Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Epey konuştu.

        Ben de dinledim.

        Anlattıkları ilginçti.

        Cemil İpekçi'ye göre Türkiye'deki eşcinsellerin hak aramaları çok da gerçekçi değil.

        "Ben 39 yıl gizledikten sonra cinsel tercihimi açıkladım. Niye açıkladım, Türkiye'deki eşcinsellerin kendilerini daha rahat hissetmeleri için. Açıkladım da ne oldu? Hiç. O dernekler var, Kaos GL, Lambda falan. Ne yaptılar. Bana destek oldular mı? Hayır. Çünkü onların derdi, gerçek anlamda eşcinsel hakları değil?"

        İpekçi böyle deyince sordum, "Peki onların derdi ne?" diye.

        "Onların demeyeyim ama Türkiye'de eşcinseller, eşcinsel haklarını sadece 'Seks yapma hakkı' olarak algılıyorlar. Eşcinsel özgürlüğü deyince akıllarına gelen, ruj sürüp erkeklerle yatma hakkı. Bu mudur eşcinsel hakkı dediğiniz? Bence değildir."

        "Peki sizce nedir eşcinsel hakları?"

        "Bence şudur: Eşcinsellerin toplumda eşit haklara sahip olmalarıdır. İstedikleri işi yapabilme hakkıdır. Cinsel tercihlerinden ötürü kısıtlanmama hakkıdır. Yarın birisi çıkıp desin ki, 'Ben eşcinsel olduğum için milletvekili olamıyorum', ben hemen onun arkasına geçerim. Onun haklarını savunurum. Onun seçilme hakkı için savaşırım. Ama bunu diyen yok. Anladıkları sadece cinsellik."

        "Peki Türkiye'de eşcinsellere yönelik bir ayrımcılık yok mu?"

        "Bence yok. Tam aksine, Türkiye bu konuda Avrupa'dan çok daha özgür. Geçmişten beri öyle. Fransa'da 20 sene önce eşcinselliğe hapis cezası vardı. Çok değil 20 sene önce. İngiltere de farklı değildi. İşte Oscar Wilde. Ülkesini terk etmek zorunda kaldı cinsel tercihinden, eşcinselliğinden ötürü. Türkiye bu konuda çok daha rahat. Bizde kimse eşcinsellere baskı yapmadı. Hiçbir zaman. Pek çok örneği var."

        "Ama siz bile, açıklamak için 39 yıl bekledim diyorsunuz."

        "Yapmayın. İstanbul'da 60-70 tane gay bar var. Hepsi tıklım tıklım. Avrupa'dan bile geliyor, rehberlerde yayınlanıyorlar. Çarşamba, cumartesi, pazar gidin bir bakın. Tıklım tıklım. 2 bin, 3 bin kişi gidiyor hepsine. Bunları kapatan mı var, yasaklayan mı var, basan mı var! Emin olun tavuklarına kışt diyen yok. Hepsi özgürce yaşıyorlar. Tür tür ayrılmışlar hatta. Motosikletli gay'ler için ayrı, bilmem ne için ayrı kulüp var artık."

        "Cinsel tercihlerinden ötürü profesyonel hayatlarında ayrımcılığa uğradıklarından da şikâyet ediyorlar."

        "Ben ona da inanmıyorum. Hepsi iş bulabiliyor. Ama zaten yapıları itibarıyla daha çok yaratıcılıkla ilgili işlerde çalışıyorlar. Dünyada da böyle. Moda sektöründe, sanat dünyasında. En azından butiklerde, kuaförlerde. Güzellikle ilgili işlerde."

        "Şiddete maruz kalan gay'ler de ayrı bir konu."

        "O doğru ama eşcinsellere özel bir durum değil. Doğru. Sokaktaki travestiler şiddete uğruyor. Ama bu sadece travestilerin sorunu değil. Sokakta çalışan kadınlar da şiddete uğruyor. O sokakta çalışmanın getirdiği bir durum. Bir risk. Bize özel bir durum da değil. Ama bunu eşcinsel hakkı değil insan hakkı olarak ele almak lazım. Zaten ben kendimi eşcinsel hakları diye sınırlamıyorum. Benim için insan hakkı önemlidir. Özgürlük herkes için gereklidir. Ben eşcinsel hakları için de mücadele ederim. Ama önce onlar ne istediklerini söylesinler. Ruj sürme ve seks hakkı dışında."

        Devlet adabının ruhuna el Fatiha

        ŞİMDİ size bir örnek vereceğim. Okuyun. Sonra konuşalım.

        Bir adam var. Adamın bir şoförü var.

        Eşini, kızını okula götürüp getiriyor. Onların güven içinde seyahat etmelerini sağlıyor.

        Bir gün adam, şoförünün eşine ve kızına cinsel tacizde bulunduğunu duyuyor. Kesin değil ama ciddi şüpheler var. Adam gidip şoförünü savcılığa şikâyet ediyor. Şoför hakkında soruşturma ve inceleme başlatılıyor. Ancak şoförünü savcılığa şikâyet eden adam, hâlâ aynı şoförle eşini ve kızını seyahate yolluyor.

        Böyle bir şey olur mu?

        Bence olmaz.

        Ama Türkiye'de oluyor.

        Ne alakası var diyeceksiniz ama durum bu.

        3. Ordu Komutanı, Ergenekon şüphelisi olarak, terör örgütü üyesi olma şüphesiyle ifade veriyor.

        Ama o komutanın emrinde hâlâ yüz binlerce asker, binlerce tank, top, tüfek var.

        Türkiye'nin Gürcistan'dan başlayıp Suriye'yle biten en riskli sınırını koruyor. Onu bırakın, terör örgütüyle mücadele eden ordu ona bağlı.

        Ve bu adam, terör örgütü üyesi olmakla suçlanıyor. Bir savcı onu ifadeye çağırıyor.

        Sadece o mu?

        Güney Deniz Saha Komutanı.

        O da Türkiye'nin en riskli karasularının tek komutanı. Denizlerdeki krizler onun bölgesinde yaşanıyor. Türkiye'nin en önemli deniz gücüne komuta ediyor.

        O da suikast emirleri vermekle suçlanıyor.

        Bakın size bir şey söyleyeyim.

        En hafif tabiriyle bu "devlet krizidir".

        Devlet adına görev yapanların bir numaralı görevi, devlet krizi yaratmamaktır.

        Ancak Türkiye'de bu kriz artık yaratılmıştır.

        Elbette kimse yasaların üzerinde değildir. Soruşturulamaz, kovuşturulamaz değildir.

        Ama her işin bir adabı olduğu gibi, bu işin de bir adabı vardır.

        Eğer bu yukarıda bahsettiğim görevlerdeki insanlar hakkında bir suç şüphesi varsa ve bu şüphe gerçekten ciddi boyutlardaysa, o zaman devletin zirvesi bu şüpheleri paylaşır.

        Adalet Bakanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı ve gerekiyorsa ilgili savcılar bir araya gelir.

        Bu düzeyde bir soruşturmayı yürütmek için gerekli deliller var ise bunlar paylaşılır.

        Bu soruşturmaya muhatap olacak kişi "gerçek ortaya çıkıncaya kadar" açığa alınır.

        Soruşturma yürütülür. Tamamlanır. Suçluysa mahkemeye gider, cezasını alır ve çeker.

        Suçsuzsa görevinin başına döner.

        Ama böyle rezillik olmaz.

        Olursa devlet olmaz.

        Olursa başta bahsettiğim gibi olur.


        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Diğer Yazılar