Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Malum bu gün; bir türlü kutlamayı beceremediğimiz, bazı çevrelerin bir türlü kutlanmasına katlanamadığı, bazı siyasilerin de bitmez tükenmez “istismar, siyasi çatışma hazinesi” yaptığı 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü...

        Emeği, alın terine saygıyı, dayanışmanın ruhunu yüreğinde hissedenler için kutlu olsun... Emeğin, alın terinin aslında makam, maaş, lüks yaşam kaynağı olduğunu unutanlara da haram olsun...

        Ayrıca ve de özellikle; bundan 36 yıl önce bir askeri darbe ile rafa kaldırılan işçi-çalışan hakları üzerinde “sendikacılık” yapan, yaptığını zanneden, siyasetçilerin koltuk altlarında kişisel gelecek beklentisi içinde olan “günümüz sendika ağalarına da selam olsun” diyerek, yine tarihin derinliklerine dalalım ve bu gün 1 Mayıslar’ı doya doya, huzur ve saygı içinde kutlayanların bu günlere nasıl ezile ezile, öle öle geldiklerinden bir örnek verelim;

        Mary Anne Walkley 20 yaşındaydı

        1863 yılı Haziran Ayı’nın son haftasında Londra’da çıkan tüm günlük gazetelerde “sansasyonel” başlıklı bir paragraf yayınlandı: Fazla mesainin neden olduğu ölüm... Yazı, henüz 20 yaşında olan şapkacı Mary Anne Walkley’in ölümünü konu alıyordu. Walkley, çok saygın bir kadın giyim evi kuruluşunda çalışmakta ve Elise gibi hoş bir isme sahip bir bayan tarafından sömürülmekteydi. Bu kız günde ortalama 16.5 saat çalışıyor, yoğun dönemlerde sıklıkla 30 saat çalıştığı da oluyordu. Çalışma gücü azaldığında ara sıra verilen kiraz, Porto şarabı ya da kahve ile yeniden canlandırılıyordu. Sezonun en yoğun zamanıydı. Yeni ithal Galler Prensesi’nin şerefine verilen baloya davetli soylu hanımlar için göz açıp kapayıncaya kadar muhteşem kıyafetlerinin hazırlanması gerekiyordu.

        Mary Anne Walkley hiç ara vermeden 26.5 saat çalıştı. Aynı kuruluşta onunla beraber 60 genç kız daha çalışıyordu. Bunların 30’u bir odadaydı ve içeride 30 kişinin ihtiyacının üçte birinin karşılayacak hava ya var, ya yoktu. Gece olunca yatak odası olarak kullanılan, tahta perde ile bölünmüş boğucu sıcaklıktaki iki gözden birinde bir yatakta ikişer ikişer uyuyorlardı. Ve burası Londra’nın en iyi şapkacılarından biriydi. Mary Anne cuma günü hastalandı ve pazar günü öldü. Ölmeden önce elindeki işi bitirememiş olması Madem Elise’yi bile şaşırtmıştı. Çok geç çağrılan Doktor Bay Keys, soruşturma jürisinin önünde yeterince can sıkıcı bir üslupla “Mary anne Walkley’in çok kalabalık bir odada çok uzun saatler boyunca çalışmaktan, çok küçük ve havalandırması çok kötü bir odada uyumaktan öldüğü” yönünde tanıklık yaptı.

        Doktora kibar bir şekilde ders verebilmek için jüri kararını “merhume apopleksiden ölmüştür. Fakat çok kalabalık bir atölyede çok uzun saatler çalışmış olmasının ölümünü hızlandırmış olabileceği endişesini doğuran sebepler vardır” şeklinde verdi.

        Eriyip solan kölelerimiz!

        Serbest ticaretle uğraşan Gobden ve Bright’ın yayın organı olan Morning Star Gazetesi “Beyaz kölelerimiz” diye haykırıyordu: “Mezara girene kadar durmaksınız çalışan, çoğunlukla da sessizce eriyip solan ve ölen beyaz kölelerimiz...”

        ***

        İşte 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nün yapısında böyle yüzlerce sessiz ölüm, binlerce dramatik işçi hikayesi var... Bizim hala kutlamayı bile beceremediğimiz, doya doya kutlanması bile bazılarının içine sinmeyen bu “Bayram”ın içinde, nice işçinin, canı, kanı, gençliği vardır...

        ***

        İnadına birlik, inadına kardeşlik, inadına cumhuriyet, inadına laiklik, inadına 23 Nisan, inadına 19 Mayıs, inadına 29 Ekim...

        Sağlık içinde mutlu pazarlar...

        Diğer Yazılar