Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        EMRAH Serbes isimli genç adamı birkaç seneden beri duyardım, izlerdim, dinlerdim.

        Deli dolu bir havası vardı.

        Ağzına geleni söyleyen, herkese delikanlılık dersi veren, ben dahil pek çok medya ünlüsüne çatan yeni nesil “aydın” ya da “aktivist” bir hali vardı.

        Kendisine saygı da duyardım.

        “Memlekete böyle deliler lazım” diye düşünürdüm genelde.

        Ne yalan söyleyeyim, yine de içimde kendisiyle ilgili nedensiz küçük şüpheler de vardı ama dediğim gibi nedensizdi.

        “Aşırı delikanlı” imajının altında bir naylonluk hissederdim.

        Sadece bir his.

        Hatta kendime kızardım, bu histen ötürü.

        Dün bir itirafla gündeme geldi Emrah Serbes.

        Bir süre önce meydana gelen trafik kazasında, bir baba ile kız ölmüş, anne ise yaralanmıştı.

        Kazayı yapan kusurlu aracın şoförü ise tutuklanmıştı.

        Türkiye için sıradan bir 3. sayfa haberiydi.

        Ama dün gelen “itiraf” meseleye başka bir boyut kattı.

        Meğer kazayı yapan Emrah Serbes isimli “delikanlılığın kitabını yazan” gençmiş.

        Ama kazayı yanında oturan arkadaşı üstlenmiş.

        Aradan geçen süre içinde Emrah Bey’in vicdanı sızlamış ve itiraf etmeye karar vermiş ve yine “delikanlılığın kitabını yazarcasına” çıkıp “Vicdanım el vermedi. İtiraf ediyorum. Keşke ben ölseydim o kazada” demiş.

        Bu cümlede “samimi” olduğuna inandığım tek söz “Keşke ben ölseydim”dir.

        İnsanlıktan nasibini bir nebze alan biri bile bir baba-kızın ölümüne neden olduysa böyle düşünür.

        Ama gerisi “delikanlılığın kitabında” yer alacak türden değil.

        Çünkü biliyoruz ki, polis zaten olaydan şüphelenmiş ve aracın hava yastığından DNA örnekleri almış.

        Aracın son geçtiği gişelerdeki kamera görüntülerini de istemiş.

        Yani Emrah Serbes’in çevresindeki çember daralırken, o ön alıp “Vicdanım” diyerek itiraf etmiş.

        Peki şimdi bu “delikanlılık kitabının yazarının” o sırada alkol ya da bir başka maddenin tesirinde olup olmadığını nereden bileceğiz?

        Tabii ki bilemeyeceğiz.

        Bu suçun bilinçli taksirli mi, taksirsiz mi olduğuna kim nasıl karar verecek?

        Gerçek adalet nasıl yerini bulacak?

        Rüzgar Çetin’in bile “delikanlılık kitabının yazarından” daha delikanlı olduğunu nasıl düşünmeyeceğiz!

        “Şoktaymış da ondan böyle yapmış”

        Hadi canım...

        “Vicdanı sızlamış.”

        Yok canım...

        Böyle bir şeyi bırakın yapmayı, aklına bile getirmek büyük ayıptır.

        Emrah Serbes bundan sonra da böyle bir ayıpla ömrünün sonuna kadar yaşayacaktır.

        Yazdığı delikanlılık kitabı ise doğrudan çöpe gider.

        Başka yere değil.

        **************

        KAZA OLUR DA VİCDAN NEREDE?

        SEVGİLİ okurlar, sakın yanlış anlamayın.

        Herkesin başına bir kaza gelebilir.

        Ben Serbes’in kaza yapmasına bir şey diyemem.

        Adı üzerinde kaza.

        Beni delirten, suçu başkasının üstlenmesine izin vermesi veya talep etmesi.

        “Vicdanımı rahatsız etti” diyor şimdi.

        Hangi vicdan?

        **************

        ÇOK HAKLISIN AYDIN ÜNAL

        AK Parti Milletvekili Aydın Ünal, iktidarın bir dönem Barzani ile dost olmasını eleştirenlere yönelik ilginç bir yazı yazdı dün.

        Sevgili Ünal diyor ki: “Devletler insanlar gibi olamaz. Devletler kızmaz, darılmaz, naz yapmaz, kin tutmaz, intikam peşinde koşmaz, öfkelenmez, nefret etmez, âşık olmaz.”

        Ünal’ın bu satırlarının altına imzamı atarım.

        Devletler aynen böyledir.

        Bu duygular devletleri yönetenlerde kişisel olarak tezahür edebilir, ama bunu yönettikleri devletin politikalarına aksettirmezler.

        O duyguları kendilerine saklarlar.

        Hem içeride hem dışarıda bu duygularla yönetmeye kalkışmazlar.

        Kalkışırlarsa ülke içinde huzur, ülke dışında dostluk, bırakın dostluğu ilişki kalmaz.

        Aydın Ünal’ı alkışlıyorum.

        **************

        ÇİLLER DE BÖYLE BİR VERGİ DENEMİŞTİ

        MALİYE Bakanı, yeni vergileri Türkiye’nin terörle mücadelesine katkı, olası savaş ekonomisine hazırlık olarak açıkladı.

        Ya da ben öyle anladım.

        Zannedersin ki, Türkiye terörle savaşa yeni başladı.

        Sanki yıllardır bu paraları harcamıyorduk.

        Dün Motorlu Taşıtlar Vergisi’ndeki “hukuksuzluğa” değindim.

        Bugün bir başka “garabete” dikkat çekmek istiyorum.

        Garabetin adı, “dağıtılmayan kurum kazancından stopaj”.

        Yani şirketlerin, bankaların, ekonomideki belirsizliklere karşı güvence olarak ellerinde tuttukları ve kâr payı olarak dağıtmadıkları meblağlardan belirli oranda stopaj alınacak.

        Böyle bir vergi ilk kez akla gelmiyor.

        Daha önce Tansu Çiller’in Başbakanlığı döneminde “Net Aktif Vergisi” adı altında böyle bir uygulamaya gidilmişti.

        Ancak bu Net Aktif Vergisi, Anayasa Mahkemesi’nden dönmüş ama arkasında birçok sıkıntı, devlete karşı güvensizlik ve yatırımcı kaçışı gibi sarsıcı bir miras bırakmıştı.

        Vergi literatüründe olmayan bu vergi de büyük ihtimalle Çiller’in icadı olan vergi gibi AYM’den dönecek, arkasında ise lüzumsuz bir hasar bırakmaktan öte bir işe yaramayacaktır.

        Not: Okurlara şunu hatırlatayım: Kurumlar ve hissedarları iki ayrı tüzel kişiliktir. Şirketler kazançlarından zaten vergilerini öderler. Ortaklarına kâr payı dağıttıktan sonra ortaklar da aldıkları kâr payı üzerinden yine vergi öderler.

        **************

        HURİLER

        BİRKAÇ kuşak genç erkek üzerinde büyük emekleri olan Hugh Hefner öldü.

        Cennete gider mi bilemem ama eğer giderse “huriler” konusunda sıkıntı çıkarması çok muhtemel.

        “Hepsi bu mu?” diye itiraz edip cehenneme postalanabilir.

        **************

        BU RUH, GÜZEL BİR RUH

        GİZEM Girişmen’in sporu 8 yıl önce bıraktığını hatırlattığım yazımla ilgili olarak Koç Holding Kurumsal İlişkiler Direktörü Oya Ünlü Kızıl’dan bir mektup aldım.

        Oya Hanım’ın mektubundan anladığım kadarıyla Gizem’in aktif spor yaşamını noktaladığı biliniyormuş.

        “Mükemmellik, saygı ve dostluk” temellerine dayalı sporculuk ruhu nedeniyle bu ödüle layık görülmüş.

        Ünlü, “Önümüzdeki yıllarda bu ödülün sahibi bir sporcu, bir antrenör, bir beden eğitimi öğretmeni, bir iş insanı ya da bir köy okulu bile olabilir” demiş.

        Bu yılın kazananları da kulüpler, federasyonlar ve gençlik spor il müdürlükleri tarafından önerilen 100 aday arasından seçilmiş.

        Doğrusu bu düşüncelerle verilecek bir ödül, benim gibi spor âşığı birini çok mutlu etti.

        Hele hele olimpizm ruhunun öldüğü, sporun seviyesizleştirilmeye çalışıldığı bir ülkede, bu ödülün yaratacağı ruha gerçekten çok ihtiyaç var.

        Teşekkürler Caroline Koç.

        Teşekkürler yokluğunda bile varlığını hissettiren Mustafa Koç.

        **************

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        En iyi yönetimin, mutlu insanlarla dolu bir ülke yaratabilen olduğunu anladığımız zaman.

        Diğer Yazılar