Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bugün, 26 Ağustos’ta Milli Mücadele ordumuz, Baş Komutan Mustafa Kemal’den “İlk hedefinizi Akdenizdir” komutunu aldıktan sadece 5 gün sonra, işgalci düşman kuvvetlerini Dumlupınar Meydan Savaşı’nda kesin yenilgiye uğratıp İzmir’e doğru sürmeye başlamasının ikinci günüdür.

        Vefakar Türk Milleti’nin, zaferden iki yıl sonra Dumlupınar’da diktiği Zafer Anıtı’nın açılış törenine katılan Atatürk’ün tarih dolu, ders dolu, kahramanlık, mertlik, yiğitlik, vefa dolu konuşmasının mini bir bölümünü dün sizlerle paylaşmıştım.

        O Büyük Zafer’in kahramanlarından birisi de Dumlupınar Destanı’nın harekat planlarının hazırlayıcısı, canlı tanığı “Büyük Mehmetçik” Mareşal Fevzi Çakmak’tır... Mustafa Kemal’in kahraman yardımcısı tam da yerini bulan “Büyük Mehmetçik” sıfatı, bir yabancı tarafından kullanılmış, Cumhuriyet karşıtları dışında herkes tarafından ölümüne (1950) kadar kullanılmıştır.

        O günleri bir de o büyük askerden dinleyelim:

        Taarruz, öteden beri Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Paşa Hazretleri’nin derin ilim bilgisi, konuya tam hakimiyeti ve deneyimine dayanarak ortaya çıkardığı plân dahilinde cereyan edecekti. Buna göre hazırlık emri verildi... Ancak o zafer benim, şunun, bunun değil, bizimdir. Biz onu nasıl olsa kazanacaktık... Zira bu milletin, uzun müddet uşaklarının kölesi olarak yaşayamayacağı muhakkaktı... Bizler, istiklâlimize yapılan taaruzun def’ini, olsa olsa biraz hızlandırabilmiş, kolaylaştırabilmiş sayılabiliriz.

        İzmir bizi beklerken...

        Ancak o sırada İzmir bizi beklerken, Anadolu’da, sade düşmanlarımızla değil, aynı zamanda, en yakın kavga arkadaşlarımızın, hemen hemen düşman silâhları kadar tehlikeli olan karşı çıkışlarıyla da mücadele ediyorduk...

        Ayrıca İzmir’in istiklâl kavgamızda, bir bakımdan, başka vilâyetlerimizinkine hiç benzemeyen bir hususiyeti vardır. Şahsen, bana sorarsanız, ben bu hususiyeti hülâsa edebilmek için derim ki: Bizim İstiklâl Harbimiz, fiilen İzmir’de başlamış ve fiilen İzmir’de sona ermiştir.

        O sırada, bir gün, Ankara’da hükûmet konağının üst katında, fevkalâde bir toplantı yapıldı. Toplanan Vekiller Heyeti’ne, Rauf Bey (Orbay) başkanlık ediyordu. Ve müzakerelerin başlayışından pek az sonra, taarruz aleyhtarlarının itirazları alabildiğine şiddetlendi. Kimisi, taarruzun bir cinnet olduğunu söylüyor, kimisi, ‘’Ne diye boşu boşuna (!) kan dökelim?’’ diyor, kimisi ise “Efendim, yüzde 25 zafer ihtimali olsa, bu taarruza ben de taraftar olurdum, fakat, maalesef, yok!...’’ diyordu. Nihayet içlerinden birisi, kalkıp da “Bizim şu kadar katırımız ve şu kadar devemiz olsaydı, bu yapılabilirdi!...’’ kabilinden bir hezeyan savurunca, dayanamayarak yumruğumu masaya vurdum, ve “Bu taarruzda zafer ihtimali, yüzde 25 değil, yüzde 75’tir. Nitekim düşmanlarımızın istedikleri miktarda katırımız, veya devemiz yok amma, ben Mehmetçiğin mücadele gücünü, dünyanın başka hiçbir mahlûkiyle mukayese edemem…”

        Başkomutan’ın “üzüm çalma” hikayesi...

        Şimdilerde, bazan buğday, bazan da üzüm çuvalları üzerinde, ikişer saat kestirerek geçirdiğimiz geceleri hatırlıyorum. Hattâ bu saatlerden birisinde, üzerine uzandığı çuvalın deliğinden aldığı bir avuç üzümü ağzına atmadan evvel, koca Mustafa Kemal’in gülerek “Paşam, şu hayatın cilvesine bak, arslanlık edelim derken, farelere döndük. Çuval deliğinden üzüm, çalıyoruz!..’’ dediğini, o yolculuğumuzun en şirin nüktelerinden biri olarak hatırlarım... Fakat, inanın bana, ömrümde hiçbir başka yatağın rahatı, beni, o üzüm çuvalları üzerinde çekilen muzaffer uyku kadar mesut etmemiştir!...

        Hepinize sağlık içinde “nice zaferler” dilerim...

        Diğer Yazılar