Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Pazar Türkülerde yitirilenleri aramak! , Muhsin Kızılkaya, Muhsin Kızılkaya yazıları,

        Muhsin KIZILKAYA /muhsink63@gmail.com

        Taşrada, yaz aylarının öğleden sonraları çok uzun olur! Sessizlik çöker her yere, güneş kavurur. Sarı, kehribar bir hüzün yayılır etrafa, piyasadan el ayak çekilir, sokaklar, serin bir gölgelik bulup altına sığınmak için başıboş dolaşan köpeklere kalır. Bir karasinek vızıldar, dolanır, sonra uyuklamakta olan adamın eline konar, adam elini güçlükle sallar, sinek konduğu yerden kalkar. Avluda yel esmez, kavak ağaçlarının yaprakları hışırtısız, koyu bir yalnızlık içinde zaman, sanki gökyüzünün bir yerine yapışmış da orada çıkmaz bir leke olmuş gibi, kaskatı kesilir.

        Sinek uyandırdı ya uyuklayan adamı, adamın eli ister istemez radyonun düğmesine gider. Bedia Akartürk’ün söylediği türküyü yarısından yakalar:

        “Gayri dayanamam ben bu hasrete/Ya beni de götür ya sen de gitme...” Taşrada hiçbir yere gidilmez. Bütün yollar yalnızlığa çıkar, zaten şairden desturla “yol bir yere gitmez”, bir yere giden sensin. Kader seni her şeyinle bağlamışsa bu koyu yalnızlığa, sana kalan çıkılmamış yolculuğa çıkmaktır artık. Karşıda bir dağ var. Çocukluğundan beri o dağın ardını merak etmişsin, sonra kanatan zamanlara ayak basınca varmışsın bir gün o dağın başına, bir de bakmışsın ki tam karşında çıktığın o dağ kadar görkemli, o dağ kadar haşmetli bir başka dağ... Merak ettiğin her dağın arkasında, merakını biraz daha büyütecek daha büyük bir dağ vardır. Silsile silsile... Bu mahşeri sıcakta doruklarında beyaz bir leke gibi duruyor hâlâ bir parça kar. Buradan bakınca ulaşılmaz, sana çocukluğun kadar uzak.

        “Şu yüce dağları duman kaplamış / Yine gurbetten kara haber var / Seher vakti bu yerlerde kimler ağlamış / Çimenler üstünde gözyaşı var”

        Ali Ekber Çiçek’in sesine hiçbir şey karışmaz. Saf, pür bir inan sesi... Yaylalarda uyanılan serin seher vaktini düşürdü aklına adamın türkü. Otlara, çiçeklere o gözyaşına benzer kırağı düşer, dağdan kopan serin bir yel, çiğin üstünden geçer, yüzüne vurur. Ama nafile, nerede o serinlik... Radyoda “İstekler” programı var. Hep aynı saatte, hiç şaşmaz. Çok uzaktan, alttan alta Ahmet Kaya’nın mı, Müslüm Gürses’in mi olduğu pek seçilmeyen bir yakın zaman sesi, bambaşka bir türküye dönüşür. İkisi iç içe geçer, dağın ardına duyulan merak, dağda kar olma isteğine dönüşür.

        “Şu dağlarda kar olsaydım / Simsiyah duman olsaydım / Yine sever miydin beni? / Sahipsiz mezar olsaydım”

        Oysa evin arkasındaki mezarlıktaki bütün mezarların birer sahibi var. Sahipsiz mezarlar sonra girdi hayatımıza. Sürükleyip cesetleri sahipsiz mezarlara attılar bir zamanlar. Öldürülüp sahipsiz bir mezara atılan çocuklarının çetelesini tutamaz oldu analar. Biz ki ölülerimizi, kendimizden çok severiz. Mezar başında ettiğimiz dualar kimin içindir dersiniz? Mezarda yatan için mi, yoksa bir süre sonra mezara girecek olan kendimiz için mi yalvarırız yaratana? Müslüman mezarlığının huzur verici, serin gölgeliklerini özlemeyen var mı buz gibi bir limonata hafifliğini aradığımız o yaz öğleden sonralarında. Mezarlıkta yeşermiş yaban otlarını ayıklamak, sürgün vermiş çiçeklere su vermek, sevdiklerine bilmedikleri hikâyeler anlatmak... Gece ise mezarlıkta her daim bir ışık yanar. Kimisi evliyanın saçtığı nurdur der, kimisi kutsal kelamdan sevdiğini mahrum bırakmamak için elinde mukaddes kitapla oraya gitmiş bir sevgilinin yaktığı kandil... Yakınından geçerken mezarlığın mutlaka bir ıslık düşer diline, o ıslık zamanla bir türkünün dizelerine dönüşür.

        ‘Yüce dağ başında yanar bir ışık Düşmüşem derdine olmuşam âşık’

        Nurettin Güler’den alınma Sivas ellerinin çok eski bir türküsüdür. Herkese, ama herkese çocukluğunu hatırlatır. Radyodan yayılan hüznün sesidir biraz da. Her çocukluk, büyüyüp çocukluğunu özleyenlerin damağında bir türkü tadı bırakır. Yalnızca çocukluğun bir anayurdu olmasına hiç mi hiç şaşırtmaz insanoğlunu; bunu kabullenmeyen hiç kimse yok. Çocukluktan gençliğe geçiş, bir anlamda cennetten kovulmaktır. Şehvet denilen dürtü yüreğine düşünce insanın, artık cennetten kovulmuş demek. Artık sevda türküleri “istekler” listesinin en başında yer alır. “Deli gönül hangi dala konacağını” bilemez, “ormanların gümbürtüsü başına vurur.” “Ölürüm sevdiğim zahirim sensin / Evvelim sen oldun ahirim sensin.” Bu aşamadan sonra artık “aşka hudut çizilmiyor”, “zehir olan kadehine doldur beni” dersin.

        O yaz öğleden sonrasında zamanın donduğu, sineğin eline konduğu anda, artık sıradaki türkünün “Pencereden kar geliyor” olmasını arzularsın. Çünkü artık “sermayesi derdi, serveti âhıdır,” insanın. “Bir yanı yaprak dökmüş, bir yanı bahar bahçe” hâlâ. Artık, “Lokman hekim gelse yaram azdırır, yaramı sarmaya yar kendi gelsin.”

        Çok uzun bir süreden hayatımızdan türküler azaldı. İstekler programı bitti, sustu yurttan sesler... Eteklerinden tutmak için uzandı bazıları, televizyonlarda türkü starlar yaratmaya kalkıştı. Olmadı... Şehir ışıkları çoktan yutmuştu yıldızları. Kafanı kaldırsan şehrin göğünde çok az yıldıza rastlarsın artık. Yıldızlar ıssız yerlere çekildi. Hayatımızın en koyu yalnızlığına, en ulaşılması güç yerine... Sığınmak istediğimiz uzak dağ köylerinde artık yıldızlar. Bizim yarattığımız ışık henüz oralara ulaşmadı. O yüzden türkü starlar yetişmiyor artık şehirlerde, o yanık sesler hatıralarımızın en hüzünlü sayfalarında yerini aldı.

        Âşık Mahsunu Şerif öldü. Neşet Ertaş yürüdü, sesinden vurdular İbrahim Tatlıses’i, Müslüm Gürses kalbine yenildi. Nida Tüfekçi söylemiyor artık, Muhlis Akarsu’yu yaktılar Sivas’ta, Celal Güzelses rahmete kavuştu, Mükerrem Ertaş zaten çoktan beri yoktu. Kaya sürgün yedi. Atakan Çelik’in, Abdullah Papur’un, Hale Gür’ün, Muazzez Türing’in, Sesigüzel’in, Bedri Ayseli’nin sesi kısık sanki.

        “Yurttan sesler” çoğalsa, küfür yerine hakaret yerine hoyratlara sığınsak... Soluksuz kalmış hayatımıza tekrar uzun hava girse, gönül tekrar havalansa... İşte o zaman, her şey eskisi gibi olur mu dersiniz?

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ