Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Hükümet bir türlü düzene kavuşturamadığı “kıdem tazminatı” konusuna ne zaman el atsa, işçi kesimi ayağa kalkıyor: “İşçinin emeğine, iş güvencesine el atmayın...

        Peki mevcut düzen iyi mi?

        Kesinlikle değil...

        Örneğin; Bir işçi, bir iş yerinde 3 yıl, 5 yıl çalıştıktan sonra kendi isteğiyle ayrılırsa, kıdem tazminatı alamıyor. Yani o iş yerinde geçirdiği yıllar, kıdemden sayılmamış oluyor.

        Eğer iş verenin isteği ile ayrılırsa, kıdem tazminatını alabiliyor. Doğrudan alamasa da, mahkemelerin emeğe saygı içeren kararlarıyla alıyor.

        Kıdem tazminatı bir nevi “iş güvencesi” olarak işlev görürken, nice kıdem tazminatları da ‘köy sandığı’na giderken, özellikle değişik işyerlerinde parçalı çalışma hayatı sergileyen işçiler, emeklilik vakti gelince, ancak son çalıştıkları iş yerindeki yıllarına göre tazminatı alabiliyor.

        Aslında işçilerin önüne düşüp meydanlara döken sendikacıların, ya da işçi önderlerinin vermesi gereken mücadele, “mevcudu korumak”tan ziyade, yılların sorunu olan kıdem tazminatının çağdaş bir düzene kavuşturulması, işçiyi emekli olurken tüm yıllarının kıdemini alabilecek sistemin kurulması üzerine olmalıdır.

        Bunun çıkış yolu da, işçinin yıllık çalışmasını 12 maaş yerine 13 maaş olarak ele almak, yılda bir bir aylık ücretinin bir fonda değerlendirilmesi, emekli olurken, kaç iş yerinde çalışmış olursa olsun, tüm çalıştığı yıllara ait kıdem tazminatının tamamını alabilmesidir.

        Şu anda yapılan ise, asıl sorunun kıyısında dolaşmak, işçiye “havanda su dövdürmek”ten ibarettir.

        Düşüşler yavaş, zamlar hızlı

        Dünyada petrol fiyatları düşerken, ülkemizdeki ağır dolaylı vergi sistemi, bunun tüketiciye “düşüş oranında yansıması”nı engellerken, yeniden tırmanışa geçen petrol fiyatları, Türk tüketicisine doğrudan yansımaya başladı. Litre üzerinden sabit olarak alınan vergiler, petrol fiyatlarındaki yüzde 50’lik düşüş bile tüketiciye ancak yüzde 20’ler seviyesinde yansıyabilirken, uluslararası piyasalardaki her tırmanış doğrudan tüketiciyi buluyor.

        Nitekim dün benzinin litresine, “dünya piyasalarındaki ham petrol fiyatları yükselişi” gerekçesiyle 12 kuruş birden zam yapıldı.

        Öyle bir düzen ki; her şekilde vergi veren Türk insanı “okka altı”nda...

        1999’da yaşadığımız deprem felaketinin yaralarını sarma amacıyla getirilen “gecici vergiler” bile hala sırtımızda, üstelik zamlanarak durduğuna göre, devleti yönetenlerin, harcamalarını disiplin altına alma gereğinin, insani ve vicdani bir gereklilik olduğunu düşünüyorum.

        Ağır vergiler, seçime malzeme olmalı

        Örneğin; bir Alman vatandaşının, 25 bin liraya bindiği bir otomobile, Türk insanının 50-55 bin liraya binmek zorunda bırakılması, “bir kullan at cep telefonu”nun üzerinde bile 100 liradan fazla vergi bulunması, bence şu seçim öncesi gündeme getirilecek en önemli konu olmalıdır.

        Yukarıda değindiğim gibi; bu durum artık bir insani, vicdani, ahlaki ve de dini bir sorun haline gelmiştir... Açıklanan enflasyon rakamlarının samimiyetsizliği ise ortadadır ve halk çoğunluğunun hedef olduğu enflasyonla alakasızdır...

        Ellerindeki tüm olanakları kullanarak kendilerini tıka-basa doyuranlar, ne yazık ki “aç bıraktıkları”nın halinden anlayamaz hale gelmişlerdir ki; “seçmen çoğunluğu”nun henüz anlayamadığı konu da budur... “Ya bir anlarlarsa endişesi”nin zamanı gelmiştir...

        Geçenlerde duyuyoruz ki; sağlık bakanımıza “Afrika’nın bilmem ne isimli ülkesine şu kadar yataklı hastane yaptırma, şu kadar tam donanımlı ambulans gönderme” talimatı aldığını açıkladı.

        Vergi vermeyenler “devletin hayır yapması”nı alkışlayabilir ama, zor denkleştirdiği ekmek parası üzerinden bile vergi alınan T.C vatandaşının “helal” edip etmediğini de akla getirmek lazım.

        Diğer Yazılar