Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Sevgili arkadaşım Cafer Yarkent bu hafta, 1990 yılında 86 yaşındayken aramızdan ayrılan, 17 Kasım 1974-31 Mart 1975 arasında başbakanlık da yapmış olan uluslararası bilim adamımız Ord. Prof. Dr. Sadi Irmak‘ın bizzat yaşadığı, yazdığı bir anısını göndermiş. Okuduktan sonra, “belki okumayanlar vardır” diye sizlerle paylaşma arzuma engel olamadım.

        Emrini dinlemeyen bürokratla gurur duydu

        1904 Seydişehir doğumlu Ord. Prof. Sadi Irmak‘ı ve bu ülkeyi bugünlere getirebilmek, taş üstüne taş koyabilmek için yememiş, içmemiş, çalmamış, çırpmamış, dökmemiş, saçmamış, yandaşa yoldaşa yedirmemiş insanları rahmet ve minnetle anarken “Atatürk’ten anılar”dan bir alıntı daha yapalım: Mustafa KemalMudanya yolu ile Bursa’ya gidiyordu. Kalabalık bir halk kütlesi iskelede etrafını çevirmiş bulunmakta idi. Bir kadının, elinde bir kağıtla Atatürk’e yaklaştığı görüldü. Zayıf bir kadındı. Ata’nın yolunu keserek titrek bir sesle: - Beni tanıdın mı oğul? dedi... Ben sizin Selanik’te komşunuzdum. Bir oğlum var; Devlet Demir Yolları’na girmek istiyor. Siz onu alsınlar dediniz. Fakat müdür dinlemedi. Oğlumu yine işe almamış... Ne olur bir kere de siz söyleyiniz. Atatürk‘ün çelik bakışlı gözleri samimiyetle parladı. Elleriyle geniş jestler yaparak ve yüksek sesle: - Oğlunu almadılar mı? dedi. Ben salık verdiğim halde mi almadılar? Ne kadar iyi olmuş... Çok iyi yapmışlar... İşte Cumhuriyet böyle anlaşılacak... Kadın kalabalığın içinde kaybolmuştu. Ve Atatürk adeta kendinden geçercesine dolu bir sesle: - İşte Cumhuriyet’ten beklediğimiz sonuç... diyordu. Hulusi KÖYMEN Kaynak: Uludağ Dergisi, 1941 Devlet adamlığının kalitesine bakar mısınız? Devletin en büyüğü, devletin bürokratına selam gönderiyor; Bu adamı işe alın... “Adama göre iş değil, işe göre adam alma” terbiyesi ile yetişmiş vatansever bürokrat, Cumhurbaşkanı’nın selamının gereğini yerine getirmiyor. Bunu duyan Cumhurbaşkanı da “İşte Cumhuriyet’ten beklediğimiz sonuç” diye o bürokratla iftihar ediyor. Sevgili Atam... 74 yıl önce fani dünyaya veda ederken “Beni anmaktan kurtulamayın diye” beddua mı ettin yoksa... Hepinize selam, sevgi ve sağlık içinde iyi pazarlar dilerim...

        “Kıvılcım gidin, alev dönün...”

        Yıl 1923... İstanbul Üniversitesi’nde öğrenci olduğum sıralar, okul duvarında bir ilan gördüm: “Avrupa’ya talebe yollanacaktır.” “Allah Allah” dedim! Ülke yıkık dökük, her yer virane, Lozan Anlaşması yeni imzalanmış, bu durumda Avrupa’ya talebe... Lüks gibi gelen bir şey... Ama bir şansımı denemek istedim. 150 kişi içinden 11 kişi seçilmişiz. Benim ismimin yanına Atatürk, “Berlin Üniversitesi’ne gitsin” diye yazmış. Vakit geldi, Sirkeci Garı’ndayım ama kafam çok karışık. Gitsem mi, kalsam mı? Beni orada unuturlar mı? Para yollarlar mı? Tam gitmemeye karar verdiğim, geri döndüğüm sırada bir posta müvezziinin sesini duydum: “Mahmut Sadiiii!... Mahmut Sadiii! Bir telgrafın var.” Yaklaşıp “Benim” dedim. Telgrafı açtım, aynen şunlar yazıyordu: “Sizleri bir kıvılcım olarak yolluyorum, alevler olarak geri dönmelisiniz.”

        İmza Mustafa Kemal Telgrafı okuyunca düşündüklerimden olağanüstü utandım. “Şimdi gel de gitme, git de çalışma, dön de bu ülke için canını verme” dedim. Düşünün... 1923’te o kadar işinin arasında 11 öğrencinin nerde, ne zaman, ne hissettiğini sezebilen, ona göre telgraf çeken bir liderin önderliğinde bu ülke için can verilmez mi? Gittim, çok çalıştım, çok başarılı oldum. Ülkeme “alev” olarak döndüm. Önce İstanbul Üniversitesi Genel ve Beşeri Fizyoloji Enstitüsü’nü kurdum. Kürsü başkanı oldum. Daha sonra ülkemin başbakanlığını yaptım. Ben kim miyim? Ben sadece iki satırlık bir telgrafın yarattığı bilim adamıyım...

        Diğer Yazılar