Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Pazar ‘Ünlü oyuncularımız kendi gibi olamıyor’

        Pınar ERBAŞ / HT PAZAR

        Bazı insanlar vardır. Kesin iyi arkadaş olunur, hani ortada bir sorun varsa o yapmamıştır, suç başkasındadır diye düşünürsünüz. Ayça Bingöl de insana aynı hissi veriyor. Nasıl sıcak, samimi, içten... Onu bilen biliyordu aslında. Pek çok tiyatro oyunu var. Ama o, çoğumuz için "Cemile". İşi de zor hani. Zira Cemile Türk dizi tarihinin en gerçek kadın karakterlerinden biri değil mi sizce de? Hal böyle olunca 3 senedir onunla haşır neşir olan Ayça Bingöl'ün de kadına, kadınlığa dair söyleyecek pek çok sözü var. Hem, onu da yakından tanımanın zamanı çoktan gelmişti zaten.

        Size bir ay tatil versek neler yaparsınız?

        Datça'da bir köy var. Gizli köşem. Önce oraya giderim. Bir şort, tişört, içinde mayom. Öyle yatıp kalkıyorsunuz. Denize giriyorsun, çıkıyorsun, çok güzel zeytinyağlar yiyorsun. Ertesi gün bir daha. Hayat öyle geçiyor. Sonra vın turizmle Londra'ya. Orada da sokaklarda gezerim, güzel yemekler yerim, oyunları seyredip yükselirim.

        Yükselmek derken...

        İyi işler izlemek insanı her zaman motive eder. Sahnedeki o duygunun seyirciye geçiş anı varya, işte o bir oyuncuyu o kadar yükseltiyor ki.

        Ne kadar kaldık Londra'da?

        10 gün. Sonra evime dönerim. İstediğim zaman kalkarım, yatarım. Canım ister sahilde yürürüm. Bisiklete binerim. Kahvaltılar yaparım. Çok erken yapamam ama arkadaşlarım bilir. Aileme çok yakın oturuyorum. Çat kapı giderim. "Ben geldim, hadi kahve içelim" derim. Müzik dinler, kitapokurum.

        Bunları düşünmek bile iyi geldi değil mi?

        Hem de nasıl.

        Dile kolay 3 senedir yoğun tempo.

        Yorgunluk kartopu gibi büyüyor.

        Beri yandan da 3 senedir en popüler oyunculardan birisiniz. Daha erken tanınma olasılığınız da vardı. Sonuçta bu tamamen bir şans ya da tesadüf mü? Yahut belli bir olgunluğa ulaştıktan sonra, hani aklıselim sahibi bir haldeyken tanınmak daha mı iyi acaba?

        Hakikaten şans. Benimki oyunculuk ve karakter anlamında olgunlaştığım bir döneme denk geldi. Daha gençken enerjiniz yüksek oluyor. Kendinizi dünyanın merkezinde sanıyorsunuz. Her şeyi yapabilirmişsiniz gibi geliyor. Ama temelde ünlü olmaya verdiğiniz değerle alakalı bir şey bu. Kaldı ki bu meslekte çok tanınan biri de olabilirsiniz, hiç tanınmayabilirsiniz de. Ve tanınmış bir oyuncu iyidir diye bir şey de yok. Doğru orantılı şeyler değil bunlar. Bu yüzden hayatta öncelikleriniz olmalı.

        Sizinkiler neler?

        Huzurlu, sağlıklı, iyi bir insan olmaya çalışıyorum. Bir de bana ait, içselleştirdiğim dünyamda yaşamayı tercih ediyorum.

        Biraz tarif edin.

        Basit mutluluklardan bahsediyorum. Uzun uzun oturup denize bakmak, gözümü kapatıp çok güzel bir müziği dinlemek, en sevdiğim arkadaşımla saatlerce sohbet etmek.

        Kendi kendine mutlu olanlardansınız diyelim mi?

        Evet evet. Yalnızken kaliteli zaman geçirmeyi beceririm. Birçok insan yalnız olmayı sevmez ben bayılırım.

        'BABAM YARIM AĞIZLA 'PEKİ' DEDİ'

        "Konservaruvara girdim, oyuncu oldum" gibi net bir hikâyeniz mi var?

        Sayılır. İlk kez sahneye 11 yaşında çıktım. Sınıftan arkadaşımın ağabeyi oyunculuk yapıyordu. Erich Segal'in bir oyununu sahneleyeceklermiş, çocuk aranıyormuş. Ben de merkalıyım bu tarz şeylere.

        Nereden geliyor o merak?

        Hiç bilmiyorum. 3-5 replik bir şey okuttular. "Tamam senden olur" dediler. Suna Keskin, Gökhan Mete, Filiz Küçük, Volkan Saraçoğlu, İsmail Hakkı Şen, öyle bir kadro. Sonra da hiç bitmedi. Okul tiyatrolarında devam ettim. Çok da iyi bir öğrenciydim.

        Sonra...

        Kimya mühendisliğini kazandım. Ailem bu bölümü okumamı çok istedi ama ben "Yok yapamayacağım" dedim. Gizli gizli konservatuvar sınavlarına hazırlandım.

        Az önce konuştuğumuz, o gençken her şeyi yapabilirim hissinin bir getirisi mi?

        Aynen. O dönemde aldığım en doğru karar. Aferin bana.

        Ama büyük risk.

        Üniversitenin finallerine gidiyorum diye beni konservatuvara çalıştıran öğretmenime gidiyordum. Aklım da ermiyor ki kazanamazsam diğer tarafta da sınıfta kalmış olacağım.

        Aileye ne zaman söylediniz?

        Kazandıktan sonra.

        Ne oldu?

        Babama duygu sömürüsü dolu bir konuşma yaptım. "Benim mutlu olmamı istiyorsan lütfen müsaade et..."

        O da kıyamadı kızına.

        Kıyamadı. O üniversite diplomasına takılmıştı zaten. "Orası da üniversite, diplomam da olacak" dediğimde biraz yumuşadı. Yarım ağızla "Peki" dedi.

        Ne zaman kabullendi?

        Konservatuvarda, beni sahnede ilk seyrettiğinde. Sonraki işlerimde de hep çok gurur duydu.

        'YILMASINLAR, YILMAYALIM'

        Eskiden hep erkek hikâyeleri izliyorduk. Ama Öyle Bir Geçer Zaman ki, alt metinde bir kadını anlatıyor.

        Bu benim her zaman söylediğim bir şeydi. Tiyatro metinlerinde de, film senaryolarında da kadın hikâyesi yok. Ne büyük bir eksiklik. Bir Çehov ya da Shakespeare'e de baktığınızda ana aks hep erkek üzerinden gider. Ama hem senaryonun katkısı hem de yönetmenimizin kadın olması vesilesiyle bir kadın dayanışması oluşturduk. Cemile'yi aldık tepelere çıkardık.

        Cemile izleyene ne kattı?

        Kendileriyle yüzleştirdik. Entelektüel, sosyal, ekonomik fark göz etmeksizin hem de... Üniversite mezunu, ekonomik özgürlüğünü eline almış kadınlar da Cemile'de kendilerinden bir parça gördü.

        Neyi mesela?

        Mücadeleyi. Kendi de benzerini yaşıyor. Evine yetişmeye, çocuğuna bakmaya çalışıyor. Gidiyor patronuyla 10 saat mücadele ediyor. O da ataerkil, erkek egemen bir toplumun içinde.

        Peki evdeki kadın?

        O zaten eziliyor. Maalesef çoğu dayak yiyor, aldatıyor. Maddi geliri yok. Bu yüzden boşanamıyor. Ki toplumda boşanmak hâlâ çok büyük bir tabu. Cemile'nin o koşullarda kocasından ayrılması onların zaferi oldu. "Belki benim de bir kurtuluşum vardır" ümidini aşıladı.

        Birebir bu tarz geri dönüşler aldınız mı?

        Evet evet. Bir sürü kadından duydum. "Cemile bana ümit veriyor" diyorlar mesela. Aslında bu ne kadar büyük bir misyon. Çok şaşırıyorum. Bir karakterden bahsediyoruz ama izleyen kadınların hayatlarına dokunuyor. Gerçeklerden bahsediyoruz çünkü.

        Ne gibi?

        Bu ülkede evliliğinde tecavüz yaşayan çok kadın var. Biz bunu işlediğimizde büyük yankı uyandırdı. Seyirciyi çok acıttı çünkü onların da gerçekleri buydu.

        Cemile'den sonra kadınlarla ilgili meselelere bakış açınız değişti mi?

        Çok hassas olduğum 3 şey var; çocuklar, kadınlar ve hayvanlar. Bunlar, insanın var oluşuna hizmet eden varlıklar.

        Geriye bir tek erkekler kaldı.

        Yok öyle feminist feminist konuşmak istemiyorum. Hem kadınlar da çocuklarını dövüyor, hayvanlara kötü davranıyor. Ya da kadın kadının kurdu olabiliyor. Ama bu saydığım 3 varlığa karşı yapılan zulüm ezelden beri içimi acıtan bir şey. Hani "Bu kadarı da olmaz, hep mi felaket çıkıyor" diye bizi eleştiriyorlar ya, oluyor işte, beteri oluyor hatta.

        Kadınları da biraz eleştirmenizi istesem...

        En büyük ferlaket cehalet. Maalesef. Bunun için de kadınları suçlayamayız. Çünkü kadın cahil evet ama özellikle cahil bırakılıyor. Karşınızdakini ezebilmek için onu güçsüz kılarsınız. Varlığını telaffuz edemeyecek kadar özgüvensiz bırakırsınız. Bu da bir tür şiddettir. Ama Tanrı'nın kadına bahşettiği bir lütuf var.

        Nedir?

        Yaratıcılık, doğurganlık. Bunun kıymetini bilirsek daha mücadeleci olabiliriz. Yılmasınlar, yılmayalım.

        Sizin ataerkil bir toplumda yaşadığınızı iliklerinize kadar hissettiğiniz nokta neydi?

        Ben çok şanslı bir çevrede büyüdüm. Kendimi çok Türkiye geneline hitap edebilecek bir yerde görmüyorum.

        'En yeni arkadaşım 20 senelik'

        Nasıl büyüdünüz?

        Modalı'yım ben. Oturduğum yerden ötürü de biraz medeni bir çevre içindeydim. Dedem Fransızca ve Arapça'yı anadili gibi bilen, hem avukat hem iktisat mezunu bir adamdı. Devlet okuluna gidiyordum ama semtten ötürü çok nezih, iyi ailelerin çocukları gelirdi.

        İş hayatına girince peki...

        Orada da daha rahat bir çevredeydim. Kadının ne olduğunu bilen insanlarla çalıştım çok şükür.

        Eşinizle çok erken evlenmişsiniz.

        Evet. Konservatuvarda tanıştık. 25 yaşında da evlendim. Ama iyi oldu. Beraber büyüdük. Düzenli evlilik bu meslekte önemli. Korunaklı bir hayatınzı oluyor.

        Korunaklı derken...

        Çevrenizdeki şaşaaya kendinizi çok kaptırmıyorsunuz.

        Birinin daha çok ünlenmesi, daha çok çalışması ilişkiyi zedeliyor mu?

        Yoo. 16 yıl süren bir ilişki, 12 yıllık bir evlilikten bahsediyoruz. Artık ego mego, öyle şeyler yok. Benim başarım onun başarısı. Tüylerimiz birbirimizin başarısından diken diken oluyor. Allah'a şükür ki böyle yaşıyoruz. Aksi halde devam edemeyiz zaten.

        Ünlü olur, vakti olmaz, eski arkadaşlarıyla görüşemez. Onlar da "Artık çok değişti" der. Tersi de oluyor tabii ama yine de bu klasik hikâye başınıza geldi mi?

        Yok canım. Benim en yeni arkadaşım 20 senelik. Onlarsız bir hayat düşünemiyorum. Her zaman görüşüyoruz.

        'Espri anlayışı olmayan bir milletiz'

        Kuşlar söyledi. "Ayça Bingöl çok olgun, oturaklı gözükür ama çok eğlencelidir, yeri geldiğinde ağzını da bozar, çılgın bir yanı vardır" dediler.

        Evet evet. Eğer havamdaysam çok şen şakrak bir tipimdir. Ama bu ülkede benim gözlemlediğim bir şey var. Çok ünlü, tanınmış oyuncular ekranda ya da röportajlarında yüzde yüz kendileri gibi olamıyorlar asla.

        Neden?

        Çünkü biz espri anlayışı olmayan bir milletiz. Hayatla, hele de kendimizle dalga geçmeyi hiç bilmediğimiz için... Bir de ettiğiniz bir laf 3 gün sonra , yol su fatura olarak, 1500 yerden suratınıza çarpıyor. Artık "Aman" diyorsunuz. O yüzden kimse rahat rahat bir şey anlatamıyor. Kardeşim, Kate Winslet Golden Globe'dan Oscar'ına kadar hemen hepsini toplamış bir kadın. "Arkadaşımın evinde yangın çıktı. Çocukları almadan önce sütyeni taktım" diye bu hikâyeyi komik komik anlatıyor. İnsanlık hali işte. Ama düşünüyorum. Ben bu şekilde bir anımı anlatsam... Eyvah eyvah!

        Sesiniz de güzelmiş.

        Aslında öyle heveslerim var. Şarkıcılık gibi değil tabii. Haddimi bilirim. Ama daha teatral bir şeyler söylemek isterim.

        Müzikal gibi mi?

        Tam öyle de değil. Ne bileyim, farklı projeler. Belki bir gün öğretmen bulurum, kendimi o alanda geliştirirm. Hayal şimdilik.

        Ayça Bingöl dendiğinde insanların aklına ne gelsin istersiniz?

        İyi bir insan olmaya çalışan bir kadıncağızdı.

        İçinizden Cemile çıktı.

        Şaka değil ama. Hepimizin içinde Cemile var.

        Öyle çok kalp kıran birine benzemiyorsunuz zaten.

        Yok ya. Çok korkarım. Bilmeden kırdıklarım varsa da kusura bakmasınlar.

        Cemile size ne öğretti?

        Aslında bir şey öğretmekten öte bildiğim bir gerçeğin altını çizdi: Hayat zor. Hakikaten.

        'Fanım evimizin kızı oldu'

        Oyuncuların artık çok acayip hayranları var. Sizi sizden iyi tanıyorlar. Sizin de var mı?

        Fanlarım öyle güzel kızlar ki. Benim için dualar ediyorlar. Bir tanesi var. İsmi Ezgi. Bizim evin kızı gibi oldu artık. Annemde falan kalıyor.

        Çok abartı olmamış mı?

        Hayır hayır. Bir bağımız oldu. Ben onu kardeşim gibi seviyorum, o da beni ablası yaptı.

        Bu çocukların hepsi üniversitede okuyor, düzgün aileleri var. Öyle tehlikeli denecek tipler değiller. Sosyal medyada hakkımda yazılarınları takip ederler. Sevdiğim şeyleri bilirler, doğum günlerimde yollarlar.

        Nedir onlar?

        Kediler mesela. Bunu bilen bir hayranım kedi tablosu hediye etti. Bir keresinde de ne oldu biliyor musunuz? Hapishanedeki bir mahkûm bir gemi maketi yapmış. Üstünde ismim yazıyor. Beni en çok etkileyenlerden biridir. Oğlu sete getirmişti.

        Siz ne dediniz?

        Çok şaşırdım. "Babanız için ne yapabiliriz. Gelin beraber fotoğraf çektirelim, babanıza götürün, sevgilerimi iletin" dedim.

        Dizi bitse en çok neyi özlersiniz?

        Ekibi. Nasıl ayrılacağız bilmiyorum. Çok ağlayacağız.

        Yeterince ağlamadınız mı?

        Değil mi?

        Dizide sizin en pespaye hallerinizi, yaşlandırılmış, çökmüş tiplerinizi gördük. Ama beri yandan da sizin için hep söylenen bir şey var "Aslında çok güzel biliyor musun" diye.

        İşte bu konuda öncülük yaptığımızı düşünüyorum. Bir kadın rol için güzelliğini geri plana atabilir.

        İncileriniz de dökülmez!

        Aynen öyle. Hiçbir şey olmaz. Allah aşkına hâlâ makyajla yataktan kalkmayın yani sevgili oyuncular.

        Peki sizi en çok tanıtan rolde olduğunuzdan çok farklı görünmek avantaj mı dezavantaj mı, nedir?

        Bence herhangi başka bir rolle pek farkı yok. Arada bir güzelleştim sonra yine perişan oldum ama aslolan malzeme benim. Benden eksilen bir şey yok. Yarın bir gün çok daha genç bir rolde de olabilirim.

        Cemile için "Boşansın kabul, ama yalnız yaşasın. Neden hayatına erkek giriyor" diyenler de oldu.

        Evet ya. Hakikaten. Hakkı yok değil mi? Yazık. Biz Arif'le evlendik. Twitter'a bir baktım, neler neler. "Cemile ne bulunmaz Hint kumaşıymış kardeşim, her sezon yeni bir koca buldu" diyenler... Yahu kadın bir şey yaşayamadı ki. Kocası terk etti, dövdü, başka kadına gitti. Öbür adamla evlendiği gün adam öldürüldü. Kızı öldü. Artık bırak kadın 50 yaşında bir şeyler yaşıyor. Bu ne acımasız bir bakış açısı. "Bütün anneanneler öpüşüyor mu?" Evet öpüşüyor.

        Bunu da mı söylediler?

        Ülkede 50 yaşındaki kadınlara bir bakın, yaşlılar mı? Bu tür tepkilere başta bir kadın olarak hakikaten sinir oluyorum

        Tiyatroda ve dizide oynadığınız karakterler vesilesiyle bir sürü ödül aldınız. Bunlar ne ifade ediyor?

        Arada kendini kötü hissettiğin günler olur ya. Kalkarsın ama hiçbir şey yapmak istemezsin. İşte bazen gözüme çarpıyorlar. İyi şeyler yapmışım, bana teeşekkür etmişler. "Haydi Ayça kalk, motive etsin seni bir şeyler" diyorum.

        Öyle Bir Geçer Zaman ki'de:

        En duygulandıran: Osman'ı babasına verdiğim sahne. Bir de Mete ve Osman arasında tercih yapmam gereken bir bölüm vardı. Bu sezonun ilk bölümünde de Cemile Aylin'in mezarına gitti. Orada çok kötü oldum işte. Farah'ı (Zeynep Abdullah) çok seviyorum. Son çektiğimiz sahneler aklıma geldi. Tövbe yarabbim, mezar taşında da Aylin Talaşoğlu yazıyor. Perişan oldum. Ruh hastası mıyım neyim! Arada bazen Aras'a Berrin'e bakıp "İyi ki doğurmuşum sizi" diyorum. "Çocuklarıma bak kocaman oldular..." Eyvah yine kafayı yedi diyorlar.

        En romantik: Arif'le, o hani ağlayarak "Seni seviyorum" deyip öpüştükleri sahne. Başka romantik bir şey yaşayamadı ki zavallı Cemile.

        En komik: Emir Berke'yle (Zincidi) çok komiktik. 2'nci sezon didiştiğimiz sahneler vardı. O başkasının bahçesine dalıyor, elmaları çalıyor. Gidip kızıyorum. Onlar o kadar keyifliydi ki!

        En "Yok artık" dedirten: Benim karşımda o kadar çok insan öldürüldü ki. En son Tuğrul Arif'le bizi çağırıp, önümüzde Arif'in kız Seher'i vurdu. O kadar tekrarla oynadım ki o sahneyi. Artık farklı ne tip bir reaksiyon gösterebilirim, bilemedim.

        En zor: Geçen sene karda yalınayak yürüdüm. Ayça olarak yazık bana, böbreklerimi kaybediyordum. Senaristimiz Coşkun Abi (Irmak) ertesi hafta sete geldi. "Seni çok andım. Sahneyi beğendin umarım. Klavyede yazınca rahat tabii değil mi" diye takıldım hatta...

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ