Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Cide ve Küre Dağları Milli Parkı en doğal orman ve yaşam alanlarından. Gidilmesi kolay değil, karayoluyla saatler süren bir yolculuk yapmanız gerekir. Sadece orman var ve zaman zaman da deniz çıkıyor karşınıza. Şikâyet edilecek bir durum yok ama zaman ve sabır lazım. Eğer Sinop tarafından geliyorsanız yerleşim yeri olmadan saatler süren yolculuğun ardından kendinizi bir tepede buluyorsunuz. Aşağıdaki yerleşim yerini uzayıp giden bir kumsal izliyor. Burası Cide. Ünlü edebiyatçı Rıfat Ilgaz’dan dolayı tanıyoruz burayı. Yaratıcı, mizahçı, bilge kişi. Kendisini 90’lı yılların başında gazeteye geldiğinde tanımıştım. Bir ekonomi muhabiri iken koca bir edebiyatçı beni iyi tanıyordu. Şaşırmıştım. Meğerse borsa ile yakından ilgileniyormuş. Hisse senetlerini, sektörleri sordu bana. Kendisinden edindiğim izlenim işin, ekonomik tarafından ziyade beyin fırtınası tarafıyla ilgilendiğiydi. Belli ki 70’i geçen yaşına rağmen heyecan arıyordu, risk alarak kazanmak ve öğrenmek istiyordu. İşte o tepeden Cide’ye ve arkasındaki uçsuz bucaksız yeşil orman örtüsüne bakınca bu yazarı, Hababam Sınıfı’nı nasıl yarattığını daha iyi anladım. Ilgaz bu sakinliğe, sessizliğe ve yalnızlığa karşı bir ses vermişti.

        Cide’ye inince bu yalnızlığa, ıssızlığa karşı gelen, yanıt veren başka bir örnekle daha karşılaştık. Burası Cidelilerin buluşma ve sosyalleşme yeri. Doğadan, Cide’nin yaşamından ve geçmişinden kopmadan. Çünkü bahsettiğimiz Han Bahçe tarihi bir yer. İçinde bulunan eşyalarla donanımlarla tam bir Cide müzesi gibi. Aynı zamanda bölgenin ve Küre Dağları Milli Parkı’nın ağaçları, taşları, bitkileri, çiçekleriyle bezenmiş. Her köşesi ayrı ama birbiriyle uyumlu ve doğal dizayn edilmiş. Sadece taş ve ağaç var. Avizeler büyük ağaçlardan. Masalar ağaç köklerinden ve 1.5 metre genişliğe ulaşan yekpare ağaç gövdelerinden. Bazıları ise yolda gelirken sık sık rastladığımız tahta biçiminde arka arkaya eğik şekilde dizilmiş taşlardan. Sayıları 5’i bulan taş masaların en büyüğü 2.5 ton ağırlığında, 2.2 metre çapında, 25-35 cm kalınlığında, tek taş. Vinçle buraya yerleştirilmiş. 400 metrekarelik geniş bir yer ve her köşesinde kadınlı erkekli müşteriler aynı zamanda hatıra resmi çektiriyor. Çünkü burası tam bir botanik bahçesine dönüşmüş, hatta onun da ötesi. Çaylar semaverle geliyor. Isınma, odun sobasıyla. Kahve ise kumda pişiriliyor. Yerel olan hemen her şeyden yemek ve kahvaltılık yapılıyor. Mantı, etli ekmek, ızgara köfte her zaman var. Etler yöre ineklerinin, özgürce gezen hayvanların. Izgarada semaverlerden çıkan közler kullanılıyor. Çiçekler ve bitkiler de yağmur sularının toplanmasıyla sulanıyor. Çatal ve bıçaklar da tahtadan. Bu doğallık aynı zamanda Panparks üyeliğinin de gereği. Panparks sertifikalı ilk işletme burası. Küre Dağları da Panparks’ın 13’üncü üyesi ve Türkiye’de tek. Milli Park’ın gelişimi ve tanıtımı için Panparks böyle bir işletmeyi teşvik de ediyor. Bütün bunların arkasındaki isim ise Uğur Gürsoy. Eskiden han olarak kullanılan bina 1933’te Gürsoy’un ailesine geçiyor. Akaryakıt istasyonu işletmeciliği yaparken burayı 2009 yılında yeniden faaliyete geçiren Gürsoy, durumu babasından 2 yıl gizlemiş.

        Burası aslına uygun yeniden dizayn edildiğinden 8 tane de odası var. Yine eski haliyle restore edilmiş ve otel olarak da hizmet veriyor. Uğur Gürsoy aynı zamanda Küre Dağları için rehberlik de yapıyor. Üç yıl önce mekânına girdiğimizde beni tanıdı. Konuştuk, bilgi aldık, fotoğraf çektik. Burası hiç yazılmamıştı. Sonra biz İstanbul’a dönünce ekonominin gündemine daldık gittik. Nisan ayı sonunda Ömür Akkor ile Karadeniz seyahatinde “Türkiye’nin en iyi restoranı neresi” diye sohbet ederken, O Ağrı’dan örnek verince, benim de ”en ilginç yer” diye burası aklıma geldi. Sonra da yazmaya karar verdik.

        Yazmadığımı hatırlayınca kısmet 3 yıl sonraya kaldı.

        KAHVE ÇİNÇİVA'DA FIRTINA VE KÖPRÜ MANZARASI ÜSTÜNE BİR DE MUHLAMA

        -Bugünün payına doğal mekânlar düştü. İkinci mekân Karadeniz’in diğer ucunda Çamlıhemşin’in Şenyuva Köyü’nde. Buranın eski adı Çinçiva. Murat Karayalçın’ın da doğduğu köy. Kahve Çinçiva adı da buradan geliyor. 60 yıl önce köy kahvesi olarak açılmış ve halen faaliyette. Kışın da açık, normal köylülerin de oturduğu, oyun oynadığı, sohbet ettiği bir kahve. ”Sevdaluk” dizisinde çokça görüldü. Dizinin çekimine de katkıda bulundu, katkı da aldı. Bir köy kahvesinde çay ve kahve bulunur. Burada ise daha fazlası var. Çünkü 6 yıl önce işletmeciliği devralan Büşra Karayalçın buraya yemek bölümünü de ekledi. Poğaça, kurabiye, kakaolu kek, börek, kahvaltı, mısır ekmeği, lahana çorbabı, turşu kavurma, muhlama, köfte, sobada pişen köy ekmeği, yayla peyniri, laz böreği de var. Bir de alabalık yapıyorlar. Bazen de farklı yemekler çıkarabiliyorlar. Anne, baba, abla, kardeş, tam 7 kişi çalışıyor. Fırtına Deresi tarafı kafe restoran, arka taraf köy kahvesi iç içe çalışıyor. Kaçkar yaylalarına çıkan yolun üstünde bir kahve olarak kendinden beklenen fonksiyonu fazlasıyla yerine getiriyor. Ahşap ve taş karışımı yöresel mimarisi ve eski yapısı görselliğini güçlendiriyor. Ancak bulunduğu yer de çok özellikli.

        -Bir kere Şenyuva gibi tarihi konakları bulunan bir köyün dibinde ve aynı zamanda Karadeniz’in en güzel iki yaylası Pokut ile Sal yaylaları yol ayrımında.

        -Karadeniz’in tarihi en eskiye giden kemerli taş köprülerinden ikisi burada, Fırtına Deresi’nin üzerinde Hem fırtına hem kemerli köprü hem de yöresel mimarinin resmedildiği tek yer.

        -Fırtına Deresi’nin en iyi görüntülenebileceği bir yerde. Derenin üzerinde açık terasa sahip. Hem yöre mimarili evlerin varlığı hem Fırtına ve üzerindeki iki tarihi köprü, hem de doğal güzellikler burayı ideal bir mola yeri yapıyor.

        Diğer Yazılar