Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Özbek’ten İsfahan’daki dostu Rüstem’e...

        Tokat’ta sadece 8 gün kaldık. 35 gün süren bir yürüyüşten sonra İzmir’e geldik.

        Tokat’tan İzmir’e kadar ismini anmaya değecek tek bir şehir dahi yok. Osmanlı İmparatorluğu’nun nu kadar zayıf olduğunu hayretle gördüm. Bu hasta vücut yumuşak, itidalli bir rejimle değil, imparatorluğu tüketen, durmadan zayıflatan şiddetli tedbirlerle ayakta duruyor.

        Mevkilerini ancak para gücü ile elde eden paşalar, vilayetlere iflas etmiş olarak giriyor, buraları sanki fethedilmiş topraklar gibi soyup sağana çeviriyorlar. Küstah bir milis, bu paşaların kaprislerini yerine getiriyor. Meydanlar yıkılıyor, şehirler terk ediliyor, köyler sefil, toprakların ekini ile ticaret tamamen bırakılmış.

        Bu sert yönetimde suçlar cezasız kalıyor. Toprakları işleyen Hristiyanlar ile vergileri toplayan Yahudiler türlü türlü şiddete maruz kalıyorlar.

        Avrupa gelişirken...

        Toprakların mülkiyeti kimde belli değil; bu nedenle bu toprakları değerlendirme arzusu da düşük. Yönetenlerin kaprisine karşı koruyacak ne tapu ne de mülkiyet hakkı var.

        Bu barbarlar sanatı o kadar boşlamış ki, askeri sanatı dahi ihmal etmişler. Avrupa’daki milletler her gün kendilerini geliştirirken, Osmanlılar eski cehaletlerinde sıkışıp kalmışlar. Avrupalılar’ın yeni icatlarını ancak kendilerine karşı bin defa kullanıldıktan sonra kullanmayı akıl ediyorlar.

        Deniz üzerinde hiç bir tecrübeleri yok, manevra kabiliyetleri yok. Söylenene göre bir kayalıktan gelen bir avuç Hristiyan (Malta şövalyelerinden söz edildiği sanılıyor) , Osmanlılar’ı terletiyor, imparatorluklarını yıpratıyormuş.

        Ticaret yapmaktan aciz Osmanlılar, daima çalışkan ve girişimci olan Avrupalılar’ın imparatorluk topraklarında ticaret yapmalarına ancak bin bir zahmetle izin veriyorlar. Kendilerini zengin etmelerine izin vererek onlara bir lütufta bulunduklarını sanıyorlar.

        Arşınladığımı bu geniş topraklarda zengin ve güçlü bir şehir gözü ile bakılabilecek bir İzmir’i gördüm. İzmir’i bu hale getirenler de Avrupalılar; diğer şehirlere benzememesinin nedeni Türkler değil.

        İşte böyle sevgili Rüstem, sana iki yüz yıl geçmeden her hangi bir fatihin zaferlerine tanıklık edecek bu imparatorluk hakkında tam bir fikir vermiş oldum.

        İzmir, Ramazan Ayı’nın ikinci günü, 1711...

        Baskı altından fışkıranlar...

        Hakim kültürsüzlerin aslı cevaplayamayacağım pervasızlıklarından korktuğum için pek de isteyerek yapmadığım bu alıntıyı, ölümsüz hukukçu, siyasetçi, filozof ve yazar Montesquieu’nün (1689 – 1755) “İran Mektupları” isimli eserinden aldım.

        Dünyada sosyoloji biliminin öncüsü de sayılan Montesquieu, bu eserinde 1643 – 1713 yılları arasında yaşamış Fransız mücevherci ve gezgin Jean Chardin’in 10 ciltlik İran Seyahati’nden faydalanmış, eserin Fransa ile ilgili bölümlerine de kendi gözlem ve deneyimlerini yerleştirmiştir. Böylece ortaya, 18. yüzyıl Fransa’sının siyasi düzenini, din ve ahlak anlayışını son derece mizahi ve akılcı bir dille eleştiren mizahi bir eser çıkmıştır. Bu eserlerin ağır siyasi baskılar altından fışkırması ise, günümüz Avrupa medeniyetinin ne zor şartlarda, ne yüce gönüllü ve donanımlı insanların omuzlarında ve beyinlerinde yükseldiğinin muhteşem örneklerinden biridir.

        Ne yazık ki; 300 yıl önce kaleme alınan kitapta bizim nasibimize düşen de, bu gün hala etkileri devam eden ağır Anadolu değerlendirmesidir. Avrupa’nın rönesans ve ve dinde reformla silkini=i ile, Osmanlı’nın yükselme devrinin bitmesinin aynı tarihlere rastlaması ve sürekli ters oranda gelişmesi de mi acaba “yükselmemizi, iki yakamızın bir araya gelmemesini istemeyen”lerin eseri mi? İyi olursa bizden, kötü olursa başkasından... Hala o ilkel sömürünün itibar görür olması ve gündemde tutulması ne kadar acı ve acıklı...

        Hepinize sağlık içinde mutlu pazarlar dilerim...

        Diğer Yazılar