Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Pazar Time Dergisi ekonomi editörü Rana Foroohar, Habertürk Pazar'a konuştu

        Sema EREREN - HABERTÜRK PAZAR

        sereren@htgazete.com.tr

        Dünyanın en büyük ekonomisi ABD, 2008 krizinin sancılarını hâlâ çekiyor. Kapitalizmin en önemli sembolü olan bu ülkenin ekonomisinde kriz sonrası süreçte halkın sisteme olan inancı günden güne azalıyor. Ekonomi ve politika konularında uzman, Time Dergisi ekonomi editörü, 23 yıllık gazeteci Rana Foroohar, yeni çıkan kitabı “Makers and Takers”ın ardından HT Pazar’ın sorularını yanıtladı.

        Amerika’da 18-29 yaş aralığındaki genç nüfusun sadece yüzde 19’u kendini kapitalist olarak tanımlıyor. Bunu söyleyen Harvard Politika Enstitüsü... Durum yaşlı nüfusta da pek farklı değil. Onlar arasındaki kapitalizm destekçilerinin oranı da sadece yüzde 26. Dünyanın en büyük ekonomisine sahip ülkede artık nüfusun büyük çoğunluğu sistemin kimin için ve kime karşı çalıştığını kestiremiyor.

        ABD’de başlayan ve tüm dünyayı saran 2008 dünya ekonomik krizinin üzerinden 8 yıl geçmesine rağmen hâlâ cevaplanamamış sorular var. ABD kapitalist sistemi yaralı ve ekonomi çok yavaş büyüyor. ABD’de birçok banka ya tarihe karıştı ya da ancak devlet desteğiyle ayakta kalabildi. Fakat bu, günün sonunda halkın ödediği vergilerle mümkün oldu ve tüm bu yaşananlar finansal sisteme inancı ciddi anlamda sarstı.

        Peki ne oldu da sistem bu hale geldi? 1970’e kadar tüm ekonomiyi besleyen finans sektörü ekonomiden beslenen bir sektöre nasıl dönüştü? Sistemin çarkları dönmekte neden bu denli zorlanıyor ve bundan sonrası için nasıl çözümler sunulabilir? Yaklaşan seçimlerde başkanlığa oynayan adayların sistemi düzeltebileceğine dair vaatleri gerçekçi mi? En önemlisi, yaşananlardan Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler nasıl ders çıkarabilir? Tüm bu soruların yanıtlarını gazeteci Rana Foroohar, uzun süredir beklenen “Makers and Takers: The Rise of Finance and the Fall of American Business” kitabında yanıtladı. 13 yıl Newsweek’te çalıştıktan sonra CNN, ABC, BBC, MSNBC gibi kanalların aranan yorumcusu olan, Time Dergisi ekonomi editörü Rana Foroohar anlatıyor...

        Toplumun kapitalizme karşı aldığı tavır geçici mi? ABD ekonomisi toparlansa ve toplumun her kesimi için refah yaratmaya devam etse, bu olumsuz yargı değişir mi?

        Toplumun gerçekleriyle finans kurumlarının gerçekleri örtüşmediği sürece halk nezdinde hayal kırıklığı devam eder. Bu aslında refahın artıp artmaması mevzusundan öte, büyümenin toplumun tüm kesimlerini kapsayıp kapsayamaması sorunu. Hisse senetlerinin yüzde 80’ini elinde bulunduran yüzde 10’luk kesim ya da ev fiyatlarındaki yüzde 60’lık yükselişten faydalanan emlak zenginleri halinden oldukça memnun ama toplumun büyük çoğunluğu bu gelişmelerden faydalanamıyor. Her kesimini kapsayan, sürdürülebilir büyüme modeli olursa kapitalizme olan inanç yeniden canlandırabilir.

        Toplumun reaksiyonu gerçekten kapitalizme mi yoksa finans kurumlarına mı?

        Bence ikisine de. 2008’de yaşanan kriz 40 senelik süreçte, yavaş yavaş değiştirilen politikaların sistemi getirdiği durumu yansıtıyor. Finans kurumları artık gelinen son noktada asıl var olma sebepleri olan reel ekonomiyi ve şirketleri destekleme noktasından çok uzaklaşmış durumda. İstatistikler gösteriyor ki ABD ve gelişmiş ülkeler hatta bazı gelişmekte olan ekonomiler bile büyüyebilmek için finansal sisteme her zamankinden daha bağımlı duruma geldiler. Fakat aynı zamanda ekonomik krizlerin yaşanma sıklığı artıyor. Bu yüzden bu iki durumun birbiriyle ilişkili olduğunu düşünüyorum.

        ABD başkan adaylarının kampanyalarında kullandıkları, finansal sistemi çok daha katı düzenlemelerle kontrol etmeye yönelik vaatlerini gerçekçi buluyor musunuz yoksa bunlar sadece halkın ilgisini çekmek için üretilmiş popülist politikalar mı?

        ABD başkan adaylarının vaatleri koca pastanın sadece bir dilimini temsil ediyor. Sanders, büyük bankaları lağvedip daha fazla sayıda ama küçük oyunculardan oluşan bir sistem vaat ediyor. Bence iyi bir fikir fakat tek başına yeterli değil. Hillary, finansal sistem üzerindeki yaptırımları sıkılaştırmaktan bahsediyor. Trump, hedge fonları katı bir şekilde vergilendireceğini iddia ediyor. Bunların hepsi manalı öneriler olsa da her biri zaten yapılması gereken kapsamlı bir programın ancak birer uzvunu temsil ediyor. Finansal sistemde dolaşımda olan paranın ancak yüzde 15’i halka ulaşabiliyor. Tüm bu çarpıklıkları düzeltmek birden fazla küçük politika ve yasa değişikliği gerektiriyor. Öyle tek hamle ve yaptırımla çözülebilecek bir sorun değil.

        ‘İNSANLAR BANKACILARISUÇLAMAYI SEVİYOR’

        Sizce üretim odaklı ekonomiden uzaklaşmak serbest piyasa ekonomisinin bir sonucu olarak mı türedi yoksa yanlış politikalar mı ABD ekonomisini bu noktaya getirdi?

        Hiçbir zaman dünyaya kapalı, izole bir ekonomiden yana olmadım. Serbest ticarete ve birçok alanda diğer milletlerle mal ve hizmet değişimine ihtiyaç duyduğumuza inanıyorum. Fakat Almanya ve Çin’in yaptığı gibi ABD olarak bizim de daha planlı ve stratejik bir büyüme programına ihtiyaç duyduğumuzu düşünüyorum. Serbest piyasanın karar vermesi yerine önce biz ne tarz bir büyüme modeli istediğimizi belirlemeliyiz. Son 8 yılda öğrendiğimiz bir şey varsa o da piyasaların her zaman etkin çalışmadığı..

        Gevşek para ve ekonomi politikasından halk dahil tüm ekonomik oyuncular faydalanırken işler yolunda gitmeyince bedeli sadece halk ödüyor. Bundan sadece finans kurumları mı suçlu? Mesela devlet halkın özgür iradeyle kredi almasını, riske girmesini engelleyemez miydi? Devletin vatandaşın iyiliği adına özgür iradesine müdahale ettiği bir politika doğru olur muydu?

        İnsanlar, bankacıları suçlamayı seviyor, bazılarının geldiğimiz durum itibarıyla bunu hak ettiğini düşünüyorum. Fakat şu gerçeği unutmamak gerekir ki finans kurumlarının yükselişi 1970’lerden itibaren ABD ekonomisinin büyüme ivmesini yitirmeye başlamasıyla oldu. Devlet, topu finans sektörüne atarak büyümeyi onların tetiklemesini istedi. Fakat finans kurumları, politikacıların inisiyatif almak yerine topu onlara atmış olmasından faydalanarak, ekonomik kalkınmayı sadece kendilerinin nemalanacağı bir şekle büründürdü. Bu durumun sonuçlarını hâlâ yaşıyoruz.

        ‘YASAKLARA DEĞİL TEŞVİKLEREKAFA YORMALIYIZ’

        Uzun yıllar süregelen gevşek para politikasının yarattığı olumsuz sonuçlar, tam tersi yönde sıkılaştırıcı politikalar ve yaptırımlarla mı düzeltilmeli? Yani ekonomi ancak müdahaleyle mi düzeltilebilir yoksa serbest piyasa dinamikleri yeni dengenin bulunması için bir kılavuz olabilir mi?

        Yaptırımlara ihtiyacımız olduğu gerçek. Fakat doğru ve işlevsel yaptırımlar düzenlemek gerçekten çok zor. Bence yaptırımlar ne kadar basite indirgenebilirse, o kadar etkili olur. Çıkış noktamız başımıza gelecek tüm kötülükleri önleyebilme adına çözümler bulmaktan geçiyor. Özetle ekonomiye müdahalenin doğru bir çözüm olduğuna inanmıyorum. Yasaklarla yanlışları engellemeye değil, teşviklerle doğru istikamete yönelmeye kafa yormalıyız.

        ABD’nin yaşadıklarından Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler nasıl bir ders çıkarabilir?

        Bence borca dayalı büyüme modellerine çok fazla bel bağlanmasınlar. Mesela Çin her 1 dolarlık büyüme için 4 dolarlık borca giriyor. Borç finansal piyasaların can suyu olsa da toplumun geri kalanını krize sürükleyen, fazlasından kaçınılması gereken bir unsur.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ