Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem İnanç İlk tıp fakültemizde kadavra için bir imama rüşvet teklif edilmişti

        Türkiye'de tıp eğitimi veren ilk yüksekokul İkinci Mahmud tarafından 1826'da açılmış ama dersler için kadavra bulunamamıştı. Okulun idarecisi olan hekimbaşı, kimsesizlerin gömüldüğü bir mezarlığın imamına rüşvet teklif ederek "taze" cesed satın almak istedi, iş hükümete yansıdı ve hükümet "kadavra yerine balmumu model kullanılmasına" karar verdi.

        Bizde ilk modern tıp okulu, 1826'da Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılmasından sonra açıldı ama bu ilk tıp fakültemize kadavra bulmak büyük mesele haline geldi ve iş mezarlık imamlarına rüşvet teklifine kadar uzandı.

        İkinci Mahmud, 1826'da yeniçeriliği kaldırdıktan sonra, Asakir-i Mansure-i Muhammediye adıyla yeni bir ordu kurarken "Tıphâne" adı verilen bir Tıp Fakültesi de açmıştı ve Tıphâne, Türkiye'nin tıp eğitimi veren ilk okuluydu. Ardından, "Cerrahhâne" adıyla bir bölüm daha açıldı ve beş yıl sonra Tıphâne ile Cerrahhâne birleşerek "Mekteb-i Tıbbiye" hâline getirildi.

        PROFESÖR GETİRTİLDİ

        Okulların kuruluşunun ardından, Avusturya'dan Karl Ambros Bernar adında bir profesör, modern tıp eğitimini oluşturması için Türkiye'ye davet edildi. Bernar'ın üzerinde ısrarla durduğu konu "teşrih", yani anatomi derslerinin o zamana kadar yapıldığı gibi modeller ve resimler üzerinde değil, kadavra kullanılarak gösterilmesiydi. Türkiye'de daha önceleri tutucu kesimin tepkisinden çekinildiği için anatomi derslerinde kadavra yerine Avrupa'dan getirtilen balmumu ve benzeri maddelerden hazırlanmış modeller üzerinde çalışılırdı.

        KADAVRA SIKINTISI BAŞLADI

        Doktor Bernar'ın ısrarıyla, saraydan anatomi derslerinde Müslüman olmayan mahkûmların cesedlerinin kullanılabileceği konusunda bir ferman çıktı ama cesedler yetmediği için, kısa bir süre sonra kadavra sıkıntısı başladı.

        Mekteb-i Tıbbiye'nin kadavra kaynağı Tersane Zindanı idi. Zindanda yabancı bir mahkûmun can vermesi halinde Tıbbiye hemen haberdar edilir ve cesedler tahta sandıklarla "teşrihhâne"ye, yani anatomi bölümüne gönderilirdi. Ama ölen mahkûm sayısının azlığı nedeniyle anatomi dersleri durma noktasına gelmişti.

        Tarihçi Dr. Yüksel Çelik'in bulduğu bir belgeye göre, zamanın hekimbaşısı, bu sıkıntılı durum karşısında ilginç bir yola başvurdu: Kimsesizlerin gömüldüğü "Çürüklük Mezarlığı"ndaki cesedlerin Mekteb-i Tıbbiye'ye rahatça nakledilebileceğini düşündü. Buradaki cesedler zaten sahipsiz olduklarından anatomi derslerinde kullanılabilirler ve kadavra sıkıntısı da çözülebilirdi. Çürüklük Mezarlığı'nın imamı bilgi sızdırmadığı ve cesed nakline izin verdiği takdirde hiçbir mesele kalmayacaktı. Hekimbaşı, imama cesed karşılığında okulun bütçesinden para teklif etti; imam "insanlık açısından hayırlı olan bu talebe" razı oldu ama kendisini güvence altına almak için cesedlerin nakliyle ilgili zamanın başbakanlık makamı olan sadaretten resmi bir yazı istedi.

        TEPKİDEN ÇEKİNİLDİ

        Hekimbaşı imamın talebini sadarete iletti ve hükümet "Tıp Mektebi'nin kadavra talebini karşılamak için Çürüklük Mezarlığı'ndan gizlice cesed getirilmesi" konusunu tartıştı. Kadavra bulunmasının şart olduğu konusunda hemen herkes hemfikirdi ama cesedlerin gizlice taşınmasının halk arasında yaratacağı muhtemel tepkiden çekinildi ve ihtiyacın yine ölmüş mahkûmlardan karşılanmasına devam edilmesi yolunda karar alındı.

        Tıp öğrencileri, halkın tepki gösterebileceği endişesi ile daha uzun yıllar kadavra sıkıntısı çekeceklerdi.

        HATTIN BÜYÜK ÜSTADLARI

        İsmail Zühdî

        DOĞUM tarihi bilinmeyen İsmail Zühdî Efendi, Ünye'de doğdu. Gençliğinde İstanbul'a geldi, sülüs ve nesih yazıları Ahmed Hıfzı Efendi'den çalışıp icazet aldıktan sonra başka hocalara da devam etti ve sarayın hat hocası oldu.

        Kırk civarında Kur'an, çok sayıda hilye, murakka, kıt'a ve levha yazdı. Kendisi gibi zamanının en meşhur hattatlarından olan Mustafa Râkım'ın ağabeyi idi ve hem kardeşini, hem Şanizâde Abdullah ve Mustafa Behcet Efendi gibi devrinin önemli hattatlarını yetiştirdi.

        1806'da vefat eden İsmail Zühdî'nin mezartaşını kardeşi Mustafa Râkım yazdı.

        İFTAR MUTFAĞI

        Cihankeşân hoşafı

        MALZEME

        - Cihankeşân otu

        - Yumurta akı

        - Kelle şekeri

        - Karanfil

        - Demirhindi

        Genellikle eski evlerin tahta perdeleri önünde yetişen penbe çiçekli ve nadir bulunan "cihankeşân" isimli ısırgana benzer tatlı otun taze yaprakları gülsuyunda bir gece öncesinden bekletilir. Sonra, yumurta akıyla kaynatılır ve ince tülbentten süzülür. İçine el ayası miktarında kelle şekeri atılır. Soğuduktan sonra, önceden hazırlanmış buzdan kâseye dökülür ve her bir kâseye iki adet kuru karanfil ilâve edilir. Daha hoş kokulu olmasını isteyenler, az miktarda demirhindi de koyabilirler (Kadı Selim Sırrı Efendi'nin "Ağdiyye Risalesi"nden).

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ