Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Yarım asırlık meslek hayatım boyunca üzerinde en çok durduğum, hassasiyet gösterdiğim konuların başında “çevre” gelir. Yakınlarında bir taş ocağı açılmasını, ya da tahribata devam etmesini, her hangi bir nedenle ağaçların toplu kıyıma uğratılmasını, insanların nefes aldığı havayı kirleten bir tesisi protesto için insanların çoluk çocuk meydanlara, sokaklara dökülmesini “vatandaşlık duyarlılığı” olarak nitelerim. “Olay yeri” benim yaşadığım çevreye uzak da olsa, bu insanların benim için de eylem yaptığını düşünür ve minnettarlık duyarım.

        Son yıllarda erozyona uğrayan bir çok değer gibi “çevre hareketleri” de iyice lokalleşmeye, her hangi bir çevre katliamı, insanların kendisine dokunmadıkça “normal-alışıldık” muamelesi görmeye başladı.

        Elbette fabrika da yapılacak, inşaat için, yol için en temel malzeme olan taş-mıcır da çıkarılacak. Ancak bu işin bir yolu-yordamı olmalı. Bir saha, örneğin; tüm taş ve mıcır işletmelerinin çevresinde tezgah kuracağı, özellikle de gözden, ana yollardan uzak ve çıplak bir dağ belirlenmeli. O dağ bitince, yeni bir dağ aranmalı...

        Tahribat izinleri Valilik’ten...

        Yaşı 40’ın altında olanlar hatırlamaz... Üçkuyular’da bugünkü Oyak sitelerinin bulunduğu yerde vaktiyle adı-sanı da olan bir dağ vardı. Güzelyalı sahilleri doldurulup, Mustafa Kemal Sahil Bulvarı ortaya çıkarken, o dağ dolgu malzemesi olup ortadan kaldırıldı, yeri de konut alanı oldu.

        Üstelik; illa da taş ocakları, mıcır tesisleri şehirlerin burnunu dibinde olacak diye bir kaideyi de tanımıyorum. Bir çok kullanım kalemine “taşıma bedeli” ödeyen, bu vatandaş, taş ve mıcırın üzerine bindirilecek bedele de katlanır.

        Eskiden kent çevresinde veya yol inşaatında taş ve dolgu malzemesi alacak işletmeci, “rahmetli Özel İdare”nin kapısını çalar, uygun görülürse izin verilirdi. Artık bu tür çevre katliamları artık, Valilik oluru ile yapılıyor.

        Bazan düşünüyorum; bu karar vericiler arasında, yaşadıkları, havasını soludukları, suyunu içtikleri kentin manzarasına, doğal görünümüne, yeşiline, ormanına, ağacına sahip çıkacak kimse yok mu? Elbet de vardır ama, emir büyük yerden gelince, emir demiri kesiyor. Ortamına göre, “İzmir bu mu?” diye samimiyetsiz ifadelerde bulunan yetkililerin, her tahribatta imzaları olduğunu bilince, durum daha da sinir bozucu hale geliyor.

        Örneğin; son aylarda Efsanevi Nif Dağı’nın İzmir tarafında binlerce yılda oluşmuş yeşil örtünün kazınıp, dağın bağrının taş ocağı yapılmak üzere ayna gibi açılması hangi çevreciliğin, kentseverliğin, daha da ötesi vicdanın eseri olabilir?

        Çocuklara diktir, büyüklere kıydır...

        Geçenlerde internet haber portalları arasında gezinirken karşılaştığım bir “Gaziemir manzarası” ile dehşete kapıldım. Genç, muhtemelen her bahar minicik çocuklara ağaç sevgisi aşılamak üzere dağ-bayır diktirilen gencecik çam ağaçlarıyla çevrili dağ, atom bombası atılmış hale gelmiş... Az ilerideki koskoca kent duman altı...

        Nitekim, geçenlerde “Gaziemir Çevre Platformu” organizasyonu ile çoluk çocuk bir araya gelen Gaziemirliler, taş ocağı işletmesi sahiplerini ve 210 hektarlık zeytinliğin imara açılmasını protesto etti.

        Önceki gün de Urla’nın Birgi Köyü’nde her türlü izni alınıp tesis aşamasına gelinen taş ocağı ve kırma-eleme tesisi eylemi vardı.

        Yaşadığı çevreye sahip çıkmak için sokaklara dökülen tüm çevrecileri kutlarken, bir “adres yanlışlığı”na dikkat çekmek istiyorum.

        Eğer bu kentte Vali varsa ve isterse, bu il sınırları içinde mevcutlara ek olarak bir tek taş ocağı, mıcır tesisi açtırmaz. Tüm işletmecilerin elinde , birer “kira sözleşmesi” bulunuyordur ve parasını da tıkır tıkır ödüyordur. Yani, tabiatı alt-üst etmenin, ağaçları köklemenin, insanların ve çevredeki ağaçların üzerine toz yağdırmanın bedelini tahsil eden devlet kurumlarının yöneticileridir.

        Taş ocağı işletmecilerinin hedef alınması yanlış” dediğim budur...

        Diğer Yazılar