Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        "Şimdi medya, İbrahim Şahin'in peşine düştü. Doğrusu ciddiyetiyle tanınan bazı basın ve yayın kuruluşlarına yakıştıramadım. Yok, efendim, İbrahim Şahin bunları telefonla aramış da, bayramı çocuklarıyla geçireceğini ve bayramdan

        sonra teslim olacağını söylemiş.

        Ne büyük yalan!

        Ben İbrahim Şahin ile gerçekten konuştum. Hiçbir televizyon kanalını aramadığını belirtti. Ya televizyon kanalları seyirciyi işletiyor, ya da birileri İbrahim Şahin kimliği ile televizyon kanallarını kandırıyor.

        Objektif de, Kadir Çelik'i işleten şahta Yeşil gibi.

        Bugün Akşam'da yayınlanan belgeler çok ilgi çekici. Turkcell, altı ay müddetle, mobil telefon kayıtlarını muhafaza ediyor.

        Böylece kimin kiminle görüştüğü belirlenebiliyor. Temmuz ayında başlayan ve kazanın olduğu 3 Kasım'da sona eren kayıtlar, Devlet Güvenlik Mahkemesi'ne teslim edildi.

        Çete kurduğu, Ömer Lütfü Topal cinayetine bulaştığı iddiaları ile yıpratılan İbrahim Şahin'in Çatlı ile hiçbir telefon konuşması yapmadığı ortaya çıktı. Şahin'in yanı sıra polis memurları, Ayhan Çarkın, Ayhan Akça ve Ziya Bandırmalıoğlu'nun da, Abdullah Çatlı'nın, çeşitli kimliklere kayıtlı olan telefon numaralarıyla hiç görüşmedikleri anlaşıldı.

        İşin en ilgi çekici tarafı, Abdullah Çatlı'nın, Kocaeli Jandarma Alay Komutanı Veli Küçük'ü araması.

        Veli Küçük halen orduda görevli ve terfi ettiği için tuğgeneral rütbesini taşıyor. Bunun yanı sıra, Çatlı, ANAP milletvekili Sadi Somuncuoğlu ile iki kere görüşüyor. Mesut Yılmaz'a önemle duyurulur!

        Muhsin Yazıcıoğlu'nu, hem bürosundan hem de karısının üzerine kayıtlı Oran'daki evinden birkaç kere arıyor.

        Tabii bir çok insanla daha görüşmeleri var. Mesela, Siyasi Şube'de görevli komiser Yesugay Aksakal ile 2 defa, Tarkan Dikici adına kayıtlı telefonu kullanılan Ali Fevzi Bir ile 22 defa Polat Aygıroğlu'nun telefonundan yararlandığı sanılan Sami Hoştan ile 17 defa, Merkez Bankası santralıyla, (Ekim ayında) beş defa telefon konuşması yapılmış.

        Çatlı'nın telefon muhataplarının bazıları Akşam'ın haberinde daha ayrıntılı biçimde yer alıyor.

        İstanbul Emniyet Müdürlüğü, polis memurları, Oğuz Yorulmaz, Mustafa Altınok ve Can Ersoy'un, Sedat Bucak'ınkoruması olmadan önce Çatlı ile yaptıkları telefon konuşmaları üzerinde dikkatle durdu.

        Oğuz Yorulmaz'a, 1–23 Temmuz tarihleri arasında, Bucak'ın koruması görevine atanmadan evvel. Çatlı tarafından neden 18 kere arandığı soruldu. Aynı şekilde Ercan Ersoy ve Mustafa Altınok'a Bucak'ın koruması olmalarından önce de, Çatlı tarafından çok sık aranmalarının sebebi soruldu.

        İstanbul Emniyet Müdürlüğü, 31 Ekim 1996da, Abdullah Çatlı ve Sedat Bucak'ın İzmir'de Princess Otel'de birlikte olmalarına rağmen, Çatlı'nın saat 20'den itibaren Bucak'ı beş kere cep telefonuyla aradığına dikkat çekti.

        Bir diğer soru işareti de şuydu: 1 Kasım günü, saat 13.50'den itibaren İzmir'den

        Kuşadası'na hareket edilmişti. Bucak ve Çatlı aynı arabada olmalarına rağmen neden, Çatlı Bucak'ı çok kısa fasılalarla 11 defa aramıştı? Yine kazanın son saatlerinde 14.51 ile 17.41 arasında, Çatlı ve Bucak arasında üç konuşma

        gerçekleşmişti, bunun sebebi neydi?

        İlgili polis memurları, Abdullah Çatlı'yı Mehmet Özbay kimliği ile vatansever bir işadamı olarak tanıdıklarını, arkadaş olduklarını, bu yüzden ara sıra telefonla

        görüştüklerini belirttiler.

        Aynı arabada bulunmalarına rağmen Çatlı ve Bucak'ın telefonla görüşmesini de, herhalde, cep telefonlarının birinin, arkadan gelen araba daki korumada olmasından kaynaklanıyordu. Takip edildikleri şüphesine kapılmışlar, bu yüz den de sık sık bilgi alış verişinde bulunmuşlardı. Bu karışık meselede lâfı uzatmanın anlamı yok.

        Yalnız, polis memurlarına yöneltilen, (cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak, gıyabi tevkifli sanığı saklamak, yardım etmek, Ömer Lütfü Topal'ın öldürülme olayına iştirak etmek) şeklinde suçlamanın ana dayanağının Çatlı ile yapılan telefon görüşmeleri olduğunu hatırlatmak isteriz. Söz konusu telefon görüşmeleri, ilişkinin sıklığının bir kanıtı sayılmakta.

        Peki, Çatlı ile telefonla hiç görüşmeyen İbrahim Şahin'in üzerine neden geliniyor? Ayhan Akça'nın oğlunun kirveliğini yaparken, Ziya Bandırmalıoğlu'nun da Mehmet Özbay'ı kirve olarak seçmesi yüzünden, Şahin zanlı duruma düştü. Oysa Ziya Bandırmalıoğlu da, Çatlı ile telefonla görüşmemiş. Sadece,

        Mehmet Özbay diye tanıdığı işadamından oğlunun kirvesi olmasını rica etmiş.

        O sünnet düğününde yığınla polis var; bütün ilçe emniyet müdürleri o gazinoda. Birlikte kısa bir süre dans edildi diye,

        Çatlı ve Şahin'in çete oluşturduğu sonucuna nasıl varılabilir?

        Bir başka yalan da, İbrahim Şahin'in Su surluk Meclis Araştırma Komisyonu'na, "Çatlı'yı bir kez gördüm" dediği iddiasıdır.

        Hâlbuki İbrahim Şahin, 1995 yılı sonuna kadar, Mehmet Özbay'ı birkaç kere gördüğünü, hatta birlikte yemek yediklerini söylemiştir. Sünnet düğünü 1995'te gerçekleştiği için,Şahin'in ifadesi ile çelişmemektedir.

        Bütün Özel Tim, İbrahim Şahin'in şahsında yıpratılmak isteniyor. Yalan haberden geçilmiyor.

        Gerçekleri alt alta toplayalım:

        1) İbrahim Şahin, Çatlı ile telefonda hiç görüşmedi.

        Turkcell kayıtları bunu belgeliyor.

        2) İbrahim Şahin, Meclis Susurluk Komisyonu'nda, Mehmet Özbay'ı tanıdığını ve kendisiyle birkaç kere görüştüğünü, hatta birlikte yemek yediğini, 1996 yılında ise onu hiç görmediğini söyledi. Sünnet düğünü 1995'te yapıldı. Demek Şahin yalan ifade vermedi.

        3) Sedat Bucak'ın korumaları olan Ercan Ersoy, 24.4.1995'te İzmir'e atandı: özel hayatında alkol kullandığı duyumu üzerine 5,2.1996'da İbrahim Şahin tarafından Özel Tim'den uzaklaştırıldı.

        Ayhan Çarkın, 26.6.1995'dte, Oğuz Yorulmaz ise, 28.3.1996'da İstanbul Özel Harekât Dairesi'ne tayin oldu. 1996 yılı içinde İbrahim Şahin'in söz konusu polislerle telefonla bile görüşmediği, kayıtlardan anlaşıldı.

        Bu durumda, İbrahim Şahin neyle suçlanıyor? Daha doğrusu nasıl suçlanıyor? Günah keçisi arayıp, "kana susamış medyayı" rahatlatmak istiyorsanız, 1984'ten beri terör konusunda ülkemizde büyük hizmetler vermiş olan, bu uğurda teröristlerle girdiği göğüs göğüse mücadelede defalarca yaralanan İbrahim Şahin'i bari seçmeyin.

        İbrahim Şahin, üç defa İsrail'e, bir defa İran'a, bir defa Suriye'ye, Avrupa'nın bütün ülkelerine ve ABD'ye, bazen yeşil, bazen kırmızı pasaportla gitti. Sadece çok önemli görevlilere verilen, Avrupa'da silâh taşıma izni ona verildi. Şahin,

        Özal'ın yurt dışı seyahatlerinde, gizli korumasıydı. İşte günah keçisi haline getirilen ve hapse atılmak istenen adam bu. Onu iyi tanıyın ki, yapılmak istenen kötülüğü daha iyi kavrayın."

        Yukarıdaki satırları okudunuz mu?

        İyi o zaman.

        Bu satırları kim yazdı biliyor musunuz?

        Ben yazmadım.

        Nazlı Ilıcak yazdı.

        Susurluk dönemiydi.

        Dönemin iktidarı, Erbakan ve Tansu Çiller Susurlukçuları koruma altına almışlardı.

        Susurluk'a glu glu dansı diyorlardı.

        Biz ise "Çetelerden hesap sorulsun" diye sokaklarda toplanıyor, ışıkları yakıp söndürüyorduk.

        Nazlı Ilıcak Hanımefendi ve benzerleri ise İbrahim Şahin ve benzerlerini koruyordu.

        Hatırlatayım dedim.

        İnsan aklı unutkanlıkla malülmüş ya.

        O nedenle.

        Bu kadarı da fazla

        Milli Eğitim Bakanlığı okullara yolladığı bir resmi yazı ile ilköğretim dahil tüm okullarda "Gazze şehitleri için" saygı duruşu yapılmasını ve yardım toplanmasını istiyor.

        Bu bir ilk.

        Okullarda böle bir saygı duruşu son olarak İsmet İnönü öldüğü zaman yapılmıştı.

        Daha sonra teröre onlarca şehit verdik, pek çok devet adamımız öldü, Dünya'da türlü felaketler yaşandı. 1999'da depreme 30 bin insanımızı verdik, 11 Eylül oldu, 5 bin kişi hayatını kaybetti.

        Türkiye'de okullarda böyle bir saygı duruşu falan olmadı.

        Elbette İsrail'in sivellere yönelik katliamından büyük üzüntü duyuyoruz. O çocukları gördükçe bizim de yüreğimiz parçalanıyor.

        Kendi çocuğumuzun parmağğı kesilse duyduğumuz acının, oradaki izdüşümünü hissedebiliyoru.

        Elbette ki, Osmanlı'ya bu topraklarda yapılan haksızlığın, İngilizlerle işbirliği içinde binlerce askerimizin öldürülmesinin hesabını bugün orada yaşayanlardan soracak değiliz.

        Ama yine de her tepkide bir ölçülülük hesabı yapılmalı.

        Kendi ehitlerine saygı duruşu yapmayan, terörü lanetlemekse 11 Eylül terörünü lanetlemeyen bir ülkede ölçü biraz kaçmış olmuyor mu?

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Yıkmadan önce yerine ne yapacağımızı planladığımız veya açıkladığımız zaman.

        fatihaltayli@haberturk.com

        Diğer Yazılar