Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Cumhurbaşkanı Erdoğan haklı olarak “Hiç de iyi çağrışımlar yapmıyor” deyince kulüplerimizin son dönemde pek bir merak sardıkları “arena” kelimesinden hızlı bir dönüş başladı.

        Arena gerçekten hoş bir kelime değil.

        Savunanlar, “Batı’da da kullanılıyor. Ne var bunda?” dese de, arena Latin kökenli bir kelime.

        Aslında kum demek.

        Roma’da gladyatör dövüşlerinin yapıldığı alanların kumluk zemininden ötürü kullanıma girmiş ve sanki “spor alanı” gibi algılanıyor.

        Oysa bir diğer kullanım alanı boğa güreşlerinin yapıldığı yer.

        Yani “kanlı işlerin” yeri.

        Kum, kanı emdiği için tercih edilmiş zaten.

        Sporla, hele hele “fair play”le alakası yok.

        Keşke FIFA da böyle kanlı çağrışımlar yapan bir tanımın kullanımını engellese. Bir yandan “fair play” diye bas bas bağırıp bir yandan da “arena”larda futbol oynatmak pek akıllıca değil.

        Cumhurbaşkanı rahatsızlığını belirtince Futbol Federasyonu ve kulüpler hızla bir isim değişikliğine gitmeye başladılar.

        Arena yerine yeniden “stadyuma” dönüş var.

        Tüm arenalar stadyuma dönüşüyor. İlk dönüşen Türk Telekom Arena oldu.

        Ben zaten başından beri oraya “Ali Sami Yen Stadyumu” dediğim için bana sorun yok ama stadyum da arena kadar bize yabancı.

        Kelimenin aslı Yunanca “stadion”dan geliyor.

        Stadion, bir Yunan uzunluk ölçüsü. 600 ayak ama İngiliz ayağı değil Yunan ayağı. 294 ila 349 milimetre arasında değişen bir ölçü.

        Pek çok ölçü birimi gibi bugün tam bir karşılığı yok.

        600 ayaklık bir “stadion”un, yaklaşık 185 metre olduğu varsayılıyor. Genelde.

        Yunanlıların spor karşılaşmalarını ve olimpiyatları düzenledikleri alanın boyutları bir stadion olduğu için, spor alanlarına bu isim verilmiş.

        Roma’ya stadium olarak geçmiş.

        Bugünkü yaygın kullanımı da bu zaten.

        Sonuç olarak Latin’den kaçıyoruz, Yunan’a yakalanıyoruz.

        Ama arena kan ve ölümü hatırlatıyor, stadyum ise sporu.

        Yine de kanlı bir çağrışımdansa, sportif bir çağrışım daha iyidir.

        TOKİ’ye Türkçe’yi kim öğretecek

        TÜRKÇE’yi korumak, yabancı kelimelerden mümkün olduğunca arındırarak gelişmesini sağlamak, yıllardır söylediğimiz, zaman zaman da gündeme gelen bir talep.

        Çok yerinde bir talep.

        Dili yabancı kelimeler tehdidi altındaki pek çok ülke bunu yapıyor.

        Fransa, akademisi vasıtasıyla bu konuda en sert kararları alan ülkelerden biri, ama buna rağmen büyük başarılar elde ettiğini söylemek güç.

        Kültürel baskının önünde durulmuyor.

        Fakat hiçbir yerde Türkiye’deki kadar “abuk” bir durum yok.

        Cumhurbaşkanı Erdoğan haklı olarak isyan ediyor ama bu “Türkçe olmayan isimler” meselesinin en tepe noktasında TOKİ duruyor.

        Büyük bölümü TOKİ veya Emlak Konut işbirliğiyle yapılan inşaat projelerinin isimleri kadar “kendi kültürüne yabancı” bir başka yer yok.

        Örnek mi?

        “Bosphorus City İstanbul, Royal Towers, My World Europe, Novus Residence, Almondhill, Gold Residence, Lidya Flats, Royal Residence, Orange Garden, Sky Residence, Selenium Country, Olive Hills, The Mandarines, Valley Homes, Green Valley Homes, Clearview Homes, Space Center, Premium Residence, Crown Center, Centro Futura, Uphill Court, Uphill Towers, Gardens of Babylon Residences, Elit Residence, Elite Life, Dream City, Casa Bella, Casa Grande, Pelican Hill Residence, Skyport Residence, Flyinn Residence, Green Garden, Corner Town, Four Winds, Aqua City.”

        Bunlar buraya sığdırabildiklerim ve içinde tek kelime dahi Türkçe olanları koymadım. Onlarca “My” veya “Tower”ı da almadım.

        Tüm bu siteler ABD’de değil Türkiye’de. Muhtemelen Amerika veya İngiltere’de bile bu kadar İngilizce isim bulamazsınız.

        Arenalardan kurtulduk ama bunlardan nasıl kurtulacağız?

        TCDDK mı kurulacak?

        BAŞLIĞA bakıp da TCDD yani Demiryolları ile ilgili bir şey yazdığımı düşünmeyin. Darbe girişimini araştırmak için kurulan ama sonuç olarak büyük bir hayal kırıklığından başka bir şey yaratmayan komisyon, cemaatler konusunda uyarı yapmış ve “Cemaatler şeffaf ve denetlenebilir olmaları için akredite edilmeli” demiş.

        Bu öneriyi yapmak için komisyona falan gerek yok.

        Biraz geriye bakmayı bilen biri, böyle bir kurumun Osmanlı’nın son döneminde var olduğunu zaten bilir.

        Osmanlı, tarihi boyunca devlete karşı güç elde etmek isteyen cemaat ve tarikatlarla mücadele etmiş, zaman zaman toplu kıyımlar yapmıştır.

        Bunların en bilineni ve en kanlısı Fatih Sultan Mehmed’in Edirne’de yüzlerce Harici’yi bir çukura doldurarak yaktırmasıdır.

        İslam devletlerinin pek çoğunun sık sık başını ağrıtan “iktidara ortak olmak isteyen” tarikat ve cemaatler meselesi Osmanlı’da önemli sorunlardan biriydi.

        Önce görevli bazı şeyhlere, tarikatların denetim yetkisi verilmiş ve “sapkın” tarikatların bildirilmesi istenmişti.

        Ancak görevli şeyhlerin de yoldan çıkması üzerine Devlet-i Aliyye 19. yüzyılın ikinci yarısında şeyhülislamlığa bağlı bir kurum oluşturarak tarikat ve cemaatleri zapturapt altına almaya çalıştı.

        Bu amaçla oluşturulan kurumun adı “Meclis-i Meşayih”ti.

        Hangi tekkenin başına kimin geleceği, hangi tarikat şeyhinin tarikatın başına geçeceği, hilafetin kimde olacağı ancak bu Meclis’in kararıyla olabiliyordu.

        Darbe girişimini araştırmakla görevli komisyonun önerdiği işte böyle bir “meclis”.

        BDDK gibi bir kurum.

        Adı da “Tarikatlar ve Cemaatler Denetleme ve Düzenleme Kurulu” olur herhalde.

        Şeytan taşlamak

        SİZE bir farkı anlatayım.

        Yaşlı amca ile hanımı hacca gitmişler.

        Sıra şeytan taşlamaya gelmiş.

        Adam yerden topladığı minik taşları şeytana doğru atarken, kadın yerden koca koca kaya parçaları alıp türlü bedduayla şeytana doğru fırlatıyormuş.

        Adam durumu görünce hemen durmuş ve eşinin elini tutmuş.

        “Hanım ne yapıyorsun?” diyerek.

        “Allah’a isyan eden, cennetten kovulan şeytana layık olduğu gibi koca koca taşlar atıyorum” demiş.

        Anadolu bilgesi olan kocası, kadına sağlam bir öğüt vermiş:

        “Hanım hanım kendine gel. O şeytan, bir zamanlar en sevilen melekti. Sonra fikir ayrılığına düştüler ve cennetten kovuldu. Ama yarın öbür gün barışırlar. Sen sen ol abartma.”

        Bu fıkranın altında derin manalar aramayın.

        Fıkra bazen sadece fıkradır.

        Ne Zaman Adam Oluruz ?

        Adam olmanın bir hedef değil bir yol olduğunu unutmadığımız zaman.

        Diğer Yazılar