Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Hatırlayanlar olacaktır; geçen yazıda dünyanın büyük kısmına musallat olan düşük büyüme sorununu OECD raporundan yaptığımız alıntılarla işlemiş ve konunun Türkiye tarafını da irdeleyip sormuştum, “Hikâye bitti mi?” diye. Bu yazıda da, Türkiye üzerinden bu konuya değinelim istiyorum.

        KURUN DEĞERİYLE DEĞİŞEN EKONOMİK TAHMİNLER

        Sanırım hepiniz farkındasınızdır. TCMB geçen hafta boyunca piyasaya verdiği Türk Lirası likiditesinin maliyetini artırdı. Aslında esas artırımı ocak ayının ortasında yapmış ve o zamanlar yüzde 8.30 seviyesinde olan TCMB fonlama maliyetini 15 gün içinde yüzde 10.30’a kadar yani 200 baz puan artırmıştı. Ancak geçen hafta boyunca yurtdışında FED faiz artışı beklentileriyle yeniden güçlenen ABD Doları, bir hafta içinde TL’nin yüzde 4 değer kaybıyla sonuçlanınca TCMB fonlama maliyetlerini 40 baz puan daha artırıp yüzde 10.8’e yükseltti. Yani tavan seviyesi olan yüzde 11’e sadece 20 baz puan kaldı.

        TCMB kafasında sanki Türk Lirası’yla ilgili bir seviye var ve onu savunmaya çalışıyor. Peki TCMB bunu niye yapıyor? Ya da bir başa şekilde sorayım: “Bizim dalgalı kur rejimimiz yok mu? Neden TL’nin değer kaybını faizle engellemeye çalışıyoruz?”

        DOLARİZE OLMUŞ EKONOMİ

        Türkiye’de birçok kurum maalesef uzun vadeli oyun planları kurmak yerine kendini günlük akışa bırakmış ve görev tanımını bu çerçevede yerine getirir oldu. Bunun bir sebebi, siyasi gündemin bir süredir çok yoğun olması, uzun vadeli projeksiyonlara izin vermemesi ve siyasi aktörlerin de kurumların işleyişine fazlasıyla müdahil olması. Diğer sebebi ise oyun alanının daralması.

        Bu açıklamayı TCMB üzerinden ele alalım. Aslında bünyesinde çok tecrübeli ekonomist, bankacı ve araştırmacılar bulunduran, belki de Türkiye’nin kamuda nitelik açısından en yetkin kadrosunu barındıran TCMB neden geniş karar mekanizmasını “kur-faizenflasyon” kısırdöngüsü üzerine oturtmak zorunda kaldı?

        Bunun tek bir sebebi yok. Ama aklıma gelenleri yazayım...

        TCMB’nin öncelikli hedefi ne? Fiyat istikrarı, yani enflasyon hedeflemesi. Talep artışına bağlı fiyat oynamaları, kurun ve ürünün fiyatına bağlı ithal girdi maliyetine göre kamu zamları, iklim şartlarına bağlı olarak da gıda fiyatları, akla ilk gelen maliyet artışı yaratacak unsurlar.

        Şimdi gelelim diğer ekstra bilgilere. Türk Lirası’nın dolara karşı değer kaybının ortalama yüzde 15’i 3-6 arasında enflasyon olarak fiyatlara yansıyorsa; ithalatımızın yüzde 75’i üretim ve ihracat için elzem olan “ara malı” ürünlerinden kaynaklanıyorsa ve Türkiye’de vatandaşın toplam mevduatının yüzde 40’ı yabancı para cinsinden bankalarda duruyorsa TCMB bütün enerjisini TL’nin dolar karşısındaki performansına vermesin de ne yapsın?

        Biraz daha ileri gidelim. Eğer bazı sektörlerde yüzde 80’e yaklaşan ve ortalama imalat sanayiinde yüzde 60’lar civarında olan ithal girdi oranı varsa, 2010-2015 arası bir döneme baktığımızda ihracat milli gelirin yüzde 18’ine, ithalat ise milli gelirin yüzde 30’una yaklaşmışsa, yine 5 yıllık ortalamalar alındığında geriye dönük ihracatın yıllık artışı yüzde 9’u, ithalattaki artış ise yüzde 12’yi bulduysa, TCMB sürekli kuru yakın markaja almasın da ne yapsın?

        Sorun bu. Görüldüğü üzere TCMB mecburen kuru yakın takibe almak durumunda. Çünkü oyunun kuralı bu, kabul etsek de etmesek de.

        Diğer Yazılar