Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Pazar ‘Eğlenceli ama 15 saat biraz fazla değil mi?’

        Gizem Sevinç SELVİ/ GAZETE HABERTÜRK-PAZAR

        Chris Pine ile 2 yıl önce Londra Saatchi Galeri’de yüzü olduğu Georgio Armani’nin lansmanında tanışıp röportaj yapmıştık. Star Track’te izlediğim kadarıyla çok da etkileyici bir aktör beklemiyordum karşımda ancak boşuna Hollywood’a star olmuyor insan. Enerjik ve fit vücudu, sürekli gülümseyen yüzü ve kendine güveniyle saniyeler içinde salonu aurasına aldı ve gün boyu ardı ardına dünyadan gelen onlarca gazeteciye ayrı ayrı sıkılmadan röportajlar verdi. Bizim 3 dizi iki filmle kendini jön zannedip iki lafı bir araya getiremeyen kaprisi bol, yeteneği az oyuncuları düşününce neden buralarda olamadıklarını anlıyorsunuz. Bu kez Pine, vizyona giren yeni filmi Zor Saatleri anlattı...

        Zor Saatler’de nasıl bir hikâye bekliyor bizi?

        1952’nin şubat ayında, Doğu sahilinde yıllarca çok kötü gemi kazalarıyla ünlenmiş bir bölgeye berbat bir fırtına vuruyor. Bernie Webber dört kişilik mürettebatıyla birlikte 11 metrelik ahşap bir cankurtaran botuyla dalgaların dans ettiği denize açılıyor. Sonunda pusulalarını kaybediyorlar ama T-2 Petrol tankerindeki 32 kişiyi kurtarmayı başarıyorlar. Bu arada bu, sahil güvenlik tarihindeki en başarılı küçük bot kurtarışı olarak kayıtlara geçiyor.

        Hikâyede sizi cezbeden neydi?

        Kesinlikle sadeliği. Baktığınızda bu adamların bir görevi var ve hiçbir şeyi şöhret için yapmıyorlar.

        Bernie Webber nasıl bir karakter?

        Webber bir sahil güvenlik kaptanı. Çok tatlı, nazik bir adam, aynı zamanda kendini keşfetme aşamasında. Güçlü adamların savaşa gittiği, madalyalar kazandığı bir ailede büyümüş Bernie’yi sevdim, pek kurnaz bir tip değil... “Büyük şehir adamı” değil yani, başka bir döneme ait.

        Gerçek bir hikâyede, gerçek birini oynamak korkuttu mu sizi?

        Gerçek bir hikâye söz konusu olunca bu adamların ve yaptıkları işin hakkını vermek istiyorsunuz sadece. Bernie’nin yıllar sonra o geceyi anlattığı bir ses kaydı var; yalnızca sesinin ahengine ve soruları soran beyefendiye verdiği cevaplara bakarak bile artık bu meseleyi anlatmaktan sıkıldığı anlaşılıyor. Onu tanıyan insanlarla konuştuktan sonra bunu daha net gördüm ve takdir ettim; Bernie sadece işini ciddiye alan, sessiz bir adam.

        Gerçekten bu işi yapan biriyle tanışma şansınız oldu mu?

        Bernie film çekiminden önce vefat ettiği için tanışamadık ama en yakın dostları Gus ve Andy ile tanıştım. Artık 80’lerinde olmalarına rağmen içlerindeki çocuğu görebiliyorsunuz. Onlarla tanışmam Bernie’nin nasıl biri olduğunu daha iyi anlamamı sağladı, çok faydalı oldu.

        ‘LUNAPARK’TA HIZLI TRENE BİNMEK GİBİ’

        Ya Bernie’nin Miriam’a olan büyük aşkı?

        İlişkileri telefon üzerinden başlıyor. Bu arada Miriam üniversiteye gitmiş bir kız, Bernie ise basit bir işçi gibi hissediyor kendisini. Holliday Grainger harika bir iş çıkardı, ilk sahnemizde gerçekten muhteşem görünüyordu. Düşünsenize, üzerinde kahverengi, enfes bir ceket ve saçları o döneme ait gibi... Kırmızı parlak dudakları ve kocaman gözleriyle Bernie gibi bir adamın ona delice âşık olacağını kestirmek güç değil.

        Yönetmen Craig Gillespie’yla çalışmak nasıldı?

        Onun için film çekmek parkta yürüyüş yapmak gibi, sette sakince dolaşıyor ve her şeyin tıkır tıkır ilerlediğini görüyorsunuz. Craig’in tarzı ve aktörlerle olan iletişimi kesinlikle büyük bir keşif şansı sunuyor. Beni karakterimi bulabilmem için çok zorladı çünkü Bernie daha önce canlandırdığım tüm karakterlerden daha masum bir adam. Benim adıma zorlu ama iyi bir tecrübe oldu.

        Bu arada filmdeki dekor muazzam. Her yer kaynakçı doluydu, inanabiliyor musunuz?

        Gören de uzay gemisi yapıyoruz sanacaktı, o derece. Sahnede mavi ekran önünde bir tank içinde çalışıyorduk ama aynı zamanda Pendleton’ın çelikten yapılmış 13 metrelik sancak tarafı da bir araya getirilmişti, 5 günün ardından çekim bittikten sonra parçalandı ki bu bile çok etkileyiciydi.

        'EN ÇOK RÜZGARLA CEBELLEŞTİK'

        Fırtına sahnelerini nasıl çektiniz?

        Su tankındaki cankurtaran botunda, 200 beygirlik fanlardan yüzümüze esen rüzgârlarla cebelleştik en çok. Bitkilerden yapılan yapay karla karışık bir rüzgârdan söz ediyorum. Ardından özel efekt uzmanları üzerimize su püskürtüyordu -ki inanılmaz üşüten bir şey bu, özellikle de kış başında Massachusetts’te olduğumuzu düşünürsek. Her şey ağır çekimde ilerliyor gibiydi. Ardından kocaman, beyaz bir su kütlesinin size doğru geldiğini görmek korkunçtu. Botumuz sahneye kurulu zemine bağlıydı ve çılgın bir çark sistemiyle kontrol ediliyordu, vinçleri kontrol eden bir adam bütün o düğmelere basarak botun yatmasını veya kaymasını sağladı. Aslına bakarsanız lunaparkta hızlı trene binmek gibi, eğlenceli bir şey ama 15 saat olunca biraz fazla kaçıyor galiba.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ