Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Pazar ‘Utancımla övünmek zorunda kalmak ağır’

        HT PAZAR / Gülenay BÖREKÇİ

        Gerçek adı Derman İskender Över ama o "küçük İskender" mahlasını kullanıyor. Oradaki "küçük" kelimesinin bilhassa küçük harfle yazılmasını isteyen kendisi. Dur durak bilmeyen insanlardan, şu hayatta neyi isterse, neyi kafasına koyarsa yapıyor. Müzikten sinemaya el atmadığı alan neredeyse kalmadı. Edebiyatta da öyle; kendini türlerin, biçimin sınırlarına hapsetmiyor. Birkaç deneme ve aforizma kitabı, bir de romanı var ama o, her şeyden önce şair...

        Yeni kitabı olay oldu. Zira ölen, öldürülen "Ali"lerden bahsettiği kitap çıkar çıkmaz Ali İsmail Korkmaz'ın ölüm haberini aldık. Kötü bir tesadüftü. Veya belki tesadüf değil, şiirin olacakları görme, insanoğlunu gelecekte yaşanacaklara dair uyarma potansiyelini doğrulayan bir olaydı. Üstelik ilk kez de olmuyordu bu; küçük İskender daha önce de şiiriyle geleceğe defalarca dokunmuştu... Ben de biraz Ali adlı yeni kitabı dolayısıyla bu konuyu, biraz da başka şeyleri konuşmak için buluştum küçük İskender'le.

        'HERKESİN İÇİNDE BİR ALİ VARDIR, ZAMAN ZAMAN ORTAYA ÇIKAN'

        "Memetler ölürken Aliler öldürülür bu coğrafya için. Ali'nin gömleği onun için başka bir kanlı" diyorsunuz. Ali bir isim değil sadece, bir simge. Bundan bahseder misiniz?

        Ali'nin emre itaat etmeyeceği ve bu yüzden yok edilebileceği bilinir bu ülkede. Herkesin içinde bir Ali vardır ayrıca, zaman zaman ortaya çıkan. Bendeki Ali'ye gelince; halk arasında bir şehir efsanesi gibidir benim Ali'm. Direnişin, hırçınlığın, gururun simgesi... Uysal, durgun, sessiz görünür ama bu bir yanılgıdır. Ali'ler bir dil yangınıdır. Söndürülemez. Her kıvılcımdan tekrar tekrar doğar ve çoğalırlar.

        "Ali" çıktıktan kısa bir süre sonra bir Ali öldürüldü...

        Kahreden bir rastlantı. Ama ilk değil. Bakın, ilk kitabımda da Susurluk'u yazmıştım, ta 80'lerde. Mart ayında İçi Pis Tay adlı şiiri kaleme almış ve "üç beş çapulcu"dan bahsetmiştim. Öncesinde Ucube'yi yazmıştım. "Ey devlet beni de 'ucube' say" diye bir dize vardı o şiirde...

        "Olacakları hissetmiş gibi" diye yazdınız Twitter sayfanızda...

        Şairlere has bir önsezi işlemiştir belki ama evet, var bir gizemli yanı. Ya da olacaklar zaten bellidir aslında ama şairler şiir yazmaktan konuşmaya vakit bulamıyorlardır.

        'BEN SUSUNCA ÇÖZÜLECEKSE NEDEN SUSMAYAYIM Kİ?'

        Ayşe'nin, aşkın, hayatın "bazen çok Ali" olduğunu idrak ettiğimiz günlerdeyiz. "Ayşe bazen çok Ali" diye yazmışsınız. Bütün bu süreçte neler hissettiniz?

        Sosyal medyada da paylaştım bunu; 21. yüzyılda arkadaşlarıma, halka yapılan bu zulümden sadece utanç duyuyorum. Şu kesin: Bende ve bizim gibi düşünen insanlarda bu his doğmuşsa, sorumlusu Ali'ler değildir. Bu hissi soğutmaya, ortadan kaldırmaya çaba gösterilmemesine gelince; "Kendi başınızın çaresine bakın" demek bu. Ülkenin yarısı çürüğe ayrıldı! Utancımla övünmek zorunda kalmak ağır.

        "Güzeldik aslında, bizi tarih yazarak kirlettiler." Bu dizede sistemin kuralları, dayatmaları ve tarifleriyle bizi oluşturma çabasına sıkı bir eleştiri var. Güzel kalmak mümkün müdür şu hayatta?

        Nerede yaşadığınıza bağlı... Neden yaşadığınıza bağlı... Yaşadığınız yerde uğrunda yaşadığınız şeyler için ölebilecekseniz, güzelsinizdir. Sizi çirkinleştiren şey aslında başkaları. Başkalarından uzaklaşıp "çirkin olan" için dua edin, bu size iyi gelecektir.

        Bir gün ne olsa susarsınız?

        Sevdiklerim "Sus" demedikçe susacağımı sanmıyorum. Ama ben de Ali'yim; Ali'leri sevmeyenlerin bizi nasıl susturduklarına da şahidiz. Meseleler ben susunca çözülecekse, o zaman neden susmayayım ki zaten?

        'CİNSELLİK DE AYRIŞTIRIYOR'

        Eşcinsel olduğunuzu hem şiirinizde hem röportajlarınızda her zaman açıkça söylediğiniz için soruyorum bunu: Cinsel kimliği insanı başkalarından ayrı mı kılar, yoksa orada da görünmez bağlar var mıdır?

        Cinselliğin bizi birbirimize yakınlaştırdığını hiç düşünmedim. Ayrıştıran bir yan taşıyor. Kromozom sayılarımız eşit olabilir, ama DNA'larımız farklı. Ayrıldığım sevgilime bunu söylemek isterdim.

        'ÖLÇÜLÜ DAVRANMIYORUM'

        Şiir kitapları bizde az satar, az okunur. "Bu ülkede şiire ilgi duyulmadığı aşikâr" bile diyebilirdik belki; küçük İskender'in kitapları olmasaydı. Şair küçük İskender adeta bir pop star gibi ilgi görüyor; kitapları elden ele geziyor, şiir geceleri dolup taşıyor... Röportajda ona "Sizi bir istisna yapan nedir" sorusunu da sordum...

        "Şiir yazarken kendimi ayrı, farklı bir yere koymuyorum. Günlük hayatımdan ödün vermeden, herkesle, herkes gibi yaşamak bana sahicilik katıyor olabilir mi? Kalabalığa karışıp maç izliyorum mesela, müzik festivallerinde sahneye çıkıyorum ama bunu yaparken çadır kurup orada konaklıyorum da... Ne bileyim, başka bir şehre, bir etkinliğe gittiğimde organizasyonu yapan arkadaşlarla aynı evde kalıyorum. Ne kadar kızarsam kızayım, ne kadar sevinirsem sevineyim, ölçülü davranmıyorum. Şiir, canımız yansa da dolandırmadan içimizden geçeni söylediğimizde, tavrımızı koyduğumuzda hakikileşiyor. Bir de şu var: Kompozisyon bile en ilkel haliyle giriş-gelişme-sonuçtan ibaret, o yüzden insanın giriş-gelişme-bunalım-üçkâğıt-felaket ve sonuçtan oluşması bence dünyaya fazla. Ben sadece giriş ve gelişmeden sorumlu yaşıyorum. Sonuç kısmını gereksiz ölçüde politik bulduğumdan reddediyorum. Okurların ilgisi, bu sonuçsuzluğa bağlı biraz da."

        'Şiiri tıp okurken öğrendim'

        Birkaç hafta önce buluştuğumuzda tıp okuduğunuzu anlatmıştınız. Tıp, yüzeydeki ipuçlarını birleştirerek derinin altında, derin bedende olup bitenleri anlamaya ve hastalığı iyileştirmeye çalışmak bir bakıma. Şiirinizde bir yol açtı mı tıp eğitiminiz?

        Ben şiiri tıp okurken öğrendim. İnsan özlediği şeyi öğreniyor. İnsan bedeninde elbette kelime yok ama hayata dair bir sürü soyut cümle var. Aşk ve mücadele içeren cümleler. Sizi çağıran, sizi uzaklaştıran, bir bakıma yönünüzü tayin eden cümleler. Kendi bedeninize dönüp bakıyorsunuz böyle olunca; bende ne yazıyor acaba, diye?

        Başka neler oluşturdu şair küçük İskender'i? Aklıma sinema ve müzik geliyor öncelikle...

        İşte gizli cümlenizi araştırırken size uzatılan her şeye el atıyorsunuz; var oluşunuzu anlamanız yetmiyor çünkü, var oluşunuzu anlamlandırmak da istiyorsunuz. Şiir, müzik, tiyatro, resim her zaman bana yakın dost oldular. Ama işin temeli nedir derseniz, matematik... Çözmek için değil, bazen sadece denklem kurmak için... Karşı tarafı anlayabilmek için eşitliğin sağlanması lazım, denklemler ancak böyle çözülür. Şiir denklem işlevi görüyor. Sıkılsanız da özgürlüğünüz adına bu disiplinden geçmek mecburi. Sonra isterseniz, tüm bilimi reddedin. Kimse sizi tutamaz.

        SERSERİLİĞİN ASALETİ

        "Adalet duygusundan çok serseriliğin asaleti ilgilendiriyor beni. Yaşadığım coğrafyada ruha efelenmek en zoru. Ruh bir vahşi at. Dizgin bilmez. Ruha sözüm geçmiyor şiir yazsam da. Ancak bedenleri durduracak kadar anlama yeteneğim var."

        'NEFESİNİZİ BAŞKALARINDAN GERİ ALIN'

        "İnsanın insanı yargıladığı yerde ben sözümü esirgemem. Esirgeyemem. Hatta bildiğim her şeyi bir bir söylerim. Söylemek zorundayım. Çünkü yaşamak ile hayatta kalmak arasında tercihe zorlanmış bir toplumda yaşıyoruz ve birileri sizin adınıza nefes alabileceğini iddia ediyorsa cesur olmanız şart. Nefesinizi başkalarının elinden geri almalısınız."

        'AYIP VE SIR SAKLAYABİLEN BİR KALP BENİMKİ'

        "Hayatı eğlenceli ve uygunsuz hale getirecek tüm tekliflerim geri çevrildiği ve tehlikeli bulunduğu zaman anladım ki bol bir kalp benimki. Bol derken çok değil, geniş ve gevşek. Hatlarını belli etmediği gibi ayıp ve sır saklayabilen de bir kalp. Sokaktaki adamla tartıştığımda küfür edebiliyorsam, aynı küfrü resmi sıfatlı birine de yöneltebilirim. Beni kim tutabilir, kanunlar mı? Öldük mü dönüp dolaşıp başka başka geliyoruz. Mesele bu kadar basit aslında."

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ