Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Amerika’nın küresel krizde faiz oranlarını sıfır düzeyine indirmesi ve piyasalara yaklaşık 3.5 trilyon dolar para sürmesinin dünya likiditesini genişletmesi, faiz oranlarını birkaç yüz yıllık tarihi dip seviyelere geriletmesinin gelişmekte olan ülkelere ve Türkiye’ye de geçmiş 5 yılda etkisi oldu. Dışarıdan kaynak bulma kolaylaştı ve maliyeti düştü. Bu sayede Türkiye ekonomisi daha kolay büyüdü, üretti, tüketti, bina ve inşaat yaptı.

        TÜRBÜLANSSIZ OLMAZ: 2014’ün sonuna yaklaşırken ABD ekonomisinin toparlanmasına paralel FED de piyasalara para vermeyi kesmek üzere. Doğal olarak arkasından faiz artırımları gelecek. Dünkü FED toplantısıyla bu aşamanın ne zaman başlayacağına yönelik yol haritasının bir kısmı ortaya çıktı. Diğer kısmı 29 Ekim’deki toplantıya kaldı. Tabii ki yol haritasının küresel piyasalarda yaratacağı sarsıntılar olacaktır. Çünkü piyasaların üzerine oturduğu ve hareket ettiği bir yörüngeden, başka bir yörüngeye doğru geçeceğiz. Bu işin sarsıntısız, türbülanssız olması mümkün değil.

        - Kaldı ki küresel piyasalar yılın ikinci çeyreğinden itibaren kârlı bir pozisyon içinde ve yıl sonu yaklaşıyor. Kârlarını realize edecekleri bir mevsime girdik.

        - Ancak küresel piyasaların tek yönlendiricisi FED’in atacağı adımlar da değil. FED’in kararını takiben bugün İskoçya’nın İngiltere’den bağımsızlığı oylanıyor. Yaratacağı parasal, ekonomik ve siyasi etkilerle son bir haftadır küresel piyasaları epeyce ürküttü bu konu. Çünkü anketler beklenmedik şekilde İskoçya’nın bağımsızlığına işaret ediyor. Eğer bu yönde bir sonuç ortaya çıkarsa, FED etkisi ile birleşeceğinden türbülansın boyutunu büyütebilir. Asıl etkiyi ise referandumdan hayır çıkması durmunda görürüz ki, bu seçenek hemen hemen hiç fiyatlanmadı ve piyasalarda yaratacağı pozitif reaksiyonun FED etkisini törpülemesi mümkündür.

        Bu işin kısa vadeli piyasa ayağı.

        NEDEN ENFLASYON: Daha orta vadeli ve Türkiye açısından bakarsak, artık dış kaynak maliyetleri düşmeyecek. ABD’den gelebilecek maliyet artışlarını bir ölçüde Avrupa’nın yeni parasal hamleleri törpüleyebilecek ama genel trend faizlerin yukarı ve likiditenin de giderek kısılacağı yönünde. Bu da bizim dışarıdan borçlanmamızı sınırlayacak. Artış devam edecek ama hızı yavaşlayacak. Zaten böyle de olmalı. Çünkü dış borçların milli gelire oranı yüzde 50’ye dayandı. Kamu kesiminin borcu düşük ama özel sektörün yüksek. Bunun da yıllık operasyonel yükü 200 milyar doların üzerinde ve oldukça yüksek.

        - Dış kaynaklara bağımlılığı artırmamak, hatta mümkünse düşürmek açısından iç tasarrufları artırmak ve harekete geçirmek gerekiyor. Bunun için de faiz oranlarının düzeyi çok önemli. Faizlerin yerlileri tasarruf ettirecek düzeyde yüksek ama yabancıları da Türkiye’ye yığmayacak kadar düşük tutulması gerekiyor. Bunun önündeki en önemli engel Türkiye’nin enflasyonunun yüksek olması.

        - Enflasyon Türkiye’de kazanan, Türkiye’de harcayan ve TL ile tasarruf edenler için bir alt sınır oluşturuyor. Faizin alt sınırı en az enflasyon kadar olunca, bu yabancı para için cazip olabiliyor. Kurun istikrarına bağlı olmak üzere nominal faizi reel bir getiriye dönüştürebiliyorlar. Yıllardır Türkiye’de gerçekleşen durum bu. Oranlar yerliler için negatif ama yabancılar için kura bağlı olarak yüksek pozitif. Yabancı sermaye gelip ekonomiyi fonluyor, Türkiye piyasalarında yerlilerin tasarruflarını dışlıyor.

        - Bu açıdan dış kaynak maliyetlerinin artmasının ekonomi üzerinde kırılganlık yaratmasını istemiyorsak, işe yüksek enflasyonu düşürmekten başlayalım. FED’in kararı elbette çok önemli, ama bizim enflasyon konusunda atacağımız adımlar daha da önemli. Yetkimizde olan ve elimizden gelen bu.

        SONUÇ: “Ben nerede değilsem, orada mutlu olacakmışım gibi gelir.” Baudelaire

        Diğer Yazılar