Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Siz sıkılmadan okuyorsanız, bende anlatacak daha çoook Küba var. Anlattığım tüm fukaralığa ve sefalete rağmen Küba görülmesi gereken bir yer. Öğrenebildiğimiz kadarıyla Küba’ya üç tip turist gidiyor.

        Biri bizim gibi bu ilginç ve zamanda donup kalmış ülkenin “farklı güzelliğini” görmek için gelenler, ki bunlar azınlıkta.

        İkinci turist tipi genelde Kanada’dan gelenler. Bunlar Kanada’da hava sıcaklığı sıfırın epey bir altındayken Küba’da denize girip güneşlenmek için gelenler, ki bunlar epey bir yoğun.

        Üçüncüsü ise bekâr ya da yalnız erkekler ki, bunların hangi amaçla geldiğini tahmin etmeniz zor değil.

        İlk gruptakiler Küba’ya bir kere geliyor. İkinci gruptakiler hemen hemen her yıl geliyor. Üçüncü gruptakiler ise her fırsatta geliyor.

        TOPRAKLAR ÇOK VERİMLİ

        Küba, ince uzun bir ülke. 1200 kilometreye yaklaşan boyu ve ortalama 10 kilometre diyebileceğimiz bir eni var.

        Dört tarafı deniz ama Kübalıların denizle fazla bir ilişkisi yok.

        Balıkçılık zaten yapamıyorlar ama denize de pek bir düşkünlükleri yok.

        Topraklar son derece verimli. Envai çeşit tropikal meyve üretiliyor ve bunlar bol ve ucuz.

        Ancak tarımsal üretim kısıtlı. Şekerkamışı ve tütün, ekili alanların büyük bölümünü kapsıyor.

        Ancak Küba tarımsal üretiminin büyük bölümünü ihraç ettiği için ülkede gıda bolluğundan söz etmek mümkün değil. Tam aksine ciddi bir kıtlık var.

        Şekerkamışından ise hem şeker hem de rom üretiyorlar. Büyük ihtimalle dünyanın en kaliteli romları Küba’da üretiliyor. Devrim öncesi Küba’da olan bazı rom markaları ülkeden markayla birlikte kaçtıkları için, kendi markalarını yaratmaya çalışmışlar.

        Adını yazacağım ama yasa gereği yasak.

        ROM VE SAHTE PURO UCUZ

        Adını yazamadığım markanın Havana’da çok hoş bir müzesi var. Hem romun geçmişini, hem de üretim süreçlerini gösterdikleri bir yer. Ve ülkede rom sudan ucuz. Ancak aynı şeyi puroları için söylemek mümkün değil.

        Sokak aralarında kolunuza girip “Puro ister misin?” diye soranların sattığı purolar ucuz ama hepsi “dandik” ya da “sahte”.

        Pahalı markaların etiketlerini yapıştırdıkları ev yapımı purolar.

        Gerçek iyi purolar ise otellerdeki mağazalarda veya turistik tesislerde satılıyor.

        Ancak fiyatları çok pahalı.

        Pahalı derken Küba’ya göre değil, her yere göre pahalı. Mesela, Avrupa’da bir puro dükkânında ya da İstanbul free shop’unda 180 Euro’ya alabileceğiniz bir kutu puro Küba’da da aynı para, hatta bazen biraz daha pahalı.

        Üstelik çeşit de bol değil.

        Gerçi puro meselesini ayrı bir yazıda yazacağım ama genel bir fikir olsun diye bu kadarını bugün söylemiş olayım.

        HEM GÜZEL, HEM SÜRÜNDÜREN

        Adını yazamadığım rom markasının amblemi bir kadın figürü ve bu figür aynı zamanda Küba’nın da simgesi gibi.

        Sefere çıkan bir Kübalı liderin, kocasının yokluğunda ülkeyi yöneten eşinin figürü aslında.

        Rom markasına bu amblemi seçmelerinin gerekçesi ise ilginç.

        Romu kadına benzetiyorlar.

        Hem güzel, hem güçlü, hem keyif veren, hem baş döndüren, hem erkekleri süründüren şey kadındır.

        Bir de “Romun böyle bir etkisi vardır” demek için simge ya da logo olarak bu kadını seçmişler.

        SANAT ŞÖYLE BÖYLE

        Şehirde çok şirin müzeler, sanat eserlerinin satıldığı minik galeriler var ama Küba’da öyle yüksek bir sanattan söz etmek mümkün değil.

        Genelde daha harcıâlem işler göze çarpıyor.

        Gerçi fiyat-ürün orantısında hiç de fena değiller. Birkaç yüz Euro’ya, sanatsal değeri fazla olmasa da görsel olarak çok tatmin edici şeyler bulmak mümkün. Ancak dün bu köşede fotoğrafını kullandıkları bir mahalle var ki, görmeye değer.

        Bütün mahalle mozaik kaplanmış.

        Mahallede oturan Fuster adlı sanatçı önce kendi evini, ardından bütün mahalleyi çok ilginç bir şekilde mozaikle kaplamış.

        Biraz Sophie St. Phalle tarzı ama ilkeli.

        Yine de çok sevimli.

        Havana’da, emperyalizme karşı gösterdiği mücadeleden ötürü Atatürk’ün büstü bulunuyor.

        SU KİRLİLİĞİ VE SANTERIA

        Havana’nın, geçmişi 16. yüzyıla dayanan bir su sistemi var ama artık kullanılmıyor. Çünkü buraya kaynak olan su kirlenmiş. Sanayi falan değil, dini nedenlerle.

        Küba’da iki din çok yaygın.

        Biri Hıristiyanlık, ki geneli Katolik ama Sovyet etkisiyle biraz da Ortodoks var. Diğeri ise Santeria.

        Afrika kökenli bir inanç. Karayipler’e özgü. Biraz Afrika, biraz Hıristiyan mitolojisi, biraz yerel etki. Ortaya karışık bir inanç. Hani kara büyü, voodoo falan vardır ya, işte onlar Santeria’cıların işleri.

        Suyu, bu Santeria dinine mensup olanlar kirletmiş.

        Tanrılara adak diye ne buldularsa, ne kesip doğradılarsa bu suya atmışlar. Sonunda su kullanılamaz hale gelmiş.

        Yine de meraktan bu suyun kaynağına, Havana Ormanı’na gidiyoruz.

        Cennet gibi bir yer. Sudaki kirlilik de kimyasal değil organik.

        PINAR DEL RIO

        Küba’nın özellikle tütün üretiminde en önemli merkezlerinden biri olan ve yeryüzündeki cennetlerden biri diyebileceğimiz Pinar del Rio’ya gittim.

        Pinar del Rio, Havana’ya yaklaşık 3.5 saat mesafede kırsal bir bölge.

        En büyük tütün plantasyonları bu bölgede. Sadece tütün değil, her türlü tarımsal üretim var. Havana’yı Pinar’a duble bir yol bağlıyor.

        Zaten ülkeyi baştan başa kat eden iki duble yol var.

        İlkini vakti zamanında Amerikalılar yapmış, ikincisini ise Fidel Castro.

        Biz Fidel’in yaptığı yoldan Pinar del Rio’ya gidiyoruz. Sürekli yemyeşil bir manzara içinde. Havada sürekli kartallar, atmacalar ve akbabalar görüyoruz.

        Taşraya çıkınca Havana’nın o fakir görüntüsü ortadan kayboluyor.

        Sıradan köyler ve kasabalar göze çarpmaya başlıyor.

        Belli ki, taşrada hayat daha ucuz ve kolay.

        Hem yiyeceklerini kendileri üretiyorlar, hem de tarımsal üretimden ürettiklerine bağlı oranda bir pay elde ediyorlar. O yüzden de gelir düzeyi belli ki daha iyi. Evler küçük ama tertemiz.

        Yolda birkaç tütün çiftliğine uğrayıp üretimi ve kurutma, fermante etme metotlarını inceliyoruz. Ki bunları da ayrıca yazacağım.

        VINALES

        Pinar del Rio’yu geçip Vinales bölgesine giriyoruz.

        Vinales bölgesi, tarımsal üretimin tam merkezi. Ama en güzel tarafı, deniz ile karayı bir duvar gibi ayıran yerden fışkıran dev kayalıklar.

        Bunlar Vietnam’ın meşhur Halong Körfezi’ndekilerle bire bir aynı. Ama bunlar denizden değil karadan çıkmışlar.

        Okyanus plakası, Amerika plakasına girince bu kayalıklar yerin altından dikine fışkırmış ve üzerleri yemyeşil bir bitki örtüsüyle kaplı.

        Ve aynı Halong Körfezi’nde olduğu gibi burada da bu kaya bloklarının içinde dev mağaralar oluşmuş.

        Haliyle onları da geziyoruz.

        Buralar eski Küba Kızılderililerinin de en yoğun olarak yaşadığı bölgelermiş. Soyları tükendiği için şimdi Kızılderili kılığında İspanyollar Kızılderili taklidi yaparak turistleri etkilemeye çalışıyorlar.

        Ellerindeki kocaman fare benzeri bir yaratık var.

        Ağaç faresiymiş.

        Adam fareyi kucağıma bırakıveriyor.

        “Oğlum manyak mısın, ben sevmem böyle şeyleri” falan derken fare dudaklarıma bir öpücük konduruyor.

        Rehberimiz, “Merak etmeyin, temizdir. Bunlar zaten bu fareleri yiyor” diye beni rahatlatıyor.

        Ben de epey rahatlıyorum. Fareden bir öpücük daha istiyorum.

        Sonuçta deniz ile kara arasında yükselen kayalıklar ve verimli volkanik toprakların yarattığı ortam, şahane bir iklime ve bu iklim de müthiş bir tarımsal üretime neden oluyor. Gidiş-geliş 6 saati bulan yolculuğu eski Amerikanlarla yapıyoruz.

        KADINA ŞİDDET VE HEMINGWAY

        Havana’da bizi gezdiren rehberimiz, “Ernest Hemingway’in evine gitmek ister misiniz?” diye sordu. Hemingway’in evi Havana’ya yaklaşık 2-3 saat mesafede. Ben, “Hayır görmek istemem” deyince rehberimiz şaşırdı. “Niye?” diye sordu. “Kadınlara kötü davranan, eşini ve sevgililerini sürekli dövüp hastanelik eden birinin evini filan görmek istemem. Yazarlığına saygım var ama adamlığına saygım yok” dedim. Rehberimiz alkışlamaya başladı. Bu nedenle Hemingway’in evine gitmedim. Ancak zaten kayda değer bir şey olmadığını söyleyeyim.

        PETROLDE KÜBA’YA ÖZEL FİYAT

        Yol boyunca her yerde ülkenin lideri Castro’nun fotoğraflarının bulunduğu dev tabelalar var. (Bizde o kadar yok.)

        Hepsinde “revolucion” un yani devrimin faydaları anlatılıyor. Ancak ülke biraz dışa açıldıktan sonra bunlara pek inanan kalmamış.

        Castro’dan sonra en fazla fotoğrafı olan lider ise (merak etmeyin Tayyip Erdoğan değil, en azından şimdilik) Hugo Chavez.

        Kübalılar da Chavez’i çok seviyor; çünkü Küba’ya en fazla yardım eden Latin Amerikalı lider o olmuş.

        Küba başta petrol olmak üzere pek çok şeyi Venezüella’dan alıyor. Üstelik de Küba’ya özel çok ucuz fiyatla.

        Zaten Chavez’in kanser tedavisi de Küba’da yapılmış. Ellerinden geldiğince ömrünü uzatmaya çalışmışlar.

        Ciddi ciddi çok seviliyor. (Tanımam bilmem ama nedense Chavez’i ben de çok seviyorum.)

        Pinar del Rio’dan sonra bu kez de Karayip kıyısındaki ülkenin en şirin ve UNESCO tarafından korumaya alınmış kenti Trinidad’a gideceğiz. Yolda bana göre Küba’nın en güzel kenti olan Cienfuegos’a uğrayacağız. Ama onları da yarın anlatayım.

        İNTERNET ÇOK ZAYIF

        Yol boyunca bulduğumuz her mola yerinde durup mojitolarla kafa çekiyorum. Hande ise sürekli fotoğraf çekiyor ama bu fotoğrafları Instagram’a yükleyemediği için mutsuz. Çünkü Küba’da internet işi çok zayıf. Telefonla bağlanmak hemen hemen imkânsız.

        Sadece otellerde internet var.

        O da sadece lobide, odalarda asla. Fiyatı ise hayli pahalı. 1 saati 8 Euro.

        Kübalıların evinde internetse yok gibi. Çok özel izinlerle bağlatanlar varmış ama o da 56 kilobit hızındaymış. Bir mail almak bile 10 dakika falan sürüyormuş.

        Küba’nın internet konusunda Türkiye’ye çok benzeyen bir tarafı var.

        Küba’da da pek çok siteye girmek yasak.

        Anladığım kadarıyla kendine güvenmeyen her rejim internete de pek güvenmiyor.

        Diğer Yazılar