Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İlkokul yıllarımda (1955-1960) en çok sevdiğim etkinlik, 12 Aralık günü kutlanan ve devamındaki hafta devam eden Yerli Malı Haftası’ydı... Evden elmalar, portakallar, cevizler getirilir, en büyük Cumhuriyet dönemi eserlerinden Sümerbank’ın kumaşı, ayakkabısı eklenir, ders sıralarının üzerine, koridorlarda oluşturulan platformlarda kurulan sofralarda herkesle paylaşılırdı. Tüm sınıflarda, buğday, arpa, nohut, fasulye, mercimek, bulgur, bezelye gibi bu toprakların ürünlerinin konduğu mini ilaç şişelerinden yerli malı panoları bulunurdu.

        Topraklarımızdan çıkan madenlerimiz asla unutulmaz; sınıfın bir köşesinde de mini demir, kömür, krom, çinko, kurşun cevherlerinden oluşan bir başka pano yer alırdı.

        Hafta boyunca yerli malı şiirleri okunur, “Yeri malı, yurdun malı... Herkes onu kullanmalı...” sloganlarını taşıyan afişler her yeri süslerdi...

        Ek olarak öğretmenlerimiz, hafta boyunca tutumlu olmanın önemini anlatır, “damlaya damlaya göl olur” ata sözünün anlamını kafalarımıza sokar, ağustos böceği ile karıncanın hikayesi mutlaka anlatırdı.

        Vaktiyle “yerli malı eğitimi” almış bir vatandaş olarak, ne kadar canımı yakmış, ne kadar sinirlerimi bozmuş olsa da, her hangi bir eşya alırken ilk tercihim yerli malından yanadır. Küreselleşen -küreselleşen dünyadaki (bu deyimi de anlamıyorum,... Çünkü dünya zaten küresel, zaten global yaratıldı) ağır rekabet koşullarına, rakip ülkelerin girdi maliyetlerinden çok daha fazlasına katlanarak öyle güzel “yerli malları”mız var ki, üreten insanlarımıza da, ürettikleri mala da saygı duyuyorum.

        Ne yazık ki bunların sayısı azdır...

        Yerli malını teşvik etmek yerine, yerli üreticiyi, sanayiciyi “ithalatla terbiye etme” hesapsızlığına kapılmış yönetim kadroları, vergileriyle beslendiklerini, istihdamı ile övündüklerini bile göz ardı etmişlerdir. İthal mallara karşı koydukları gümrük vergileriyle, yerli sanayiciyi, üreticiyi koruyup kolladıklarını sanmışlardır.

        Güney Kore’nin siyasileri...

        Ekonomistlerin sıklıkla verdiği bir örnek vardır; Bir zamanlar komünistlerin elinden kurtarmaya gittiğimiz, uğruna şehitler verdiğimiz Güney Kore ile Türkiye 1950’li yılların başında sanayi, milli gelir ve gelişmişlik alanlarında eşitti. Aradan geçen 60 küsur yılda, Güney Kore’nin geldiği noktaya bakın, bir de Türkiye’nin içinde bulunduğu duruma...

        Güney Kore’nin toprakları (bir avuç) bizden daha mı verimliydi, ırmakları daha mı gür akıyordu, her yerinden petrol mü fışkırıyordu, ham madde kaynaklarının üzerinde mi oturuyorlardı?

        Belki de “Yerli Malı Haftaları” bile yoktu...

        Ama, ülkeyi yönetenler daha milli, daha bilgili, daha kültürlü, daha doygun, daha gelenek, görenek ve ahlaklarına bağlıydı. Geçmişle hesaplaşmanın vahşi hazzından ziyade, günü gün etmenin, ülkeyi yarınlarda da var etmenin heyecanı onlara yetip de artmıştı.

        Önceki günkü bütçe görüşmelerini “canlı canlı” izlediyseniz, ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız...

        Bu siyasilere rağmen, bu ülkenin talihsiz “yerli malı” üreticilerine, emekçilerine selam, sevgi ve saygılarımla...

        Diğer Yazılar