Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Başlığa bakıp da, bunun bir klasik müzik yazısı olduğu kanaatine sakın kapılmayın.

        Ya da kendimi Mussorgsky zannettiğimi de düşünmeyin.

        Hele hele burada konu edeceğim ressamın Viktor Hartmann olduğunu aklınıza bile getirmeyin.

        Resim ve heykel sanatçısı Ahmet Güneştekin’in bir koleksiyoner tarafından satın alınan bir heykeli, bir alışveriş merkezinin girişine koyulunca, bir grup kendini bilmez eserin Konstantiniyye olan adından “huylanıp” esere savaş açmış, bir grup cahil vandalın alışveriş merkezini basması sonucu heykel koyulduğu yerden kaldırılmak zorunda kalmıştı. İlginç olan ne sanat camiasından, ne de entelektüellerden bu konuda hiç ses seda çıkmamasaydı.

        Hemen Ahmet Güneştekin’i aradım. “Gel Teke Tek’te bu konuyu ele alalım” dedim. Sanat bizim beğenilerimize göre şekillenmez, şekillendirilemez.

        Ahmet Güneştekin’le programda eserinin başına gelenleri konuştuktan sonra kendisine bir de söz verdim. “Ahmet Bey, bugüne kadar hiçbir serginize gelmedim. Ama bu olaydan sonra söz veriyorum. İlk serginize geleceğim.”

        Güneştekin birkaç gün sonra aradı.

        “Sözün vardı geliyorsun” diye. Ama sergi New York’taymış. Kalktım 2.5 günlüğüne New York’a Ahmet Güneştekin’in Marlborough Gallery’de açtığı sergiyi görmeye gittim.

        Güneştekin’in Marlborough Gallery ile geçen yıl başlayan ve 5 yıl sürecek bir kontratı var. Dünyanın çeşitli yerlerinde galerileri olan Marlborough, Güneştekin’e farklı ülkelerde sergiler açıyor. Açılış gecesi, 5. Cadde’deki galeride çoğunluğunu Amerika’da yaşayan Türklerin oluşturduğu büyük bir kalabalık vardı. Arada daha az sayıda da olsa Güneştekin’in eserlerini toplayan uluslararası koleksiyonerler ve New Yorklu sanatseverler de göze çarpıyordu. Christmas ve yılbaşının hemen sonrasına denk gelmesi nedeniyle sergiye yollanan eserler, açılışa bir gün kala gümrükten çekilebildiği ve son anda yetiştirildiği için Güneştekin hayli stresli ve hayli yorgundu.

        Oldukça büyük galerinin yüzde 90’ı Türk sanatçının eserlerine ayrılmıştı. Bir küçük bölümde ise İtalyan ressam Ricardo Maffei’nin eserleri yer alıyordu.

        Bu arada New York sanat piyasasında etkili internet portalı Artnet de sayfasında “Bu hafta görülmesi gereken sergiler” arasında Ahmet Güneştekin’in sergisini 1. sıraya koymuştu. Sergi sırasında Marlborough galerilerinin Başkanı Pierre Lavai ile de sohbet ettik. Ahmet Güneştekin’le çalışmaktan memnun olup olmadığını sordum. “Önce karma sergilerimize dahil ettik Ahmet’i. Şimdi solo sergiler açıyoruz onun için. Memnun olmasak böyle yapmazdık. Değişik bir tarzı var. Sanatla zanaatı bir araya getiren bir tarz. Çok değişik ülkelerden ve kültürlerden talep görüyor. Beklentimin üzerinde başarılı oldu” dedi. Başka Türk sanatçılarla çalışıp çalışmayacağını sordum. “Niye olmasın” diye cevapladı. Sergi sonrası Ahmet Güneştekin’le sohbet ettik.

        - Marlborough ciddi ve çok iyi bir galeri? Nereden buldun?

        - Onlar beni buldu. Venedik Bienali sırasında açtığım sergiyi gezmişler. Geldiler ve beş yıllık bir kontrat önerdiler. Ben de kabul ettim.

        - Bir torpil, bir sponsorluk söz konusu değil mi?

        - Marlborough torpil veya üç kuruşluk bir sponsorlukla sanat dünyasında çok yüksek olan reputation’unu bozacak bir galeriye benziyor mu sence? Bana göre yenilikler, yeni sanatçılar, farklı ülkelerden sanatçılar arıyorlardı ve beni buldular. Batmanlı bir gariban çocuğun Marlborough galerilerine nasıl bir torpili olabilir.

        - Sana yöneltilen en önemli eleştiri pazarlama konusunda çok çalışman.

        - Böyle bir eleştiri olabilir mi? Şunu söyleyeyim. Bugünün dünyasında pazarlanmayan bir ürünün şansı olabilir mi? Elbette kendimi pazarlamaya çalışıyorum. Elbette evrensel boyutta yürütüyorum bu faaliyetimi. Şunu herkes biliyor ki, bugün üretim kadar önemli olan şey pazarlama. Dünyanın en iyi ürününü üretsen bile eğer pazarlamayı beceremiyorsan piyasada var olamazsın. Ama ürünün kötüyse dünyanın en iyi pazarlamasını yapsan bile ancak bir kere piyasaya çıkar sonra kaybolursun. Evet pazarlama yapıyorum ama ürünümün de iyi ve kalıcı olması için eşek gibi çalışıyorum.

        - Türk sanat camiası senin bu tavrını beğenmiyor hatta biraz da aşağılıyor.

        - Doğrudur. Pek çoğunun bana burun kıvırdığını biliyorum, görüyorum, yaşıyorum. Bunu normal karşılıyorum. Benim onlarla bir derdim yok. Bedri Baykam’la çok sert bir polemik yaşamıştık ve konuşmuyorduk. Sonra saldırıya uğradı. Hemen hastanede ziyaretine gittim. Bir sanatçıyla aranızda birtakım sorunlar olabilir ama o sanatçıya yapılmış saldırı sanata yapılmıştır. Yanında yer almam lazımdı.

        - Sergiden memnun musun?

        - Bir sıkıntı yok. Asıl göstermek istediğim büyük enstalasyonlarımı getiremedim ama yine de iyi. İlgiyi sen de gördün. Patchwork’lerin tamamı ilk günden satıldı. Birkaç tablo da alıcı buldu. Kolombiyalı bir koleksiyoner geldi ve alım yaptı. Daha önce de almıştı birkaç eserimi. Bu arada Almanya’nın en büyük galerilerinden biriyle anlaşma yaptım. Nisanda da Berlin’de büyük bir sergi açacağım.

        ‘İYİ ÇİKOLATA İÇİN YAŞLANMAK GEREKİR’

        Güneştekin’in sergisi için New York’ta bulunan Pladis’in Kurumsal İletişim Başkanı Zuhal Şeker, “Seni Godiva’nın merkezine götüreyim” dedi. Ertuğrul Özkök ve Habertürk’ün taze yazarı Oray Eğin, ki o sırada Habertürk’e geçtiği henüz açıklanmamıştı, hep beraber Godiva’nın merkezine gittik.

        Merkez dediğim bir New York gökdeleninin 2 katı. Lüks gıdanın bir numaralı markasının ofislerinde lüksten eser yok. Basit, sade, işlevsel, sessiz ofisler. Tek lüks girişte asılı olan bir Güneştekin eseri. 600 kiloluk eser için duvarı yeniden inşa etmek zorunda kalmışlar.

        Murat Ülker, Godiva’yı aldıktan sonra bütün yapıyı değiştirmiş ve çok daha agresif bir şirket yaratmış. Zaten çalışanlar da Murat Ülker’in azmine, bilgisine ve fikirlerine hasta. Godiva’nın en büyük pazarı Amerika. En hızlı büyüdüğü pazarlar ise Japonya ve Çin. Marka satışlarının yüzde 70’inden fazlasını yılın birkaç gününde yapıyor. Bunların en önemlileri Christmas ve Sevgililer Günü. Firma yıl boyunca neredeyse bu iki güne hazırlanıyor desem yeridir. Bu iki gün için özel kutular, özel dekorlar ve özel konseptler hazırlanıyor.

        Bu özel günlerde şirket çalışanlarının tamamı, genel müdür ve yönetim kurulu başkanı dahil önlük takıp, mağazalarda tezgâhtarlık yapıyor. Şirketin başkan yardımıcısı bunu “Geçen Sevgililer Günü’nde 5. Cadde’deki mağazada paket yapıyordum. Birden karşıma lisedeki sevgilim çıktı. Gayet şıktı. Belli ki hali vakti yerinde. Beni tezgâhta çalışırken görünce acıyan gözlerle baktı. ‘Ne oldu hukuk fakültesi hayalin gerçekleşemedi mi?’ dedi” diye anlattı gülerek. Ona pazar payını artırmak için diğer bazı çikolata markaları gibi büyük marketlerde satış yapıp yapmayacaklarını sordum. O da “Biz gıda sektörün Cartier’si gibiyiz. Yani her yerde olmamız kimliğimiz için uygun olmayabilir ama büyük perakende zincirlerini göz ardı edemeyiz. Buralara belli bir plan, belli bir konsept dahilinde gireceğiz. Oralar için ayrı bir ürün gamıyla, ulaşılabilir lüks algısıyla zincirlerde var olacağız” diye cevap verdi.

        Sonra Godiva’nın mutfağına geçtik. Markanın baş çikolata şefi Thierry Murret karşıladı bizi. “Farklı ülkelerde, farklı kültürler ve farklı damak zevklerine uygun tatlar üretmeye çalışıyoruz. Bir Çinli ile bir Amerikalının, bir Japon ile bir Fransız’ın beklentileri ve alışkanlıkları farklı. Bu da bizi çok zorlu bir arayışa yöneltiyor” dedi. Yeni ürünlerini tanıtırken “Bir yandan da gençleşmeye gayret ediyoruz. Gençlerin damak zevkine uygun ürünler çıkarıyoruz” dedi.

        54 yaşındaki Thierry’ye “Genç yardımcıların var o halde” diye takıldım. Çok kızdı. “Damak zevki zamanla oluşur. İyi çikolata yapmak için biraz yaşlanmak gerekir. Gençlerin yiyeceği iyi çikolataları da yaşlılar yapar” dedi.

        54 yaşındaki Godiva’nın baş çikolata şefi Thierry’ye göre farklı kültürleri anlamak çikolata üretiminde en zorlu süreç.

        ‘BAŞARISIZLIĞIN SEBEBİ TEMBELLİK’

        - Venedik’te sergi, Londra’da, New York’ta Marlborough ile sergiler. Türkiye’nin uluslararası çaptaki tek sanatçısı sen misin?

        - Asla... Geçmişte de bugün de çok başarılı Türk sanatçılarımız var. Ressamlarımız, heykeltıraşlarımız. Bunların pek azı dünya çapında varlık gösterebildi. Nedeni ne biliyor musun? Tembellik. Ben günde 18 saat çalışıyorum. Hem stüdyomda, hem dışarda. Bütün gün Çiçek Bar’da içerek, Asmalımescit’te takılarak da mutlu olabilir insan ama ben öyle değilim. Belki çok yoksulluktan, yokluktan gelmenin verdiği bir şey, bilmiyorum. Hırslıyım. Onları da eleştirmiyorum. Tercihtir bu.

        Diğer Yazılar