Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Remake filmler genelde orijinalinin yerini tutmaz, ancak “We Are What We Are” orijinali aratmıyor, tabi bu bir istisna! Hikâyenin içindeki çatışmaya önem veren film, karakterlerin hislerini, travmalarını ve aykırı duruşlarını, yakın plana alıyor. “Jeune& Jolie” ise cesur yönetmen François Ozon’un kadrajına giren genç ve güzel bir kızın fahişeliğe merak salmasını gayet yalın bir biçimde anlatıyor. İki filmin de ortak özelliği uç noktalarda yaşayan karakterlerin kendilerini bulma çabaları… Festivallere damgasını vurmuş filmlerin DVD’lerinin çıkması izlemeyenler için güzel bir fırsat, hem de DVD’lerine sahip olarak,ekstra seçeneklerden mahrum kalmamış oluyorsunuz.

        “We Are What We Are”: Sapına kadar yamyamız…

        Yamyamlık hikâyesine yeni bir bakış açısı getiren “We Are What We Are”, mistik virajlarıyla seyirciyi şaşırtmayı hedefleyen sürprizli bir film. Mitolojik akımlarla ritüelleri harmanlayan film, yönetmen Haneke ile kurduğu akrabalık bağını güçlendirerek, tedirgin edici ortamlara ve karakterlere yöneliyor. Bunu yapmasının sebebi de, bilindik bir hikâyeyi farklılaştırabilmek. Despot bir babanın, kızlarını zorla ateşe atmasıyla başlayan olaylar, kızların cinnet geçirmesiyle daha da alevleniyor. Alevler fışkırıyor her yerden… Burada söz konusu olan ‘yamyamlık’ meselesinden mustarip bir babanın, katı kurallara ve ikonografiye olan bağı, idefiksdüşüncelerin kökleşmesine meydan veriyor. Puta taparmış gibi, geleneklere tapan baba, kızlarına kök söktürüyor. Yeter ki gelenekleri yerine getirsin!

        Toplumdan uzak yaşayan baba ve kızları, sırlarının ifşa olmamaları adına bir hayli uğraş veriyorlar, veriyorlar vermesine ama önünde sonunda, o sırlar dökülecek önümüze… İpuçlarının birbirini kovaladığı film, tüylerimizi diken diken ederek, sorgu mekanizmamızın harekete geçmesine vesile oluyor. Kafamızda biriken sorularla hikâyenin esrarını çözmeye çalışıyoruz. Hep şu soruyu sorasımız geliyor: “Sırlar, ne zaman, sır olmaktan çıkacak?” Hikâyenin ayrıntılarıyla, karakterlerin örtüşen biçimleri, ortaya net bir sonuç koyuyor esasında… Orijinal olmak için uğraşan yönetmen Jim Mickle, önceki seriye bağlı kalmadan, özünü bozmadan kendine belli bir şablon oluşturuyor. Bu şablona göre; kanlı sahneleri makaslayan Mickle, merak unsurunu başköşeye oturtarak hikâye odaklı bir film yaptığını gösteriyor izleyiciye… Hikâyeyi kendi algıladığı gibi yorumlayan Mickle, filmin sonlarına doğru sert sahneleri filmin içine gömüyor.

        Hikâyenin en önemli kısımlarından biri ise sözde Tanrı’dan gelen emrin, bir gölge kadar karanlık olduğunu ve bunun zalimlik olduğunu dile getiren baba karakteri, beyni yıkandığı için eğri ve doğruyu bulamıyor. Kapalı kapılar ardında, hayatını tekdüze yaşayan baba, çocuklarına maalesef çok ağır sorumluluklar yüklüyor. Babanın otoriter tavırlarına karşı koyamayan kızlar, içinde bulundukları rutinden ve sıkıntılardan kurtulmak için şeytanca bir plan yapmak için kafalarını çalıştırıyorlar. Zaten buna mecburlar! İnat uğruna çocuklarını heba eden baba, “ölmek var dönmek yok” diyor.

        Hikâyenin akışı güzel ilerliyor, ancak bazen şu kanlı sahneler perdeye yansısa da gerilim çabucak başlasa dediğimiz anlar da oluyor elbet… Ama en başta da söyledik, film yamyamlık başlığı altında, farklı alana yönelen bir dramatik kurgu. Yani hem yamyamlığın nedenlerine, hem de aile içi sorunlara eğilmesi bunu kanıtlıyor zaten. Yamyamlığı sadece bir araç olarak kullanan yönetmenin, asıl anlatmak istediği şey; dış dünya ile iletişim kuramayacak kadar güçsüz ve özgüvensiz bir yarı-insanın kendi iç dünyasında yaşadıklarını seyirciye izlettirmek… Neredeyse tek bir mekânda geçen hikâye, karakterlerle olan dengeli ilişkisini koruyarak, seyirci ve karakter arasında bir geçiş portalı oluşturuyor. Aslında hikâye dalgaları aşarak sadede geliyor, ama oraya gelene kadar bir sürü engebeyi aşmak zorunda kalıyor. Şaşırtma unsurlarını yerli yerinde kullanan yönetmen, sürprizbozan yapmadan elindekileri doğru bir şekilde birleştiriyor ve ortaya vahşet yerine acı gerçekler çıkıyor. Bir çuval inciri mahvetmemeyi başaran yönetmen, remake'teki başarısını da bu yolla ortaya koymuş oluyor. Dramatik korkuyu ön plana alan film, çatışma sahnelerini hızlandırarak filmin finalindeki şok edici sahneye gelmeye çalışıyor. Ters köşe işte öyle olur dedirten filmin, şiddetin içindeki gizemi finale saklaması, bize çok şey düşündürtüyor. Soğuk duş etkisi yaratmayı seven yönetmen, bazı çılgın görsellerle hikâyeyi absürtleştirip, sıradan tanımını yıkıyor ki, klişeler filme hâkim olmasın!

        Sonuç olarak; “We Are What We Are” bazı sert sahnelere karşın izlenebilecek bağımsız bir film. Kendi doğrularını yansıtmaya çalışan baba ile yamyam olmaktan nefret eden kızların soluk kesen sahneleri görülmeye değer… Benliklerinden ayrılarak, yeni bir benliğe transfer olan kızların kendi hayatlarını kurmak adına verdikleri mücadele, gözü kapalı babanın hazin sonuyla daha da ilginç hale geliyor.

        “Jeune& Jolie”: Yolundan sapan genç kız…

        François Ozon deyince aklımıza birçok şey geliyor: estetik kadraj, fotoğraf gibi görseller, iyi bir sinematografi ve iyi bir kurgu. Bunlar bir arada olunca ortaya güzel bir iş çıkıyor haliyle… Rutin giden bir yaşamı aniden tersine çevirmeyi iyi bilen Ozon, karakterlere yeni kimlikler tanımlayarak, eski kimliklerine veda etmelerini istiyor. Bunun yanı sıra; kendini tam anlamıyla keşfedip fark edemeyen karakterlerin, kendilerinde olmayan bazı özelliklerin peşine düşüyorlar. Obsesif dünyaya hâkim olduğu için, bu uzmanlığını karakterler üzerinde kullanan Ozon, onları yeni baştan yaratıyor sanki… Mutsuzlukla, mutluluğu çarpışan araba gibi çarpıştıran Ozon, hangisinin galip geleceğini kendi belirliyor. Hayatta yeni heyecan arayan karakterlerin maceralarına yer veren Ozon, onların perspektifinden dünyaya bakmamızı istediği için, bize karakterlere ait detayları veriyor. Bu detaylarla filmin akışı daha kolay hale geliyor.

        Şimdi tüm bu yazdıklarımızı düşünün, aklınızda Ozon’a dair net bir tablo oluşmuştur öyle değil mi? Ozon böyledir işte… “Jeune& Jolie” filmiyle yine aynı yoldan ilerleyen Ozon, beniçincilik (benmerkezcilik) yapan egosantrik ve takıntılı karakterlerin bilmediğimiz yanlarını bize gösteriyor. Özellikle de Isabelle karakteri! İçindeki sönmüş volkanı yeniden harlandıran Isabelle, cinselliğini yaşamak uğruna kendini sürekli kemiren, şehvet duygusuna karşı koyamıyor ve başta macera olarak gözüken oyun, gitgide gerçek olmaya başlıyor. Saplantısına karşı koyamayan İsabelle, ailesini bile karşısına alabiliyor. Tüm bunları dikkat çekmek için yapıyor, çünkü hayatında önemli bir coşku yok, olsaydı belki de yapmazdı. Güzelliğin karşılığını cinsellikte arayan Isabelle’in olgunlaşma dönemini, ham olarak aktaran Ozon’un hikâyeye yeni anlamlar yüklemeden bunu ortaya koyması da başarının güzel bir sembolü.

        Ozon bağımsız anlatım diline öykünürken, Isabelle’in başından geçenler bizi dört koldan sarıyor sebebi de cinselliğin estetize edilmiş biçimini perdeliyor oluşu… Ozon’un çektiği açık sahneler başta izleyiciyi rahatsız etse de, zamanla alışıyor izleyici, çünkü izlediklerimiz gerçeğin hikâyeleştirilmiş hali. Gözetleme tekniğini yer yer filme monte eden usta yönetmen, korkusuzca büyümek isteyen baskı düşmanı Isabelle’nin psikolojik gelişimini ve ergenliğini çerçevelemek istiyor, ama Isabelle’nin tüm bunlara rağmen fahişelik yapması ise bizim bin bir tane soru sormamıza neden oluyor. Biz de bir adım daha ileri giderek şunu soruyoruz: cinselliğini yaşamak için, özgür olmaya yeltenen her ergen fahişelik mi yapmalı?

        Alt metinlerde bunu sorgulayan Ozon, raydan çıkan ergen karakterin toplumsal yasaklardan kaçmak için neden böyle bir yola başvuruyor oluşunu irdeliyor. Kim bilir kendini belki de bir hiç olarak hissediyor bu ergen karakter, hissetmese farkını kanıtlamak için böyle bir yola başvurmazdı diye düşünüyoruz. Yapışkan kalıpları, çöp tenekesine fırlatan Ozon, etiketlerden kurtulmak gerektiğine vurgu yaparak, etiketlerin bizim hayatımıza müdahale etmemesini arzuluyor, ondan da öte tüy gibi hafif olmamızın tam zamanı diye ironi yapıyor.

        Başka bir okumayla; etkileyici, güçlü ve gerçekçi bir hikâye inşa eden ve ipuçlarını açık etmeden seyirciyi ortadan ikiye bölen/ayıran Ozon, genç ergen kızın dışarıdan kendini seyretmesine vesile oluyor. Masumiyetin izlerini silen Ozon, kişisel yolculuğun yan etkilerini paylaşıyor bizimle… Filme melankolik bir hava katan Ozon, fahişeliği bir araç olarak tanımlıyor, yani fahişelik karakterin değişimi için tam bir dönüm noktası!

        Netice itibariyle; … “Jeune& Jolie”; kendini değersiz hisseden bir genç kızın, uç noktalara doğru eğilmesini ve yeni heyecanlar yaşamasını öykülendiriyor, tabi bu öykülendirmede önemli olan genç kızın neden çabuk büyümeye özendiği yönünde… Neden-sonuç ilişkisini filme dayayan Ozon, neden ve sonuç ilişkisini insan kimyasına göre analiz ediyor. İşin doğrusu bunu da iyi başarıyor Ozon… İlişkilerdeki gedikleri ve sızıntıları belirleyen Ozon, bu filmiyle bize hem astral bir maceraya yaşatıyor, hem de ergenlik sorunlarının yabana atılmayacağını belirtiyor.

        Diğer Yazılar