Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        SON zamanların en anlamadığım ve anlam veremediğim tartışması, üç generalin ilgili iki bakan tarafından açığa alınmasından sonra çıkan tartışmanın “sivil darbe” tartışmasına dönüştürülmesi.

        Darbe sözcüğü “yasal olmayan” durumlar için kullanılabilir ancak.

        Bir bakanın, bir hükümetin “yasalardan aldığı yetkiyi” kullanmasına “darbe” denilmez.

        Bu nedenle de CHP’nin “sivil darbe” söylemine katılmam mümkün değil.

        CHP eğer böyle bir yetkiye karşıysa, o yetki yasalarla yıllar önce hükümetlere verilmiş.

        Keşke bu yetki kullanılmadan önce, “Bu yetki doğru bir yetki değildir” diye itiraz etseymiş.

        Yasalarda var olan bir hakkın kullanılması “sivil darbe” değildir.

        Ha, “Bu bir sivil darbe değildir” demem, yapılanın yüzde yüz doğru, yüzde yüz haklı olduğunu kabul ettiğim anlamına gelmez.

        Yetki “keyfi” kullanılmıştır.

        Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’ni “boşa çıkarmak” için “özel bir zamanlama” ile kullanılmıştır, doğru.

        Ama sonuçta olmayan bir yetki değil, olan bir yetki kullanılmıştır.

        Keşke o yetki şimdi değil de bu davalar başladığı zaman kullanılsaydı.

        Keşke o yetki üç general için değil, benzer durumda olan tüm generaller için kullanılsaydı.

        Keşke buna benzer yetkiler sadece generaller söz konusu olduğunda değil, hakkında dava açılan tüm sivil bürokratlar söz konusu olduğunda da kullanılsaydı. Tüm bunlar doğru.

        Ama yine de yapılan bir “sivil darbe” falan değildir. Yasaların tanıdığı bir yetki kullanılmıştır.

        Ayrıca bir şey daha söyleyeyim.

        Bunların hiçbiri olmadan da hükümetler, üst düzey askerleri görevden alabilirler.

        Demokrasilerde buna alışık olmalıyız. Daha kısa bir süre önce ABD Başkanı, kendisiyle fikir ayrılığına düşen Centcom Komutanı’nı anında görevden aldı. Kimse de sesini çıkarmadı.

        Tabii aslında bu olaydan rahatsız olanların temel gerekçesi, bu işi yapanın AKP olması ve niyetinin “halisane” olduğundan şüphe duyulması. Bu “şüpheciliği” ortadan kaldırmak AKP’nin görevi.

        Tabii bir de “tarihte bir ilk” olma meselesi var ki, bu da son derece normal.

        Daha önce olamazdı. Çünkü daha önce hakkında “açığa alınmasını gerektirecek” dava açılmış general yoktu.

        Tatlıses'in düşmanı Tatlıses

        İBRAHİM Tatlıses önce Rahşan Gülşan'ı aradı. Epeydir mahkemeliklerdi. Sonra "Or..." cümlesini Rahşan

        eleştirince telefon açmış, davet etmiş görüşmüşler.

        Tatlıses, "Or... demedim. Zilli dedim"

        demiş. Oysa oradaki herkes denileni biliyor. Bilirim, küçük çocukları böyle sevenler, böyle muhabbet gösterenler çoktur ama sahnede olacak iş değil.

        Rahşan Gülşan'ın izlenimlerini sordum.

        "Hiçbir şey dinlemiyor. Kendi anlatıyor sürekli. Kendince hep haklı.

        Her şeye bir açıklaması var. Karşısındakinin ne dediğini dinlemiyor

        bile, umurunda değil" dedi.

        Bu arada, "O herif benden nefret ediyor. O yüzden bu haberleri yaptırıyor" demiş.

        "Herif" dediği ben oluyorum.

        Tatlıses'in bilmediği şu. "Ben kimseden nefret etmem", eleştirdiklerim

        de düşmanım değildir.

        Yanlış yapıyorsa yazıyoruz. Doğru yapsa onu da yazarız.

        İşte bugün yaptığı.

        Balçiçek İlter'i arıyor ve "Kalemini kırarım" diyor.

        Hani "Kızmış, laf olsun diye söylemiş" deyip geçsen buna Tatlıses'in müktesebatı uygun değil.

        Urfa Çarşısı'ndaki cinayet, Asena'nın, Derya Tuna'nın başına gelenler ortada. Geçemiyorsun.

        Tatlıses, herkesi kendine düşman zannedeceğine dönüp bir kendine baksın. Çünkü onun en büyük düşmanı "kendisi".

        Başına gelen her şeyin nedeni kendi yaptıkları.

        Avrupa'da, Amerika'da "kontrol sorunu" yaşayan pek çok sanatçı kliniklere yatıp tedavi görüyor.

        Ayıp değil.

        O da böyle bir şey deneyebilir.

        Kimbilir belki de haklıdır. Kırk yıldır şöhret olmak, kırk yıldır tüm ilgiyi üzerinde yaşamak zor gelmiş olabilir.

        Ama çaresi var.

        Çare tehdit değil, bir psikiyatr.

        Geceleri sigara serbest

        ENDER de olsa akşamları dışarı çıkıyorum.

        Eş dostla eğlenmeye.

        Gördüğüm iki şey var.

        Bizim ülkede eğlenme kavramı artık unutulmuş.

        Eğlenmek, birbirine hava atmak haline gelmiş.

        Herkeste bir kasılmak, bir kasılmak. Millet birbirini kesiyor, birbirine bakmaktan eğlenemiyor.

        Ama asıl söyleyeceğim bu değil. Bu sadece minik bir tespit.

        Asıl mesele şu.

        Hani Türkiye'nin havası artık dumansız hava sahası ya, siz öyle zannedin. Değil.

        Gecenin belirli bir saati gelince hemen her yerde sigaralar fora.

        Masalara küllükler getiriliyor ve başlıyor herkes fosur fosur içmeye.

        Denetim menetim hak getire.

        Ya denetleyen yok ya da denetleyenleri bir şekilde "bağlamışlar".

        Bilmiyorum belki de doğrusu bu.

        Gecenin bir saatinden sonra, hele çoluk çocuğun olmadığı ortamlarda belki de izin verilmesi lazım.

        Emin değilim.

        Ama şu anda fiili bir "izin" durumu zaten var. Herkesin haberi olsun.

        Diğer Yazılar