Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bir tarafta dünyayı kurtaran kanunsuz maskeli kahraman, diğer tarafta da geçmişinden kurtulmaya çalışan ve komiklik yapan bir mafya adamı… İkisinin de ortak bir amacı var: yaşananları unutarak, farklı bir hayata başlamak… Tabi bunlar hiçbir zaman gerçek olamıyor. ChristopherNolan’ın “Batman Begins” ve LucBesson’ın “Malavita:Belalı Tanık” filmlerini izlememiş olanlar blu-ray eşliğinde çok güzel anlar geçirebilirler. Hele ekstra seçenekleri varsa, o zaman sizden iyisi yok. Eminim ki, Nolan’ın ilk Batman filmini izleyince kendinizi çok değişik bir ruh hali içinde bulacaksınız. Nolan, nasıl Nolan oldu sorusunun da yanıtını almış olacaksınız böylece…

        “Batman Begins”: Küllerinden doğan Batman

        “Memento”filmiyle yükselişe geçen Christopher Nolan’ın, kendini özgürce gösterdiği “Batman Begins”, Batman halkasının ilk filmi. Nolan bu filmi çekmeye başladığı zaman çoğumuz kendisinden bihaberdik belki de… “Memento” filmi ile her ne kadar adını duyursa da, “Batman Begins” ile hafızalarımızda yer etmeyi başardı. Çizgi romanda radikal değişiklikler yapan Nolan, fantastik bir Batman profili çizmek yerine, şehri kötü adamlardan kurtaran bir süper kahraman yaratmak istedi ve biz de bu kahramana ‘kanunsuz’ lakabını taktık. Çizgi romandaki Batman gerçekten de fantastikti. Zaten hiçbir zaman fantastik olan Batman’i sevmedik, bu yüzden Nolan ile iyi bir bağlantı kurduk, çünkü Nolan ne istediğimizi çok iyi biliyordu. Polisiye ve süper-kahraman arasındaki dengeyi kuran Nolan, hikâyeyi ters yüz ederek hikâyenin başkalaşım geçirmesine vesile oldu.

        Bizihikâyedeki adaletsizliğe doğru yönelten Nolan, maskeli kahraman içerikli bir suç olgusunu, nasıl işleyeceğini bildiği için kendini hiç aşağı çekmedi, ne de olsa ödevini iyi yapmıştı. İçimizde Nolan’a karşı hiçbir şüphe yoktu. Peki, Nolan “Batman Begins” nasıl bir yol izliyor? Otoriteyi, anarşiyi ve baş kaldırıyı,olayların merkezi haline getiren Nolan, merhamet göstermeyen ve tuttuğunu koparan bir süper-kahraman imajı oluşturarak, sömürüye karşı tepkisini dile getiriyor. Yani Nolan yeni bir devrim başlatıyor ve böylelikle Barman’in macerası başlıyor. Kurgudaki üstünlüğünü sonuna kadar gösteren Nolan, hikâyeyi biraz arka plana alarak, karakterin yaşadığı deneyimleri sahnelemeyi tercih ediyor. Bizi tıpkı “V For Vendetta” filminde olduğu gibi, anarşi ile özdeşleştiren Nolan, suçun adaletle çözülmeyip Batman karakteri ile çözülebileceğini vurguluyor. Düzenin çöküşünü kaos ile eşleştiren film, gücün insana neler yaptırabileceğini, karanlık yöntemlerle ispat etmekle kalmıyor, aynı zamanda karanlıktan gelen güçlerin bizi nasıl esir aldığını, karmaşık kurguyla ortaya koyuyor. Çöken sistemde ayakta kalmanın neredeyse imkânsız olduğunu, gotik dünyanın arkasına saklanarak anlatan Nolan, bize öyle bir pencere açıyor ki, o pencereden bakmaya tırsıyoruz sanki… Tamamıyla tekinsiz bir ortam yaratan Nolan, önceki Batman filmlerine ait ‘klişe’ mantığını mezara gömerek, gölgelerin içinden yükselen bir karakterin adım adım neler yapabileceğini gerilimli dolu anlarla birleştiriyor, tabi şiddeti kamufle ederek…

        İsmiyle müsemma olan Batman’i yarasalarla boğuşturan Nolan, bu metaforu filmin içine çok güzel yerleştiriyor. Yaratıcılıkta sınır tanımayan Nolan, sıradan bir insanın süper-kahramana dönüşme aşamasını “Batman Begins” ile seyirciye gösteriyor. Bilindiği üzere bir yönetmen üç Batman filmi çekmek zorunda… Nolan, bizi çektiği filme davet ederken, paralel kurgu ile çok büyük işler başaracağını, serinin ilk halkasıyla göz önüne seriyor. Karakterin korkularını açığa çıkartan Nolan, karakterin hayata karşı güvensizliğini intikam ile örtüştürüp, adaletin bekçisi olmak adına kanat çırpışını ele alıyor. Başta her şey intikam duygusuna göre gelişiyor olsa da, bu durum zamanla değişiyor. Dünyevi sorunları kurgusal hikâyeye yaftalayan Nolan, fantastik bir dünya içinde, adaletli bir dünya kurmak istiyor sanki… Gerçekleri alıp filme hızla gönderiyor. Sosyal ve ekonomik bağlar kuran Nolan, sarımsı neon ışıklandırma ile soğuk renkleri harmanlayarak psikolojimizle oynuyor. Gelenekseli yıkan tavrıyla Nolan, gerçekten iyi iş başarıyor çünkü önceki Batman filmlerinde yer alan yapay trükleri filme taşımıyor, bunu yapmasının en önemli nedeni de Batman’i yalınlıktan kurtarmak… Daha modern bir Batman modeli inşa eden Nolan, “bakın işte benim de gerçeğim bu” dercesine gerçeklerden beslenen yenilmez bir süper-kahraman prototipi oluşturuyor. Bazen şaşkınlıktan ellerimizi bile ovuşturduğumuz anlar bile oluyor. Mahir bir yönetmen edasıyla hareket eden Nolan,mekânları, süper-kahraman kostümünü ve kamera açılarını mantıklı bir şekilde kullandığı için kendisine hayran kalıyoruz.

        Sonuç olarak; “Batman Begins” Nolan’ın kendisini yönetmenlik anlamında kanıtlamak istediği ilk süper-kahraman filmi. Gizemi ve renkliliği sevmeyen Nolan’ın, özgür ruhu hikâyenin kalbini oluşturuyor. Görselliğin ve kurgunun birlikteliğinden doğan “Batman Begins”, Batman karakterinin acılarını, kederlerini, mutluluğunu, cesaretini ve gözükaralığınıteknolojik detaylarla sarmalıyor veBatman’in içinde yatan sorunları merceğe alıyor. Batman, kostümünügiymediğinde o kadar pasif ki, Nolan bunu katışıksız bir biçimde sahneye koyuyor. Eğer Nolan’ın son filmlerini izlemiş olup, bu filmini kaçırdıysanız blu-ray DVD’sini satın alarak bu doyumsuzluğa siz de erişebilirsiniz.

        Malavita Belalı Tanık: Belanı mı arıyorsun, işte burada (!)

        Luc Besson’ı tanımayan yoktur herhalde? Fransız sinemasının ünlü yönetmenlerinden biri olan LucBesson’ın, Hollywood’da kemikleşmek istemesi de oldukça gariptir. Son çektiği “Lucy” filmiyle sansasyon yaratan LucBesson, “Malavita” filmiyle çok farklı sularda yüzüyor. Genelde melodramatik filmlerle öne çıkan Besson, bu kez mafya komedisi ile kendini parlatmak istiyor. Amerikan mafya ailesinin, Fransa’daki sakin kasaba hayatına alışamayıp kültür çatışması yaşamalarını ve hatta sosyo-ekonomik sorunlar nedeniyle çevresel faktörlerden kötü etkilenişlerini, biraz abartılı bir şekilde ele alıyor. Amerika ve Fransa arasındaki kültür farkını altı doldurulmuş ironik esprilerle ortaya döken Besson, hem Fransızları hem de Amerikalıları iyi tanımamıza vesile oluyor. Tüm bunları ti’ye alması ise Besson’ın daha önce hiç bilmediğimiz yönünü görmemize neden olan etmenlerden biri…

        Örneğin; Fransızlar,Amerikalı’larıobeziteyi yaymaya çalışan şeytani yaratıklar olarak görüyorlar, Amerikalı’lar ise Fransızların hemen her yemeğin üzerine yağ dökmelerinden oldukça rahatsız oluyorlar. Bu çatışmayı mizah üzerinden kökleştiren Besson, sanki iki kültür arasında gidip geliyor. Besson Fransız mı, yoksa Amerikalı mı? Belki de ikisi de değil… O zaman Besson nedir? Besson her iki taraftan beslenen melez bir yönetmen… Kendi filmini yaptığı o kadar belli ki… Aslını söylemek gerekirse, Besson güldürüyor hem de gözlerimizden yaş gelircesine gülüyoruz, ancak film bunun ötesine pek gidemiyor, çünkü çok büyük tezatlıklar var. Hikâye inceldiği yerden kopuyor ve çoğu şey havada asılı kalıyor. Komedi sahneleriyle film bizi “Analyze This”in hikâyesine yönlendiriyor. Sonuçta her iki filmde de Robert De Niro oynuyor. Bu büyük bir tesadüf mü? Tesadüf olmadığını Besson bize her şekilde açıklıyor. Klasik bir kasaba hikâyesinidikotomik bir yaklaşımla farklılaştıran, olayları kendi vizyonuna göre tanımlayan Besson, filmin başkahramanı mafya Giovanni’ye sempati beslememiz için elinden geleni yapıyor. Giovanni ismine bakacak olduğumuzda karakterin İtalyan olduğunu düşünüyoruz, tam olarak İtalyan olmasa bile İtalyan asıllı olduğu ortada. Robert De Niro de İtalyan asıllı bir Amerikalı… Acaba Besson, Robert De Niro’yu bilerek mi seçti?

        Absürt olma konusunda endişe duymayan Besson, sıradan bir mafya filmi yapmak yerine dram ve komedi arasında bir skala yakalıyor sanki… Giovanni karakterini kötü adammış gibi yansıtmayan yönetmen, filmde Giovanni’nin anılarını yazdığı romanı bağlantı olarak kullanıyor. Bu bağlantı biziGiovanni’nin geçmişine götürüyor.

        Mafya karakterini betimlemenin zor olduğunu bilen yönetmen, mizahi yaklaşımlarıyla ekstrem durumlardan çıkardığı sonuçları biraz fazla bulandırıyor. Sıra geldi, filmin finaline doğru bozulan hikâyenin vaat edemediklerine… Yaylım ateşi arasında kalan karakterlerin ortalığı kan gölüne çeviriyor oluşları, filmin sempatik havasını, kara bulut misali dağıtıyor. Hal böyle olunca da, video oyunlarından kalma bir sahne izliyoruz. Sanki aksiyon oyunları gibi… Bu sahnede Besson’a ‘yerine otur olmamış yavrum’ diyesimiz geliyor. Trajedi, melodram, dram, komedi hepsi bir arada… Ama bunlar denklemin parçalarını oluşturuyor mu derseniz, işte orada çuvallarız çünkü sorunun yanıtına cevap vermek bir hayli zor. Hiç bu kadar çok malzemeli bir salata yememiştik daha önce… ‘Mantıksal sağlama’ nezdinde ‘Malavita’, net bir yanıta ulaşamayacağımız kafa karıştıran bir film.

        Sonuç olarak; “Nikita” ve “Leon” gibi enerjisi yüksek filmleri çeken Besson’ın yenilik uğruna böyle bir yola girmesi bizi biraz şaşırttı doğrusu. Ama LucBesson bu, o her telden çalar (!) Onu belli bir kategoriye dâhil edemeyiz, değil mi?

        Diğer Yazılar