Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam "Agresifim, kompleksliyim"

        Şahan Gökbakar'ın 'Recep İvedik' karakteriyle Türk toplumunda komik olanı görürken, "Sosyolog olarak bu tipleri anlamaya ve açıklamaya çalışan bir gözle empirime yaklaşırım" diyen Yrd. Doç. Dr. Yıldız Akpolat, "Bu itibarla Recep İvedik karakteri benim için Türk toplumunun ürünü olan ve yapısal koşulların tetiklediği bir tiptir. Sanat bir abartıdır. Recep İvedik ile ilgili bazılarımızın irkilmesi belki bundan olabilir ama bu onun olmadığını göstermez" diye konuştu.

        ''İvedik karakterinin yeni bir Şaban karakteri mi'' diye yorumlanmasına dikkat çeken Yrd. Doç. Dr. Yıldız Akpolat, yaptığı araştırmalar sonrasında sosyolog olarak şu kanılara vardığını belirtti:

        "Şaban filmleri 1970'lerde tüm Türkiye'yi kasıp kavururken bu karakter de elit-aydınlardan gelen, tıpkı Recep İvedik karakteri gibi, aşağılayıcı tepkilere mazhar olabiliyordu. Ancak bu durum elit-aydının kendi toplumu ile olan geniş mesafesinden başka bir şeyi ispatlayamıyordu. Türkiye'de sağ ya da sol olsun elit-aydının adına konuştuğu Türk sivil toplumuna olan mesafesi bazen aydının olması gerektiği epistemolojik mesafeyi aşmaktadır. Şimdi de Recep İvedik karakteri ile tekrar karşımıza çıkan yeni Şaban karakterine bir göz atalım. Hem farklılık hem de benzerlik temelinde yapılabilir. Benzerlik noktasında her iki karakter de ortalama Türk insanına gönderme yapmaktadır, farklılık noktasında ise Şaban yeni göçmüş bir köy delikanlısının şaşkınlığına ve çekingenliğine sahipken Recep İvedik Kars'tan çok önce göç etmiş bir ailenin çocuğudur ki Kars artık Türkiye'nin 'Uzak doğusu'dur, o kadar İstanbul'dan uzaktır ve İstanbul'a İbrahim Tatlıses gibi kendi kültürünü egemen kılma çabasından farklı olarak kentte bir alt kültür oluşturmuştur. Bu alt kültür mahalle aralarında gözüken, caddelerden bulvarlardan saklı bahçelerde yeşerdikten sonra otobüslerin içinde 'Fortçuluk' biçiminde minibüsün arkasına yapıştırılmış yeni Türk atasözleri ile kendi değerlerini biçimlendiren bir kamyoncu kültürü olarak nitelendirilebilir. Oldukça abartılı erkek cinselliğine dair jest ve mimikleri olan Turkish şakalarla kendini fütursuzca ifade eden bir kültürdür. Bu filmde sık sık tekrarlanan adam olmak değeri içinde toplumsal bir yönerge taşır. Toplumsal ortamlarda insanlar nasıl davranmaları gerektiğini onlara bildiren hareket kanunları olan değerler ile yollarını bulurlar, bu değerler bir tür pusuladır. Mahalle delikanlısının pusulası da adam olmaktır. Recep İvedik'in ninesinden ona nasihatlerle iletilir: Çalışmak, evlenmek ve saygın olmak. Bu üç amacı gerçekleştirmenin serüvenine dalar İvedik. Toplumlar kültürel amaç koymakta mahir olmalarına rağmen her zaman herkes için bu amaçlara ulaşabilecekleri meşru yolları açamazlar. İvedik yetersiz eğitimi ile ancak madalyonun öteki yüzü olan eğitimli-seçkin kuzeninin yanında 'Patron yarısı' olarak iş bulabilir. Kendine ait olmayanı miras ile kendine hasrediverir. Burada artık çekingen Şaban'ın çoktan aşıldığı görülebilir, 'hakkının' peşinde olan 'yırtıcı' bir karakterdir. İvedik ezilmeye karşı direniş göstermeye çalışır. O artık lütuf talep eden değildir, 'haksız' hakkının peşindedir: Toplumun ona tanımadığı avantajların peşindedir. Yapısal koşulların fırsat tanımadığı bir yapıda İvedik çokça duyduğumuz tiratları kullanır, kişisel onurunu korumak için: 'Senin derdin ne, Ne yapalım yani, Çok da korktum, Sen beni kovamazsın ben istifa ederim, Sen benim kim olduğumu biliyor musun, Haddini bil' gibi. Recep İvedik elinden alınıp çoktan gitmiş olan avantajlarla ötekisi olmuş kuzenine kafa tutmakta, ona yol göstermektedir sağ duyusu ile. Türk sinemasında çok bildik bir temadır: Elit-modern-eğitimli-zenginin tüm avantajlarına rağmen yurdum insanının sağ duyusu sürekli batılı eğitimli olanı galebe çalar bu şekilde geniş yığınların onuru iade edilir. Recep İvedik'in kullandığı analojik akıl yürütmeler onun dilinde ifadesini bulur bu aynı zamanda Türk'ün hep dem vurulan pratik zekasının nişanesidir: Yaptakçılık. Bir yere ait olanı bağlamından koparıp başka bir bağlama monte etmek, montaj sanayi bize çok uyar mesela; üretmek değil farklı amaçlarla kullanmak. Örneğin filmde görüldüğü üzere uçağa otobüse muamelesi yapmak. Analojik akıl yürütme benzemeden, benzetmekten yola çıkarak düşünmedir.

        Sabiha Gökçen isim benzerliğinden ötürü Safiye Soyman, Hipokrat yemini prostat yemini, rezervasyon ise rezervuar olur. Biz buna kendi aramızda, 'Uysa da söyledim uymasa da söyledim' deriz. Biz onu kendi mantığımıza oturtmuşuzdur ya gerisi karşımızda anlama krizine girenin anlayışının kıtlığına havale edilir. Hep bir üste çıkma çabaları dilimize vurur. Üreterek değil üretmiş olanı retorikte aşağılayarak zafere kavuşuruz: Kedi ulaşamadığı ete mundar der. Şaban karakterinde ve 80 öncesi Türk sinemasında hep vurgulanan zorunlu erdemlerimiz (Habitus) artık sıkça gündeme getirilmese de Recep İvedik karakterinde yardımseverlik, hak-helal bilme, gözü tokluk gibi değerler kısmen yer buluyor ama maalesef değersel-amaçsal eylem olarak değil, amaçlar uğruna araçsallaştırılmış biçimde. Weber bizim üreticiliğimiz görse eylem kuramını tadil ederdi sanırım. Batı-dışı toplumun bireyi, sürekli tepesindeki otoritelere karşı rüşt ispatlamaya çalışırken -duruma ve alana göre değişiklik gösteren- yaş, cinsiyet, fiziksel güç ve şiddet araçlarına dayalı hiyerarşi ise kendi ötekilerini sürekli çocuk yerine koyma eğilimdedir. Filmde bu süreci ninenin azarlarında fark edebiliyoruz. Recep İvedik toplumda adam olamamanın bedelini azarlanarak, öder. Bir yanda koruyuculuğumuz ile çocuklarımızı atıl kılıyoruz diğer yanda koşullarını kendimizin hazırladığı bir rolde onları görünce kızıveriyoruz, sanırım çok da haklı değiliz. Biz her şey olamayabiliriz ama en iyi olduğumuz konu, kendimizi bilmektir. Recep İvedik kendi dramımızı ortaya koyar: Agresifim, kompleksliyim. Benzer bir temayı MFÖ bir şarkısında da dillendiriyordu: Psikopatım. Kişinin kendini bilmesi kadar iyi bir meziyet olamaz. Yapının zorunlu koşullarına Türk insanı bir zamanlar alçak gönüllülük ile uyum sağlarken artık klinik bir vaka olduğunun bilincinde. Postmodern bir dünyada kapitalizmin kaygan zemininde zaten nesneleşerek kendini teslim etmiş bir ülkede gerçeğe katlanamamanın en meşru yolu 'Delirmek' her halde. Ama bu ilginç bir delirme, kendini kaybetme değil mücadele edemediği koşullarda kendi ile dalga geçerek delirme. Sonuçta ne denebilir ki, toplumsal ve kişisel savunma mekanizmalarına karşı soğuk aklın vizesi ile ahkam kesmek kolaydır. Ne denebilir ki; güleriz ağlanacak halimize. Ve bir kez daha Nietzsche'yi hatırlayabiliriz. Ona göre sanat gerçeğe katlanmanın bir yoludur. Nietzsche bunu yüksek sanat için söyler ama bu da bizim yüksek sanatımız hem gerçeği açımlıyor hem de ona katlanmanın yolunu öğretiyor. O yüzden bu filmin bu kadar yüksek izlenmesi olağan dışı

        değil."

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ