Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Serinin ikinci filmi olan “Insurgent”ın başarısızlığından kısa bir süre sonra perdeye yaftalanan “Allegiant” gençlik distopyasındaki ezberbozan sisteme yenilik getirerek, iyi bir gelecek inşa etmek için ne yapılması gerekiyor sorusunu izleyiciye yöneltiyor. Buradaki amaç; geleceğe umutla bakmayı sağlayabilmek, tabi bu pek mümkün olmasa da, ortada bir niyet var. ‘Virtual reality’ (sanal gerçeklik) olgusunu filmin mekanizması haline getiren yönetmen Schwentke, kıyamet sonrasına göz kırparak çöldeki yaşantıyı göz önüne seriyor. Film, öyle sanıyoruz ki, çölde oluk oluk akan kırmızı akıntı ile Kızıl Nehir’e atıfta bulunuyor. Bildiğiniz üzere kırmızı-kahverengi renginde olan ağıralüvyonyüklü suKızıl Nehir'e adını verir.

        Bazı filmler vardır ki uzun olduğu için sinemaya iki bölüm halinde aktarılır, bazı filmler de vardır ki, yalnızca ticari amaca kurban gider. Yazdığımızı doğrulan “Allegiant” ne yazık ki iki parçaya bölünmüş. Birinci parçasını izledikten sonra ikinci parçasını seyredeceğiz ve seyrettiğimiz an sürekli birincisinde neler olmuştu diye beynimizi kemireceğiz, çünkü beynimiz filmdeki detayları ve yaşananları öteleyecek. Alın size bir kısır döngü! Hele ki hafıza sıkıntısı yaşayan biriyseniz, işiniz daha da zor. Birinci filmle ikinci film arasında az bir zaman farkı olsaydı, o kadar büyük bir sorun çıkmazdı, ama üç aya yakın bir zaman olunca sıkıntı başlıyor. Bu kadarla kalsa iyi! Serinin 3. filmlerinin yönetmen koltuğunda oturanRobert Schwentke'nin serinin ikiye bölünen 3. halkasının son filminde yer almayacak, sebebi ise şu: üst üste 2 filmde oynayarak çok yorulduğunu dile getiren yönetmenin yerine kimin geleceği merak konusu…

        SANAL GERÇEKLİK…

        İlk film “Divergent”a oranla; serinin üçüncü halkasının iyi bir başarı yakaladığını ve kafa yorduğunu söyleyebiliriz. Serinin üçüncüsü geleceğin karanlık (zaman zaman aydınlanıyor) distopyasını merkeze taşıyıp, geleceğin harikulade bir şekilde yaşanması adına neler yapılması gerektiğini perdeye yapıştırıyor. Aslında film distopya ve ütopya arasında bir yerde konuşlanıyor. Bazı sahneleri “Mad Max Fury Road”u andırsa da, filmde bir bütünlük var ve akışın dışına çıkmıyor. Bazı sahnelerde çok fazla duraksama olmasına karşın sorunu görmezden geliyoruz.

        Virtual reality ile özünü bulan film, kıyamet sonrası yaşananlara yeşil ışık yakarak, dünyanın giderek küçüldüğünü ve bunu çözmek için bazı deneyler yapılması gerektiğini savunuyor. Yalnız burada biraz durup önemli bir ayrıntıyı paylaşmak gerek. Toplulukları yöneten kötücül lider filmde yaşanılanların bir deney oluşundan bahsediyor. Biz de şunları sormak istiyoruz: Acaba gençler gerçekten bir deneye mi maruz bırakıldılar, yoksa onlar için alternatif bir dünya mı yaratıldı? Daha da öteye gidersek; dünya tamamen yok mu oldu, şayet yok olduysa bu neyin deneyi? Gençler nerede olduklarını sanıyorlar? Liderin bu bir deney diye gözümün içine sokması filmin bir parça tadını kaçırdığını söylemekte fayda var, zira seyirci kafasında başka bir şablon oluşturacakken, ‘evet bunların hepsi bir deneydi, her şey bir deney uğrunaydı’ diye açık etmek pek mantıklı değil. Film ilgimizi celbettiği kadar, ilgimizi azaltıyor da… Sebebini de şu şekilde açıklayabiliriz: Film önceki seriler ile her nedense bir bağ kurmuyor, önceki filmleri izlemeyenlerin bu filmi izleyip farklı bir değerlendirme yapmaları kuvvetle muhtemel. Filmi başlı başına değerlendirdiğimizde, seri ile çok ilgisi olmadığını görüyoruz.

        KENDİNE KÜÇÜLMÜŞ DÜNYA…

        Film boyunca kendine küçülmüş dünyayı kuş bakışı olarak izliyoruz. Film yer yer bazı bilim kurgu filmlerinin detaylarını filme monte edip, insan beyni, bilinçaltı ve siber yaşam/dünya kavramına dikkat çekiyor. Fütüristtik öğelerle donatılan filmin en büyük kusuru stüdyo ortamında çekildiğine dair tüyo veriyor oluşu. Bazı detaylar gözden kaçmıyor!Gelelim en önemli meseleye… Geçmişteki diktatör liderlere selam çakan film, faşist kokulu liderin geleceğe dair tüm umutları yakacağını ve umutları filizlendirenlerin ise yalnızca gençler olduğunu savunuyor. Zaten ülkeyi hep gençler kurtarmıyor mu, ya da kurtarmak için sonuna kadar savaşmıyorlar mı?

        Yukarıda da paragraflarda belirttiğimiz üzere film “Mad Max” ile kesişiyor, çünkü “Mad Max” geleceğin karanlık halini anlatıyor, yalnız burada bir parantez açalım; “Mad Max” te baştan aşağı her şey kötü gidiyordu, burada bir kusursuzlaştırma çalışması/eylemi var. Dna ile oynuyorlar ve geleceğin düzenini değiştirmeye yelteniyorlar. Filmin CGI efektlerinin de yeterince iyi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Önceki serilerde üzülerek belirtiyoruz ki CGI efektleri bir hayli kötüydü, ama bu film durumu kotardı. İnsan haliyle düşünüyor tabi önceden efektler kötüydü şimdi neden iyi diye… Sanıyoruz ki, daha çok kitleye hitap etmeleri gerekiyordu. Turuncu, kahverengi, beyaz ve siyah renkleriyle harmanlanan film, başkarakterin (Tris) beyaz kıyafetini öne çıkararak başkarakter oluşunu simgeliyor ve diğer karakterler de siyah kıyafetleriyle öne çıkıyorlar. Buna Four da dâhil. Daha net bir ifadeyle yazarsak; beyaz; şeffaflığı ve safkanlığı, siyah da; hasarlı insanları temsil ediyor. Four da hasarlılardan biri…

        YENİDÜNYA KRALLIĞI…

        Genel itibariyle; karakterler yaşadıklarını sorgulayıp yeniden topluluklara bölündükleri zaman savaş çıkacağına dikkat çekiyorlar. Kısaca hepimiz biriz diyorlar. Günümüze uzanacak olduğumuzda, ortaya şöyle bir tablo çıkıyor: topluluklara bölünmenin zararını zaten anbean yaşıyoruz ve kendi içimizde bir ayrımcılık yaratıyoruz. İşte film de tam bunu anlatmak istiyor. Filme hâkim olan distopya gençlerin üzerine bir hikâye kurarak, onların parlak zekâlarıyla dünyayı kurtaracak oluşlarının altını çizip, beyinleri yıkanmış insanların katarsis yaşamalarının şart olduğuna vurgu yapıyor ve karanlıkların içinden yükselip aydınlığa doğru ulaşacak mıyız sorusuna cevap arıyor. Buradan hareketle; ana hikâyeye bağlanan yan hikâyeler ilgi çekiyor ve sadece tek bir karakter öne çıkmıyor ta ki film final yapana değin. Finalde başkarakterin bize bazı mesajları var ve o mesajların içinde büyük bir ironi saklı, o ironiyi nereye çekerseniz oraya doğru uzuyor. Ayrıca filmin ağırlıklı olarak bilim kurguya yöneldiğini de göz ardı etmemek lazım.

        Zaman zaman “The Giver” filmiyle de ilişki kuran film, yenidünya krallığında yaşanacak olan olayların fotoğrafını çekip, kare kare bize onu anlatıyor. Lafın özü; ‘mükemmelleştirme’ ilkesini burnumuzun dibine dayayan film, bozulan insanlığın düzeltmesi için savaş veriyor ama bir hatırlatma yapalım: “balık baştan kokar”. Yanlış giden bir şeyi belli bir zaman sonra düzeltmek zor olduğu gibi, eski haline döndürmek neredeyse imkânsızdır. Zaman ilerledikçe yanlışlar çoğalır ve kaos meydana gelir. Hele ki bilimle insan mekanizmasını değiştirmeye çalışmak en büyük sıkıntılardan biridir. Film inceden inceden bu düşünceye dokunduruyor.

        Sonuç olarak; “Allegiant” sadece distopik filmler kategorisinde değil, bilim kurgu kategorisinde de yerini alıyor. İnsan beynini çözmenin henüz mümkün olmadığını göz önüne alacak olduğumuzda; distopya ve bilim kurgunun birleşiminden doğan filmin ikinci bölümünde neler olacağını merakla bekliyoruz, çünkü film kitaplarda işlenenden çok daha öteye gidiyor.

        Diğer Yazılar