Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Pazar ‘Ah o rolü şimdi oynasam dediğim çok oluyor'

        Ekin TÜRKANTOS/ GAZETE HABERTÜRK-PAZAR

        Sinan Tuzcu, televizyon macerasına 2006’da “Ihlamurlar Altında” dizisiyle başladı. Bugüne kadar önemli projelerde yer aldı. Mevlânâ, Atatürk ve Nâzım Hikmet’in hayatını konu alan filmlerde, performansıyla adından söz ettirdi. Televizyona üretilen işleri eleştirdiğini fark edince kamera arkasında yazmaya ağırlık verdi. Yeni projesi ise “Kehribar”, yakında başlayacak. Öncesinde Tuzcu ile hayatını, yeni işini ve projelerini konuştuk.

        Nerelerdesiniz, neden bu kadar ara verdiniz?

        Bir süredir kamera arkasında yaptığım işlere ağırlık verdim, yazmakla vakit geçiyor. Zamansızlıktan oyunculuk ikinci plana düşüyor. Bir buçuk yıldır dizi için setlerde değildim, en son “Kaderimin Yazıldığı Gün”de konuk oyunculuğum oldu. Hoşuma giden senaryolar olduğunda tabii ki kamera önüne çıkıyorum.

        Arka taraf işin en lezzetli tarafı mı?

        Yaptığım işten lezzet almazsam yapamayan bir adamım o yüzden ayıramam. Konservatuvardan önce de yazıyordum sonrasında da devam etti. Gelen senaryoları çok fazla eleştirdiğimi fark edip “Sadece konuşmakla olmaz, biraz da üretmek lazım” diye yazmaya ağırlık verdim. “Sürmanşet” tiyatro oyunum sahnelendikten sonra -o bir üçlemeydi - tiyatro oyunları yazmaya devam ettim. Televizyona dizi senaryosu yazmaya başladım. İlk işim “Urfalıyam Ezelden” oldu. Şimdi de “Kehribar” diye bir iş yaptık.

        Hikâye kısmını genelde ben yazıyorum. İpin ucunu tuttuğum hikâyeleri seviyorum. Sonrasında, ekip kendiliğinden şekilleniyor. Beraber yazmak istediğim kişiler aynı zamanda arkadaşım, görüştüğüm insanlar olduğu için hep yan yana duran bir ekip oluyoruz. Ama herkes bireysel işini de yapıyor. “Kehribar”da Ali Aydın ile çalışıyorum, sevdiğim bir senarist, iyi arkadaşımdır.

        Hikâye ne üzerine?

        Bir kabadayı hikâyesi. Zeytinci bir ailenin oğlu, Almanya’ya gidiyor ve 20 yıl sonra ailesinin yanına geri dönüyor. Ancak bir daha yurtdışına çıkamıyor. Memleketinde kalmasını ve oradaki aşkıyla yüzleşmesini konu alıyor. Gürkan Uygun başrolde olacak. İnsanın kendi içindeki hesaplaşması, ailesi ve o toprağın hikâyesini anlatıyoruz. Gemlik, Mudanya ve Trilye üçgeninde geçiyor.

        Yazıyor olmanız elbette çok güzel ama “Veda” ve “Ayşe Opereti”ndeki oyunculuğunuz aklımda kaldı. Eminim benim gibi ön planda olmanızı isteyen izleyiciler var...

        “Ön” ya da “arka” diye bir şey yok, hep aynı havuzun içinde üretiyoruz. Yazmak çok keyifli, seyirciyle de güzel buluşuyor. Tiyatro sahnesini çok özledim. Umuyorum bu sene bir tiyatro oyununda yer alacağım. n

        Dizilerde rol tutunca yine benzer roller geliyor oyuncuya. Peki tiyatroda ne tip roller gelir?

        Açıkçası tiyatroda rol, kilometrenize göre gelir, sahne üstünde ne kadar zaman geçirdiğinize bağlı yani. Televizyonda tekrar karakterler oynuyoruz gibi gözükmesinin nedeni televizyona üreten insanların riski sevmemesi. Malum role malum cast eşlemesi seçiliyor; televizyon risk sevmez. Tiyatroda gelen rol ise, o işi yapan yönetmenin, prodüksiyonun sizi daha önce nerede seyrettiği, ne oynatmak istediğiyle ilgili. Tiyatroda insanı anlatırsınız. Ne zaman ne mekân olarak sınırınız yoktur. Televizyonda ister istemez sınırlı kalıyorsunuz.

        Artık izleyicinin oyuncu olabildiği yeni trendler var hayatımızda. Oyun odaları mesela...İnsanlar bir odada kilitli olarak oyun oynuyor, dedektif gibi iz sürüyor. Hiç denediniz mi?

        Denemedim çünkü klostrofobik bir adamım. Bir yerde sıkışıp kalamam, o bana eğlence değil zulüm geliyor. Ama insanlar heyecanlanmayı ve beraber oynama fikrini seviyor. Sanırım modern çağın yükselen bir trendi. Avrupa’da çok yaygın. Budapeşte’de 50 tane farklı oda var. Onun bir üst kademesi; ‘promenade tiyatro’. Umarım yakında o da gelir. Mekândan girdiğiniz an oyun başlıyor, oda oda gezerek hikâyeyi takip ediyorsunuz, ayakta seyrediyorsunuz çünkü oyun her yerde ve siz onu çözmeye çalışıyorsunuz. Yurtdışında bir korku tiyatrosu izledim. Oyuncuyum, oyun oynandığını bildiğim halde korktum. n

        Korku tiyatrosu fikrini çok sevdim...

        Dünya hikâye anlatmanın yöntemlerini araştırıyor, deniyor. İnsanlar yeni şeyler yapmak istiyor. Biz de biraz yeni şeyler yapsak hoş olacak. n Gündemi ve sosyal medyayı takip ediyorsunuz. Canınızı sıkan bir durumda da açıkça fikrinizi söylüyorsunuz. Bir tiyatro grubu oyuncu aradığında da, sokak hayvanları için yardım gerektiğinde de paylaşıyorsunuz. Sosyal medyayı sadece iş için kullanmayı sevmiyorum. Fikrim neyse onu yazıyorum. Bir bloğum var, yazılarımı orada da paylaşıyorum. Arada Kafa Dergisi’ne yazdığım da oluyor. Yazmamak gibi bir lüksüm yok. Ben her sabah 11.00’de bilgisayarın başına geçip en az 7 saat yazıp çiziyorum, geri kalan kısmında da okuyorum. En kolay yeni çıkanları sosyal medyadan buluyorsun. Onu kullanmadan artık nerede, ne olduğunu pek bilemiyorsun. Biraz da bundan aktif kullanıyorum.

        Çocukken en sevdiğiniz oyunlarınız nelerdi?

        Konservatuvarda hocamız “Çocukken oynadığınız hale gelin” derdi. Ben her alanda oyun kurabilen bir çocukmuşum. Kardeşimle yaratırdık, bir hayal arkadaşım vardı. O zaman yarattığımız dünyayı şimdi kâğıdın üstünde kurmaya devam ediyoruz.

        Fotoğraf çekiminde başta biraz yabancılaştığınızı söylediniz. Sete ara verdiğinizde de aynı şey mi oluyor yoksa ‘kamera’ dendiğinde hemen oyuna girebiliyor musunuz?

        Aynı. Setten uzaklaştıkça kalabalık üstüne üstüne geliyor. Ekranda 2 kişi oynuyor gibi görüyorsun ama arkada 50 kişi oluyor. Herkes sana bakarken bir şey yapmak çok kolay değil. O melekeni kaybedebiliyorsun. n Uzak kaldığınız dönemde okumak ve yazmak dışında neler yaptınız? Karadeniz, Ege’yi gezdim. Gaziantepliyim, İskenderun ve Hatay’a gittim. Fotoğraf çektim. Sette çalışırken dışarda yürüyen bir hayat var, ona uzak kalıyoruz çoğu zaman. Aileme vakit ayırdım. Yeğenim doğdu, onlarla vakit geçirmek iyi geldi.

        Yaş aldıkça geçmişe özlem artıyor mu?

        Sakinliyorsun. Ne için bu işi yaptığının daha farkında oluyorsun. “Ah o rolü şimdi oynasam” diyebiliyorum. Yaş almak oyuncu için çok güzel. Merak ediyorum 50’de, 60’da ne olacak?

        Aradığınız hikâyeler daha mı sadeleşir?

        Güzel bir laf var; “Bu mektubu sana uzun yazdım çünkü az vaktim vardı. Kısa yazmaya vaktim yoktu” diye. Bir şeyi kısa yazmak gerçekten vakit ister. Sadeleşmek zordur.

        Oyuncu olmak isteyenlerin en temel derdi ne sizce?

        Biz tiyatro izleyerek oyuncu olmak istedik. Bu memlekette oyuncu olmak keyifli fakat zordur. Ferhan Şensoy hep “Oyunculuk aslında çok kolay bir meslektir, boktan geçen 30 yılını saymazsak” der. Usta sözüdür, kulağıma küpedir.

        'MEGASTAR OLMADIĞIM İÇİN RAHATIM'

        Hayatınızı özgürce yaşayabiliyor musunuz?

        Megastar olup sokakta yürüyemeyen arkadaşlarımız var ama ben öyle olmadığım için rahatım. Diziler dünyaya satıldığı için yurtdışında birinin seni tanıması, gelip fotoğraf çektirmesi keyifli oluyor.

        Hayatınızın en önemli dönüm noktası nedir?

        Yeğenimin doğduğu, onu elime aldığım günü unutamam. Çok önemli bir kırılma noktasıydı. Bir fotoğraf var, annem ayrı, babam ayrı bakmış kardeşimse çok ayrı bakmış. Yüzler o kadar acayip ki, onu ne yazabilirsin ne de oynayabilirsin.

        Fotoğraf çekmeyi seviyorsunuz, doğum fotoğrafçısı olur muymuş sizden?

        Kan görmeyi çok sevmediğim için sanırım olmazmış. Ama ne güzel bir şey, çok özel bir meslek, her gün bir mucizeye tanık oluyorsun.

        Başka hassas olduğunuz hangi konular var?

        Doğaya karşı hassasım. Doğayla buluşmayan birinin kendi değerlerine sahip çıkabileceğini düşünmüyorum. Kediler, köpekler, otlar, ağaçları çevremde tutup toprağa dokunmak önemsediğim şeylerin başında geliyor.

        Müzik ve dansla ilişkiniz nasıl?

        Dans etmeyi çok seviyorum. İşimizin de bir parçası. Müzik hep hayatımda, onsuz olmaz. Şu ara Ege ve Batı Trakya müzikleri dinliyorum. Türkü, etnik müziklerin değişmiş halleri, Kelt müziğini çok severim. Bağlama, gitar tonlarıyla akort edildiğinde onunla bir Fado dinlemek muhteşem olur mesela.

        Kendi adınıza 2016’da neler olsun?

        “Kehribar” umarım sevilir. Romanı bitirip okuyucuyla buluşmasını istiyorum ama en önemlisi sağlıklı olmak.

        'ORHAN VELİ'YLE TANIŞIP SESİNİ DİNLEMEK İSTERDİM'

        Blogunuzdaki şiirlerinizi okudum, keyif aldım. Arka fonda Bülent Ortaçgil şarkıları da iyi gider... Bir şiir kitabı çıkartacak mısınız?

        Çok teşekkürler, iltifat ediyorsunuz. Bu konuyla ilgili bir editör okumasına ihtiyaç var. İleride belki ama ben üretmeye devam ediyorum. Bir yandan roman yazıyorum. İki buçuk yıl oldu, inşallah bitecek.

        İnsanların çalışma odalarını hep çok merak ederim, sizinki nasıl?

        Kendince bir düzeni var. Dışarıdan bakınca dağınık gözükebilir ama sonra toplarım, o konuda biraz anneciyimdir...

        Keşke şu yazarın çalışma odasını görsem diyebileceğiniz isimler kimler?

        Hayranı olduğum bir sürü yazarla iki cümle edebilmeyi çok isterim. Orhan Veli’yle tanışıp sesini duymayı isterdim. Özen Yula’yı severim, Orhan Kemal, Elif Şafak severim. Çalışma hallerini de görmek isterdim elbette...

        Sesli kitap da yeni hayatımıza girdi?

        Altı Nokta Körler Derneği uzun zaman sesli kitapları yaptı. Şimdi de özel bir iki dernek yapıyor. Müthiş bir şey.

        Oyunculuk yapmak size hayatta ne kattı?

        İnsanı daha anlayabildiğimi, öfkeyi azaltıp enerjiyi kontrollü tutmayı ve empati yeteneğini geliştirdiğini düşünüyorum.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ