Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Pazar Hayat kurtarmak kimlere mahsus?

        ALİHAN MESTCİ/HT PAZAR

        Pazartesi günü San Francisco'da bir uçak piste iniş yapmak üzereyken kuyruğunu piste çarptı. Kabin amiri Lee Yoon-hye uçaktaki 291 yolcu ve geri kalan 15 kişilik uçuş mürettebatı dışarı çıkana kadar yanmakta olan uçağı terk etmedi. Peki hayatta kalmak ve hayat kurtarmak Lee gibi hangi insanlara mahsus bir özellik?

        Seul'den San Francisco'ya 291 yolcu, 12 uçuş görevlisi ve 4 pilotla yola çıkan 214 sefer sayılı Güney Koreli Asiana Havayolları uçağı, geçen pazartesi San Francisco Uluslararası Havaalanı'na inişte kaza yaptı. Boeing 777'yle sadece 9 kere ve toplamda 43 saat uçmuş tecrübesiz pilot Kang-kuk, eğitimini henüz tamamlamamıştı. Yere gerektiğinden yavaş yaklaştı ve saat 11.30'da uçağın kuyruğunu piste çarptı. Başka bir deyişle, yolcular uçuşun son 1 dakikalık kısmında kendilerini pek nadir gerçekleşen uçak kazalarından birinde buldular. Uçaktan kopan kuyruk, iki kabin görevlisini dışarı fırlattı. Ağır yaralandılar. Arka tarafta oturan 16 yaşındaki iki Çinli arkadaş Wang Linjia ve Ye Mengyuan da piste fırlamıştı; onlar öldü. Seul'den gelen 307 kişinin 305'i uçaktan sağ çıktı.

        Asiana'da 18 yıllık tecrübesi bulunan 40 yaşındaki kabin amiri Lee Yoon-hye ise kazadan hemen önce ters giden bir şeyler olduğunu hissetmişti. Yanan uçağı en son terk eden Lee şöyle anlatıyor: "Tam yere inişte uçağın yeniden havalanmaya çalıştığını hissettim. Neler oluyordu? Uçağın yerle teması normal inişlerde olduğundan çok daha kuvvetliydi. Önce büyük bir sarsıntı oldu, ardından bir tane daha. Uçak sağa sola sallanıyordu..."

        'NE GEREKİYORSA OTOMATİK OLARAK YAPTIM'

        Çarpmanın etkisiyle uçak döne döne pistte sürüklenmiş, el bagajları içeri dağılmıştı. İçerisi dumanla dolmaya başlamış, pilot tahliye talimatı vermişti. Yolcuların ilk duyduğu anons ise şuydu: Herkes sakin olsun! Uçağın alev aldığını gören Lee, "Ne yapılacağını biliyordum. O sırada hiçbir şey düşünmedim, otomatik olarak tahliye için gerekli prosedürü uygulamaya başladım. Tek düşüncem bir yolcu daha kurtarmaktı" diyor. 12 uçuş görevlisi ve 4 pilot acil çıkış kapılarını açmalı, tahliye kızaklarıyla yolcuları uçağın dışına çıkarmalıydılar. Ancak 123 kişi acil çıkış yolunu takip ederek uçaktan çıkabildi. Tahliye yolunda gitmiyordu.

        İlk açılan acil çıkış kapısında, lastik tahliye kızağı dışarıya değil tam tersine uçağın içine girdi ve bir kabin görevlisinin üzerine kapandı. Kokpitten çıkan pilotlardan biri eline bir kaçış takozu alarak kızağın lastik yüzeyini patlattı. Bu sırada uçağın yanan motorundan saçılan duman 10 numaralı koltuğa kadar gelmişti. Arkalardan yardım çığlıkları duyuluyordu. Kabin amiri Lee ikinci kapıyı da açtı ama o tahliye kızağı da içeri girdi ve bu kez başka bir uçuş görevlisinin ayağını ezdi. Lee, bir yemek bıçağı bulup kopilotlardan birinin eline tutuşturdu. Diğer kızağı da deldiler. Neyse ki sol taraftaki kızaklar sorunsuzdu. Ancak yangın devam ediyordu...

        UÇAĞI EN SON LEE TERK ETTİ, YARASINI FARK ETMEMİŞTİ

        Lee soğukkanlılığını muhafaza ettiğini belirterek, "O anda alevleri ne kadar kısa sürede söndürebileceğimi düşünüyordum. Alevlerin bana zarar vereceğini düşünecek vaktim yoktu" diye anlatıyor. Öte yandan bir diğer uçuş görevlisi Kim Ji-yeon yürüyemeyecek durumdaki yolcuları sırtında taşıyor, bir yandan da ağlıyordu. 30 yaşında, 6 senelik hostes olan Kim, alevlerin sardığı taraftan kızakla aşağı atlamaktan korkan bir çocuğa sarılıp aşağı atladı. Uçağı en son kabin amiri Lee terk edecekti. Çıkmadan önce baştan sona iki kez uçağın içini kontrol etti. Arka kısmını siyah bir duman kaplamış, itfaiye teşkilatı yetişmişti.

        Tahliye işlemlerinin ardından Lee ile görüşen San Francisco İtfaiye Teşkilatı Müdürü Joanne Hayes-White, "O bir kahraman" dedi. Teşkilat müdürü, Lee'nin dosdoğru terminalden geldiğini zannetmişti. Onu şaşırtan kabin amirinin çok düzenli görünen kıyafetleriydi. Oysa kazanın ilk etkisiyle Lee Yoon-hye'nin kuyruk kemiği kırılmıştı. Lee ise hastanede tedavi altına alınana kadar yaralandığının farkına varmadığını söyledi!

        HAYATTA KALMAK, HAYAT KURTARMAK KİMLERE MAHSUS?

        Peki uçağı terk ettiğinde Lee'nin adeta terminalden gelen hostesler gibi düzgün ve temiz görünmesi normal mi? Nasıl oldu da Lee Yoon-hye kalan yüzlerce kişi uçaktan inene kadar kırık bir kemikle içeri açılan tahliye kızaklarını patlattı, sonra da "bir an bile düşünmeden" yaralı yolcuları dumanların arasından çıkarabildi? Sahi, böyle anlarda sakince hayatta kalmak ve hatta çevrelerindekileri kurtarmak kimlere mahsus kahramanlık öyküleri?

        İki buçuk yıl boyunca ABC televizyonunda ölüme meydan okuyanları dikkatle takip eden Amerikalı Ben Sherwood, bu tür insanların yaşadıkları zorluklara nasıl dayandıklarını araştırıp kitaplaştırmış bir yazar. Sherwood, bazı insanların sıkıntılı durumlarla karşılaştıklarında devreye giren "krize özel kişilikleri" olduğunu keşfetmiş. Bu kriz kişiliklerinin ortaya çıkmasını sağlayan şeyse, ayrı bir zihinsel tavır; yani hayatta kalma güdüsünün yarattığı başka türlü bir IQ...

        KURTULANLAR, AFALLAYANLAR, GEREKSİZ YERE ÖLENLER

        Pek çok insan hayatta kalmak için kararlı bir şekilde mücadele etmek yerine, hiçbir şey yapmayabiliyor. Hayatta kalma psikolojisi alanında dünyanın önde gelen uzmanlarından biri olan emekli İngiliz profesör John Leach, felaketle karşılaşan insanların verdikleri tepkilere göre 3 kategoriye ayrıldığını söylüyor. İlk grupta, felaketlerden kurtulmayı başarabilenler; ikinci grupta, afallayıp kurtulmak için akıllıca davranışlar sergileyemeyenler; üçüncü gruptaysa aslında hayatta kalabilecekken gereksiz yere ölen, hatta başkalarının da ölümüne sebebiyet verenler var.

        Leach, buradan "10-80-10 Kuramı"na varıyor. Buna göre, yüzde 10'umuz bir felaket anında nispeten sakin kalarak mantıklı düşünebiliyor. Bu en tepedeki yüzde 10'luk gruba, tüm yolcuların uçağı terk etmesini bekleyen kabin amiri Lee ve yaralıları sırtında taşıyarak dışarı çıkaran hostes Kim gibiler giriyor. Yüzde 80'imiz ise tehlike anında şaşkınlıktan donakalıyoruz. Bu gruba giren kişiler felaket karşısında neredeyse mekanik davranışlar sergileyerek sadece refleksleriyle hareket ediyor. Leach, zihnimizin karmakarışık bir hal aldığı, dikkatin zayıfladığı, hissizleştiğimiz böyle anlarda bir çeşit algı daralması yaşadığımızı söylüyor. Profesör, felaketlerde hareketsiz kalma durumunu, "Olabileceğine İhtimal Vermeme Tepkisi" adını verdiği bir sendromla açıklıyor. Karar verme yeteneklerini kaybeden bazı insanlar gözleriyle gördükleri şeye bile inanmıyor. "Akıl kilitlenmesi" yaşayanların başka biri tarafından yönlendirilmesi veya bir şekilde şok halinden çıkmayı becerebilmesi gerekiyor. Son yüzde 10'luk gruptaysa, tehlike anında kesinlikle yanında olmak istemeyeceğimiz insanlar var. Onlar, kendilerini kaybediyor, davranışlarına hakim olamıyor, yapılmaması gereken her şeyi yapıyor ve genellikle istenenin tersi sonuçlara yol açıyorlar. Bu gruptakiler bir tehlikeyle karşı karşıya kaldıklarında genellikle hayatta kalmayı başaramıyor.

        Ben Sherwood, 2009'da yayımlanan "Survivors Club" (hayatta kalanlar kulübü) adlı kitabında hayatta kalma psikolojisi uzmanı John Leach'in 10-80-10 Kuramı'na biyolojik bir katkı yapıyor. Buna göre insanların üçte birinin DNA'sında aşırı strese karşı nasıl tepki verileceğini belirleyen bir dayanıklılık geni bulunuyor.

        Hayatta kalanlar da kendi aralarında 5'e ayrılıyor: 1- Her şeye direnen savaşçılar. 2- Tanrı'nın onu koruduğuna güvenen inançlılar. 3- Zorlukların üstesinden diğer insanlarla birlikte gelebilen sosyal insanlar. 4- Sorunları çözmek için zekâsına ve yaratıcılığına güvenen düşünürler. 5- Duruma pragmatik bakan realistler. Kaza sırasında hayatta kalmak için savaşanların beyinlerinin, hafıza, plan, organizasyon ve karar vermeyi kontrol eden ön kısmı harekete geçiyor. İşte bu kısım, yüzde 90'lık grupta daha yavaş çalışıyor.

        'Hayır, göğsümdeki şişe dokunmayın!'

        Bütün bunların ortaya koyduğu acı gerçek şu: Pek çok insan aslında kurtulması mümkün olabilecekken hayata veda ediyor. Güçlüklerin üstesinden gelmeyi en iyi başaranlar ise krizlerin kaçınılmaz olduğunu bilen ve sıkıntılı durumlarla karşılaşabileceklerini öngörenler. Talihsiz durumların da sonu olduğunu kavramış olan bu insanlar sabredip doğru zamanı tespit ediyor ve yapmaları gerekeni zamanında yapıyorlar. Psikologlar buna "Etken edilgenlik" diyor. Yani ne zaman durup ne zaman harekete geçeceğinizi bilmek. Bu, bir şeyi başarmak için hiçbir şey yapmamak anlamına da gelebilir. Eylem, eylemsizlikle eşanlamlı olabilir ve bu paradoksu kabullenmek hayatınızı kurtarabilir.

        Aşırı baskı altındayken neden çok azımız sakin kalıp kendine hâkim olabilirken, çoğumuzun paniğe kapıldığına dair kabin amiri Lee'ninkine benzeyen başka hikâyeler de var. Mesela kalbine saplanan örgü şişi sayesinde hayatı kurtulan Ellin Klor'unki! İşte 58 yaşındaki kadının o felaket anında hayatını kurtaran tepkisi...

        Çocuk kütüphanesi memuru Ellin Klor, ailesiyle akşam yemeğini yemişti ve örgü grubundaki arkadaşlarına yeni modeller göstermek için can atıyordu. İçi kitaplar, yünler ve şişlerle dolu 3 çantayı kucakladığı gibi arabasına atlayıp California'nın Palo Alto şehrindeki bir arkadaşının evine gitti. Biraz gecikmişti; park etmiş arabalara bakılırsa, örgü arkadaşlarının çoğu gelmişti bile. Çantaları arka koltuktan aldı. Epey geniş 2 basamaktan ilkini çıktı, sonra ayağı takıldı ve düştü. Düşerken göğsü, örgü poşetinin üzerine denk geldi. 1.65 metre boylarında, ela gözlü, geniş yuvarlak yüzlü Klor, uzun zamandır sakarlığından şikâyetçiydi. Yani düşüşü beklenmedik bir şey değildi. Nefes aldığında göğsünde bir ağrı hissetti ama önemsemedi. Evin salonunda arkadaşları örgüye başlamışlardı bile. Klor da bir an önce onlara katılmak istiyordu ama göğsünün ortasındaki ağrı aldığı her nefesle daha da beter oluyordu. Sıradan bir sancı değildi bu. Kazağını kaldırıp baktı ve gördüğü o manzara hafızasına kazındı. Örgü şişinin sadece 10 santim kadarı vücudunun dışındaydı! Belli ki, elbisesini yırtarak tam göğsünün ortasına saplanmış olan şiş ikiye bölünmüştü. "Aman Allah'ım" cümlesi ağzından döküldü. Göğsüne saplı şişi gören arkadaşlarının ağzı açık kaldı. Hemen neler yapılması gerektiğini konuştular. Acaba ilk iş olarak şişi çıkarmaya mı çalışmalıydılar? "Hayır, dokunmayın" dedi Klor. Tamamen içgüdüsel olarak söylemişti bunu; hastaneye gidene kadar kimsenin yarasına dokunmasını istemedi. Doktorlar, hayatını kurtaran ilk kararın bu olduğunu söyleyeceklerdi sonrasında. Şişi vücuttan çıkarmak bir tıpayı açmak ya da bir şişenin mantarını çıkarmak gibi olurdu ve Klor kan kaybından oracıkta ölebilirdi.

        HAYATINI KURTARAN İKİNCİ KARAR

        Klor ve arkadaşlarının karşı karşıya kaldıkları bir diğer kritik soru şuydu: Bir arabaya atlayıp Klor'u hemen acile mi yetiştirmeliydiler? Klor, "Hayır, 911'i arayın" dedi. Hayatının kurtulmasını sağlayan ikinci kararı, sağlık görevlilerini beklemek oldu. Hastaneye yetişene kadar şiş birazcık dahi yerinden kımıldamış olsa, kalbindeki yara ölümcül olabilirdi. Klor, kanepeye dikkatlice oturup ambulansın gelmesini bekledi. Hep tetikteydi, hatta çok garip bir şey dikkatini çekti. Göğsüne şiş saplanmıştı ama bir damla kan yoktu. Böyle bir şey nasıl mümkün olabilirdi?

        Klor kaygılı bir şekilde, Palo Alto'daki Stanford Üniversitesi Tıp Merkezi'nin acil servisinden doktorların, durumunun ne kadar ciddi olduğunu açıklamasını bekliyordu. Zihnini meşgul etmek için kızı Callie'yi düşündü. Daha sonra güçlü bir vücudu olan ve bir zamanlar kırık bileğiyle 3 kilometreden fazla yürüyen mühendis kocası Hal geldi aklına. Kocası bazen ona "Biraz çıtkırıldımsın" diyerek takılırdı. Hal bunu duyduğunda acaba ne derdi?

        Doktorlar muayene sonuçları hakkında kendisine bilgi verince, Klor ilk kez korkuyla ürperdi. Şiş kalbe, akciğerlere ve en önemli damarlara gelebilecek darbelere karşı bir koruma kalkanı sağlayan uzun, düz göğüs kemiğini delip geçmişti. Bu ekip yıllar boyunca, vücudun akla gelebilecek her yerine saplanmış her türden nesneyi ameliyatla çıkarmıştı. Ama bir örgü şişiyle ilk kez karşılaşıyorlardı. Genç bir doktor paparazziler gibi önce Klor'un, sonra da şişin yakın plan fotoğraflarını çekti. Ardından doktorlar o korkulan haberi verdiler: Şişin ucu kalbi sıyırıp geçerken sağ karıncığı hafifçe yırtmıştı. İç kanama vardı ve acilen ameliyat gerekiyordu.

        Düşmesinin üzerinden bir saat bile geçmeden doktorlar Klor'u ameliyata almış, göğüs kafesini açıp kalbini dikmiş, göğüs kemiğini birleştirmiş ve göğsünü dikip kapatmıştı. Boynundan göğsünün ortasına uzanan 18 santimlik bir ameliyat izi kaldı ama hayatı kurtulmuştu. Ama şans mı kader mi bilinmez, örgü şişi bir kez daha Klor'un hayatını kurtaracaktı. Zira aslında Klor'un hayatta kalma mücadelesi daha yeni başlıyordu!

        SAPLANAN ÖRGÜ ŞİŞİ KANSERİ ORTAYA ÇIKARDI

        Doktorların ameliyatla şişi dikkatlice çıkarıp Ellin Klor'un göğsünü dikmelerinin üstünden yalnızca 12 gün geçmişti. Klor bir haftadır evindeydi, kızı ve kocasının ilgisinden de son derece memnundu. Fakat bir sabah göğsünde ve sırtında dayanılmaz bir ağrıyla uyandı. Güçlükle nefes almaya çalışıyordu ve ağrının sebebine dair hiçbir fikri yoktu. Derhal hastanenin acil servisine koştu.

        Doktorlar onu muayene edip kalbini, ciğerlerini dinlediler. Sonra korku içinde, adeta fısıltıyla konuştular: Bu belki de pulmoner emboli, yani akciğerlerde ölüme yol açabilecek bir kan pıhtılaşmasıydı. Ağrıyı dindirmek için morfinle birlikte hemen bazı tetkikler istediler. Geri geldiklerinde kafaları karışık görünüyordu. Testlerin hepsi negatifti. Ciğerler temizdi, kalp de beklendiği gibi iyileşiyordu. Dolayısıyla yaşadığı sıkıntı ameliyattan kaynaklanan geçici bir rahatsızlık olabilirdi. Birkaç ağrı kesici daha verip Klor'u evine gönderdiler.

        Ertesi gün telefonu çaldığındaysa Klor evde yalnızdı. Stanford'dan bir radyolog kendisini hemen görmek istiyordu. Çekilen tomografide Klor'un koltukaltında bir kitle tespit edilmişti. Büyümüş bir lenf düğümünü andırıyordu ki bu göğüs kanseri belirtisiydi.

        Aslında bu hastalık 10 yıl önce vücudunun öteki tarafında çıkmıştı. Ama şimdiki yepyeni bir tümördü, çünkü eski tümörün yeniden oluşması ihtimali düşüktü. Ve mücadeleye en baştan başlamak anlamına geliyordu. Doktorlar hastalığın yalnızca tek bir lenf düğümüne bulaştığını, bu yüzden tümörü kontrol altına alabildiklerini söylediğinde, Klor sevinçten bir çığlık attı.

        Doktorlara göre hayatını kurtaran şeyse aslında kalbine saplanan örgü şişiydi. Eğer o gece acil servise gitmeseydi, yani bütün o makinelerle vücudu tetkik edilmemiş olsaydı, tümör muhtemelen büyüyüp tüm vücuduna yayılana kadar gizli kalacaktı. Bu yüzden artık Klor dünyanın en şanslı insanlarından biri olduğuna inanıyor. "Örgü şişinden ölmedim, öyleyse kanserden de ölmeyeceğim" diye düşündüğünü bile hatırlıyor.

        O yılın büyük kısmını ameliyatla, kemoterapiyle ve ışın tedavisiyle geçiren Klor'un yanında doktora her gidişinde ya ailesinden biri ya da bir arkadaşı oluyordu. Bu arada bir yorgan bitirdi, yelekler, atkılar ve şallar ördü, bir yandan da kızının hızla büyüyüşünü izledi. Tedaviler sırasında Klor çok ızdırap çekti ama kendine dair bilmediği bir şey de öğrendi. Duyarlı bir kişiliğe sahipti ve bazen depresyona giriyordu. Fiziki olarak da çok güçlü sayılmazdı. O yüzden, yaşadığı bu deneyimden bahsederken artık "Benim için gerçekten sürpriz oldu. Bu kadar güçlü olduğumu hiç tahmin etmiyordum" diyordu.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ