Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        TÜRKİYE, "liderlik" arzusunda bir ülke olduğunu saklamıyor.

        Ülkenin genlerinde var olan bir duygu bu.

        Uzun yıllar bu duygu bastırıldı, saklandı.

        Ama AK Parti iktidarıyla birlikte yeniden canlandı ve yüksek sesle talep olarak dile getirilmeye başlandı.

        Bu talep, dünyada "ciddiye" alınan bir talep.

        Çünkü herkes biliyor ki, tarihte birkaç kez bunu başarmış bir "millet" bunu yine başarabilir. Ne var ki, bunun ciddiye alınması Türkiye'nin pek de lehine bir durum değil.

        Çünkü hiç kimse "pazar payını" kaptırmak niyetinde olamaz.

        Bunu söyledikten sonra, Türkiye'nin öncelikli hedefi olan "bölgesel liderlik" meselesine gelelim.

        Türkiye, şimdilik, en azından kendi bölgesinde, Ortadoğu coğrafyasında "lider ülke" olma arzusu içinde.

        Bu arzuyla hareket ediyor, bu arzuya göre planlar yapıyor.

        Bunda bir mahzur yok.

        Ancak mahzur, bu konuda ABD ile işbirliği yapmak söz konusu ya, hele hele söz konusu bölge Ortadoğu ise güvenerek plan yapmak, insanı sadece ve sadece "hüsrana" götürür.

        Çünkü ABD'nin burada ne oyun kurguladığını asla ve asla bilemezsiniz.

        Bu planların herhangi bir yerinde ilkeye falan da rastlayamazsınız.

        Niye mi?

        Gelin şöyle bir bakalım.

        EL KAİDE YÜZÜNDEN SADDAM'A

        Mesela 1990'ların başına, 1. Körfez Harekâtı öncesi Irak'ın Kuveyt'i işgaline bakalım.

        Saddam, Kuveyt'i işgal etmeden önce ABD ile arasında derinleşmiş bir sorun yoktu.

        O sırada ABD'nin Bağdat Büyükelçisi olan April Gillespie, Saddam'ın Kuveyt'i işgal etmek istediği bilinirken Saddam'a bir "resmi mektup" yazmış ve "Irak'ın komşularıyla olan sınır sorunları ve geçmişinden doğan tarihi haklarını araması ABD'nin karışacağı bir konu değildir" mealinde sözler sarf etmişti.

        Bu mektuptan cesaret alan Saddam, Kuveyt'e dalmıştı. Bu harekâtta işi bitirmesi mümkün olan ABD nedense harekâtı yarım bırakmış, 12 yıl sonra yeniden Irak'ı işgal etmesine imkân sağlayacak bir yapıyı arkasında bırakarak çekilmişti.

        Peki 2. Körfez Harekâtı ve Irak'ın işgalinin gerekçesini hatırlıyor musunuz.

        11 Eylül'ü yaşayan ABD, Irak'ın El Kaide ile işbirliği yapmasını ve elindeki kitle imha silahlarını El Kaide'ye kullandırması olasılığını bahane ederek Irak'ı işgal etmişti.

        EL KAİDE'YLE BERABER ESAD'A

        Şimdi ise aynı ABD, Esad'ı devirmek istiyor ve Esad'ı devirmek için Suriye'de Esad güçlerine karşı çarpışanlar El Kaide mensupları ve sempatizanları.

        Yani Esad devrilirse, Suriye'de var olduğu söylenen kimyasal kitle imha silahları El Kaide'nin eline geçecek.

        Eee, ne oldu?

        Hani El Kaide tehlikeli ve kötüydü!

        Saddam'ı El Kaide'yi desteklediği için devir, Beşar'ı devirmek için El Kaide'yi kullan.

        Bu kadar ilkesizlik olur mu demeyin.

        Dahası var!

        İRAN İLE MALİKİ ANLAŞMASI

        ABD'nin ve Türkiye'nin Esad'ı devirmekte karşısına çıkan en somut engel İran.

        Maliki yönetiminde İran'ın uydusu haline gelen Irak da İran'la birlikte hareket ediyor. Maliki de açıkça Suriye'de Esad'a destek veriyor.

        Suriye'de Esad'ı devirmek istediğini söyleyen ABD ise İran'la anlaşarak Irak'ta Maliki'yi destekliyor.

        ABD ve İran destekli Maliki, hem Suriye'ye destek veriyor, hem de bir yandan Türkiye'yi tehdit ediyor.

        ABD, Türkiye'yi tehdit eden Maliki'yi siyaseten desteklemekle yetinmiyor... Irak'a Türkiye'nin bile elinde bulunmayan, dünyanın en modern tanklarından, Abrams MİAl'lerden 140 tane satıyor. Bunların son 9 tanesi geçen hafta Irak'a teslim ediliyor.

        Yılbaşından önce de Irak Hava Kuvvetleri'nin çekirdeğini oluşturacak F-16'lar verilecek.

        Bütün bunları anlatmamın sebebi şu.

        Bölgede ABD'ye güvenerek, ABD'ye inanarak plan, proje, projeksiyon yapmayın.

        Akıllarından ne geçtiğini asla bilemezsiniz!

        Mağdura bak mağdura

        ŞU 12 Eylül mağdurları meselesi beni fena halde eğlendiriyor.

        Elbette ki, 12 Eylül'ün hukuku askıya alan döneminin savunulacak tarafı falan yok da, mağdurların bazıları eğlenceli.

        Adam, "12 Eylül mağduruyum. Hapislerde yattım. İşkenceye maruz kaldım" diye ağlıyor ekranda. Duygulu bir ifadeyle.

        Artık saçlar ağarmış, hafiften dede edası gelmiş.

        Görüntü inandırıcı. Bir mağdur hali var gibi.

        Programcı soruyor.

        "Neyle suçlanıyordunuz?"

        "Bir kafeteryayı makineli silahla tarayarak 5 kişinin ölümüne sebebiyet vermekle."

        "Peki bu suçlama doğru muydu?"

        "Külliyen yalan. Kafeterya falan taramadım."

        Yemin etse başı ağrımaz.

        Kahvehane taramış çünkü.

        "5 kişiyi de ben öldürmedim."

        O da doğru. Üçünü yanındaki arkadaşları öldürmüş.

        Kimi afiş asanı vurmuş, kimi duvara slogan yazanı.

        Bazıları profesör öldürmüş, bazıları savcı, polis.

        Ama hepsi külliyen 12 Eylül mağduru.

        Peki o dönemde ölen aydınlar, gazeteciler, siyasetçiler ve binlerce genç...

        Onlar ne?

        Onların hâlâ adalet bekleyen aileleri ne?

        Not: 12 Eylül sonrasında yapılan hukuksuzlukları, işkenceleri savunmuyorum elbet. Ama "12 Eylül öncesini de asla unutmayın" diyorum sadece.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Anneler, babalar ve çocuklar okuldaki başarının hayattaki başarıyla her zaman paralel olmadığını anladıkları zaman.

        Diğer Yazılar