Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        DÜN ”Salılardan kurtulacak mıyız?” diye sordum.

        Salı dediğim, partilerin salı günü yapılan grup toplantıları.

        Liderlerin, milletvekillerinin ve grup salonuna toplanan partililerin karşısına çıkıp birbirlerine hakaret yağdırdıkları, milleti gerim gerim gerdikleri konuşmaları.

        Artık Erdoğan, AK Parti grup toplantısında konuşmayacağına göre, Davutoğlu da konuşmalarında öyle bir ton ve üslup kullanmayacağına göre, diğer liderlerin de “salı hakaretleşmesine” gerek kalmaz herhalde dedim.

        Sabah erkenden TBMM Başkanı Cemil Çiçek aradı.

        “Fatih Beycim, yazınızı okudum. Ne kadar haklı olduğunuzu anlatamam. Keşke kurtulsak” dedi.

        Meğer salı günü yapılan grup toplantılarındaki hakaret yağmurundan Cemil Çiçek de en az benim kadar mustaripmiş.

        “Bu grup toplantıları eskiden de vardı. Ama hiç böyle bir tablo olmazdı. Milletvekilleri çıkar gündemle ilgili, iktidar veya muhalefet partileriyle ilgili eleştirilerini yapar, kendi partileriyle ilgili fikirlerini söylerdi. Ama ne olduysa bu grup toplantıları birkaç yıl evvel zıvanadan çıktı” dedi.

        Ve bir başka meseleye dikkat çekti.

        “Grup toplantıları aslında dışarıya kapalıdır. Bu toplantılara sadece milletvekilleri katılabilir. Ama bir süredir moda oldu, toplantılara partililer veya o gün Meclis’te görüşülecek konularla ilgili taraflar da davet edilmeye başlandı. Birdenbire grup toplantıları maç havasında olmaya başladı. Gelenlere hâkim olma ihtimali olmadığı için de, küfür kıyamet, hakaret, bağrış çağrış gidiyor. Meclis’in saygınlığına yakışmayan bir rezalet ortaya çıkıyor. Üstelik güvenlik sorunu da ortaya çıkıyor ki, o daha da vahim” dedi Cemil Çiçek.

        “Gelenler sonra Meclis’te karşılaştıkları vekillere hakaret ediyor, koridorlarda zaman zaman tatsız olaylara neden oluyorlar. Bazıları bir gruptan çıkıp öbür grubun toplantısına giriyor, orada da olay çıkarıyor. Olacak bir iş değil” diye isyanını dile getirdi.

        “Tabii işin daha vahim tarafı, bu durum partilerin grup toplantı tüzüğüne de aykırı. AK Parti’nin ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin grup toplantı tüzükleri, bu toplantıların milletvekillerinin katılımıyla yapılmasını öngörüyor. Ama her ikisi de dışarıdan gelenlere kapı açıyor, hatta davet ediyor. Kendi yazdıkları tüzüklerine bile uymuyor bu partiler. Sonra da kalkıp yasalara saygıdan söz ediyorlar. Yahu önce kendi yazdığınız tüzüğe uyun” diyerek partileri de sertçe eleştirdi.

        “Sizin bu konuda bir yetkiniz yok mu?” diye sordum.

        “Bu konuda tüm partilerin yetkilileriyle konuştum. Hepsini uyardım, rica ettim. Olmadı. Sonra tüm parti gruplarına birer yazı yazdım. Güvenliği tehlikeye düşürdüğünü yazıyla bildirdim, ama bir şey değişmedi. Umarım sizin de dilediğiniz gibi bu yıl değişir” dedi.

        Bu konuda bu yıl da liderler ve grup başkanvekilleriyle görüşeceğini ve buna dikkat çekeceğini söyledi.

        TBMM Başkanı Çiçek’e göre, grup toplantılarında liderlerin kullandığı sert üslubun nedenlerinden biri de bu toplantıların halka açık hale gelmesiydi.

        “İnşallah” diyerek kapattık telefonu.

        Not: Cemil Bey daha sonra gruplara gönderdiği uyarı yazılarının birer kopyasını faksladı. Özellikle AK Parti ve CHP gruplarını hem kullanılan üslup, hem de korumalar dahil giren çıkanlar konusunda defalarca uyarmış. Ama boşuna.

        Çiçek törene niye katılmadı?

        TBMM Başkanı’yla konuşurken adli yıl açılışıyla ilgili kendisine yöneltilen ithamları sormamak olmazdı.

        Biliyorsunuz, adli yılın başlaması nedeniyle Yargıtay’da düzenlenen tören, iktidar partisi ve hükümet tarafından protesto edildi. Çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan töreni protesto etmiş ve katılmayacağını açıklamıştı. O katılmayınca AK Parti’den kimse katılmadı.

        Cemil Çiçek de törene katılmayınca, “Meclis Başkanı da Başbakan katılmadı diye katılmadı” suçlamaları yapıldı.

        Cemil Bey’e bunu sordum.

        “Diğer arkadaşlar niye katıldı, niye katılmadı ben bilemem. Benim konum değil. Ama benim adli yıl açılışını protesto etmem veya birileri katılıyor, birileri katılmıyor diye katılmamam söz konusu olamaz. Benim katılmama değil, katılamama gerekçem bellidir ve bunu günler önce açıkladım. Sayın Cumhurbaşkanı’nın o gün Kuzey Kıbrıs’a yapacağı seyahat vardı ve protokol gereği cumhurbaşkanlarını TBMM başkanları uğurlar. Cumhurbaşkanımız yola İstanbul’dan çıkacağı için ben de İstanbul’a kendisini uğurlamaya gitmek zorundaydım. Bu yüzden sabahki törene katılamadım, ama hemen dönüp akşam yapılan resepsiyona katıldım. Kaldı ki, eğer Yargıtay’a karşı bir tavrım olsa, akşam yapılan resepsiyon için TBMM salonlarını kendilerine açmazdım, bir otelde yapmak zorunda kalırlardı. Katılamamış olmamın başka nedeni yoktur” dedi.

        CELAL HOCA'DAN MEKTUPLAR

        Evrim karşıtlarına: Biz de ara türleriz

        PROF. Celal Şengör, geçen hafta yolladığı mektubunda, birkaç yüz milyon yıl önceye gidiyor.

        Evrim karşıtlarını kızdırıyor.

        “Sevgili Fatih,

        Milletimizin politikanın çirkin sularında yüreği ve ciğeri kararırken, bazan hoş haberlere de ihtiyacı olduğunu düşünerek bu mektubumda sana ve onlara Kulindadromeus zabaikalicus’un keşfinden bahsedip bunun jeologların İkinci Zaman veya Mesozoyik (meso= orta; zoo= yaşam; yani yaşamın orta çağı) dedikleri dönemdeki kara yaşamının özellikleri hakkında bizlere neler anlattığını açıklamak istiyorum.

        Kulindadromeus zabaikalicus (Kulinda fosilin bulunduğu vadinin adı, dromaeus eski Yunanca’da koşucu anlamında, zabaikalicus ise Kulinda vadisinin bulunduğu Baykal ötesi bölge) yaklaşık 175 milyon yıl önce Sibirya’da yaşamış aşağı yukarı bir metre uzunluğunda küçük bir dinozor.

        Özelliği ise vücudunun kuşlarınki gibi tüylerle, ayaklarının da tavuklarınki gibi pullarla kaplı olması. Uzun kuyruğu da kertenkeleler gibi pullu. Bu fosil 2010 yılında paleontolog Sofia Sinitsa tarafından bulunup arkadaşları Patrick Godefroit ve diğerleri tarafından incelenene kadar, tüylerin sadece et yiyen küçük dinozorlarda bulunduğu sanılıyordu. Halbuki Kulindadromeus zabaikalicus bir ot yiyici. Buradan hemen tüm dinozorların tüylü olabilecekleri düşüncesi türüyor.

        Eskiden Mesozoyik, ‘sürüngenler çağı’ olarak anılırdı, çünkü 250 milyon yıl önce ile 65 milyon yıl öncesi arasındaki Mesozoyik’in egemen kara hayvanları dinozorlar, egemen denizel hayvanları da gene sürüngen olan ve yunusa benzeyen İhtiyozorlar ile uzun boyunlu ve dört yüzgeçli Plesiyozorlar, bir de bugünkü Varan denilen dev kertenkelelerle akraba olan ince uzun vücutlu Mosazorlardı.

        Ancak şimdi ortaya çıkıyor ki, yirminci yüzyılın son yirmi yılına kadar kemik yapılarına bakılarak sürüngen denilegelen bu dinozorlar tüylü hayvanlardı, sıcak kanlıydılar, yumurtalarını yuvalara bırakıp kuluçkaya yatıyorlar ve sonra çıkan yavrularına ihtimamla bakıyorlardı. Bu hayvanların bazıları dişli, bazıları bugünkü kaplumbağalar gibi dişsiz, bazıları da kuşlar gibi gagalıydı. Bazılarının kanatları vardı ve aralarında dört kanatlı olanlar bulunmaktaydı.

        Şimdi bu hayvanlara artık sürüngen diyemiyoruz. Ama kuş da diyemiyoruz, zira kuşlardan ayrılan pek çok özellikleri var (dişler, kuyruk, bazıları tamamen pullarla kaplı).

        Peki ne diyeceğiz? Zoologlar dinozorları ve kuşları içine alan bir üst sınıf oluşturdular: Dinosauria, çünkü bunları keskin çizgilerle birbirlerinden ayıramıyoruz. Dinosauria üst sınıfı içinde de uçucu ve uçucu olmayan dinozorları birbirinden ayırıyoruz. Buna rağmen uçucularla uçucu olmayanlar arasına düşen pek çok tür var. Yani zoolojik sınıflamada artık kesin kategorilerle pek çok hayvanı birbirinden ayırmak mümkün değil.

        Dolayısıyla eskiden sürüngenler çağı dediğimiz İkinci Zamana kuşlar çağı da diyemeyeceğiz. Peki o zaman?

        İkinci Zaman kelimenin tam anlamıyla bir sürüngen-kuş ara hayvanı olan dinozorlar çağıdır.

        Evrim karşıtları ‘Ara tür var mı?’ diye soruyorlar ya: Buyursunlar tüm bir Mesozoyik ara türlerin milyonlarcasıyla dolu. Aynı zamanda sürüngenler ve memeliler arasında olan ara türler de var: Terapsidler.

        Büyük İsveçli bilim adamı Karl von Linné’nin Tanrı’nın yarattığı türlerin sabit olduğunu varsayarak yaptığı binomial (=iki adlı: cins ve tür) sınıflama giderek kullanılamaz hale geliyor. Canlılar dünyası sürekli bir değişim, sürekli bir evrim içinde. Biz de gelecekte yaşayacak bazı hayvanların ara türleriyiz sadece.

        Sevgilerle,

        Celâl”

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Kızarak değil düşünerek ilerleyebileceğimizi anladığımız zaman.

        Diğer Yazılar