baştan mahkûm sanki. Sizin kitap okumaktan korkmanızla baskıcı bir iktidarın korkması arasındaki fark nedir?” Şöyle dedi: “Cevabı biliyorsunuz aslında, fark çok büyük. Benimki sadece çok yakınında acayip değerli bir hazine olduğunu ama buna ulaşmak için toprağı derin kazması gerektiğini bilen birinin korkusu...” İşte okumaya âşık ve ondan delice korkan Lila Azam Zanganeh’le röportajımız. n

        “Büyücü” adlı kitabınız, “Okumaktan, özellikle kitap okumaktan her daim çekinmişimdir” itirafıyla başlıyor...

        Çünkü okumak dünyadaki en büyük haz... Ama ona erişmek kolay değil, tadını alabilmeniz için çaba harcamalısınız. Kelimelerin, cümlelerin, dillerin, yankıların en derin anlamlarını keşfetmeyi denemeli, okuduklarınızın teninizin altına nüfuz etmesine izin vermelisiniz.

        Bu durumda okumak sizin için bir çeşit aşk, hatta karasevda... Bu aşk nasıl başladı?

        Okumaya âşık olmam dile, ama herhangi bir dile değil, belirli birinin konuştuğu belirli bir dile âşık olmamla başladı. “İşte burası benim harikalar diyarım, krallığım, yuvam” dedim. n Aşk bize çılgınca şeyler yaptırır. Sizin en büyük çılgınlığınız neydi? En büyük çılgınlığım, Nabokov’un “Ada” adlı kitabını dört beş ayda okumamdı! Aynı zamanda en acı çektiğim süreç oldu. Öte yandan, hayatta tattığım en büyük haz buydu.

        “Yazar tutulması” denen durumu yaşayan edebiyatçılar var. Belli dönemlerde tek kelime bile yazamıyorlar. “Okur tutulması” diye bir şey de var mı?

        Evet, Ecole Normale Supérieure’e deli gibi kan, ter, gözyaşı akıtıp nihayet girebildiğimde, kendimi tükenmiş hissediyordum. İki yıl ders kitapları dışında bir şey okuyamadım.

        Bana göre “kısmen kurmaca, kısmen deneme”, sizin deyişinizle “kısmen icat, kısmen yorum” olan “Büyücü”, özgün bir kitap. Anlatır mısınız?

        Okumaya verdiğim onca emeğin hakkını teslim ettiğim bir kitap olsun istedim. İçinde fotoğraflar, çizimler ve eğlenceli görsel oyunlar da var. Nabokov’un mutluluk üzerine en çok şey söylemiş yazar olduğunu iddia ettiğim bir kitabın neşeli ve özgür bir dille yazılması şarttı.

        Nabokov ve mutluluk tuhaf geliyor. Gerçi siz, “Mutluluk üzerine yazan birinin ille mutlu karakterlerin mutlu biten öykülerini anlatması gerekmiyor” da diyorsunuz.

        Nabokov baktığı her yerde ışığı görüyordu, hem de tanıdığım bütün yazarlardan daha fazla... Ayrıca bizi kullandığı dille de büyülüyordu. Dilin olanca karmaşık, renkli ve ayrıntılı yapısıyla verdiği haz, onun için çok önemliydi... Bazen insan onu okurken yüzüne kocaman bir gülümsemenin gelip yerleşmesine engel olamıyor. Bir de şu var: Görmenin gücüne tutkuyla inanıyordu. Ve biliyor musunuz, mutlu olmak adına en çok buna ihtiyacımız var. Kitabım kendi hayatlarımızın daha iyi, daha cin fikirli gözlemcileri olmayı edebiyattan nasıl öğreneceğimizi anlatıyor.

        Orhan Pamuk’la arkadaşlığınızı da Vladimir Nabokov’a borçluymuşsunuz. Romanı gerçekten okuyup okumadığınızı anlamak için, ilk tanıştığınızda sizi küçük bir “Lolita” testinden geçirmiş...

        Evet, anlatıcı Humbert Humbert’in berbere gittiği kasabanın adını hatırlayıp hatırlamadığımı sordu mesela. Bilmeyecek ne var bunda, elbette Kasbeam. Harika bir sohbetti. Daha sonra onunla yeniden, bu kez İstanbul’da buluştuk, yanımda şair olan annem de vardı. Altı hafta kaldığım İstanbul bence harika bir şehir. Ailem çok küçükken ayrıldığı için anayurdumu hatırlamıyorum, burası sonuçta bildiklerim içinde Tahran’a en yakın olan yer. Kendimi yuvamda hissettim hatta bana hiç ayrılamayacakmışım gibi geldi. İnsanlar da olağanüstü sıcak ve tatlıydı...

        'AŞKSIZ OLMAZ'

        Nabokov’un oğlu Dmitri yakın arkadaşınızmış. Ölmeden önce kitabınızı okuyabilmiş miydi?

        Evet, genel olarak beğendiğini söyleyebilirim. Bu beni tahmin edemeyeceğiniz kadar mutlu etti. Hatta Dmitri kitap için küçük bir yorum bile yazdı.

        Şimdilerde ilk romanınızı yazıyorsunuz “The Orlando Invention”dan söz eder misiniz?

        14 yüzyıl boyunca süren bir aşkı anlatan sürreel bir roman olacak. Aşksız olmaz, edebiyattaki saplantılarımdan biri de bu çünkü. Hikâyenin 100 yıllık bir zaman dilimi de İstanbul’da geçiyor.

        'LOLİTA, YAZARUB OKURA MEYDAN OKUDUĞU BİR SATRANÇ MAÇIDIR'

        Vladimir Nabokov anılarında “Lolita”yı yazmaya nasıl başladığını şöyle anlatıyor: “Hatırlayabildiğim kadarıyla, romanımın ilk nüvesi beni Paris’te, sanıyorum 1939 veya 40 yılında buldu. Hayvanat bahçesindeki bir maymuna dair ufak bir gazete haberinde... Bir bilim adamı bu maymunu aylarca eğiterek ona karakalem resim yapmayı öğretmiş, yani bir maymun tarafından yaratılmış ilk resim buymuş. İşe bakın ki zavallı yaratık, onu çevreleyen kafesin demirlerini çizmiş...” “Bu hikâyeyi sevmiyorum, bana aşırı geliyor” diyor Zanganeh. “Saçma ve fazla komik, o yüzden de gereksiz. Yazarları çok da ciddiye almamak lazım bence...” Ve şöyle sürdürüyor sözlerini: “Tabu ve baskılardan, hak ihlallerinden söz ettiğini iddia edenler var. Fakat aşk romanları dahil, bütün büyük kitaplar zaten bir biçimde tabular ve baskılarla mücadele eder. Yine de kimse Nabokov’un temel meselesinin, tabuları yıkmak olduğunu söyleyemez. Bence “Lolita” aslında yazarın okura meydan okuduğu bir satranç maçıdır. Ensest ve pedofiliden değil, arzunun tıpkı yolun ters yönünde araba sürmek gibi insanın ayağını kaydırabildiğinden söz eder.”

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ