Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Dün sabah Habertürk Televizyonu’na bakıyorum.

        Serdar ile Nihal’in programı var. Ben de bir yandan çalışıyor, bir yandan da dinliyorum.

        Konuk tarihçi. Adını bilmiyorum. Hatta şimdi de aklımda değil.

        Engin bilgisini anlatıyor.

        Bir ara kulağıma şöyle bir cümle çarpınca irkildim. Dinlemeye başladım.

        Engin bilgili tarihçimiz şöyle buyuruyordu: “Osmanlı’nın resmi dili yoktu. Osmanlı çok dilliydi.”

        Kulaklarıma inanamadım.

        Tarihçi diye ekrana çıkmakta beis görmeyen bir vatandaş, göz göre göre cehaletini sergiliyordu.

        Osmanlı’da resmi dil yokmuş, Osmanlı çok dilliymiş.

        Cehaletin bu kadarına diyecek bir şey yok ama yine de yalanı, yanlışı ortaya çıkarmak lazım.

        Osmanlı çok dilli falan değildi. İmparatorluğun, tebaasının konuştuğu dile karıştığı elbette yoktu, lakin Osmanlı’nın “resmi dili” vardı ve bu dil Türkçe’ydi.

        Üstelik bu bilgiye ulaşmak öyle zor falan da değil.

        1876 Anayasası’na bakmak yeter. 1876’da kabul edilen Anayasa’nın, daha doğrusu o zamanki adıyla ve bence daha doğru olan terminolojisiyle “Teşkilat-ı Esasiye”nin 18. maddesi aynen şöyle yazar:

        “Tebaa-i Osmaniye’nin hidemat-ı devlette istihdam olunmak için devletin lisan-ı resmisi olan Türkçe’yi bilmeleri şarttır.”

        Basit bir Osmanlı Türkçesi ama yine de çevireyim: “Osmanlı tebaasına mensup olanların devlet hizmetinde işe alınabilmeleri için devletin resmi dili olan Türkçe’yi bilmeleri şarttır.”

        Yani neymiş?

        Osmanlı’nın resmi dili Türkçe’ymiş ve kamu görevlilerinin Türkçe’yi bilmeleri şartmış.

        İçinde Yunan’ı, Bulgar’ı, Sırp’ı, Arap’ı, Kürt’ü, Gürcü’sü, Laz’ı, Ermeni’si, Yahudi’si, Çerkes’i bulunan Osmanlı İmparatorluğu bütün bu çokrenkliliğe, bütün bu çoksesliliğe rağmen resmi dil olarak Türkçe’yi ilan etmiş ve kamu hizmeti görecek olanlarda bunu şart koşmuş. Elbette günlük konuşmaya, kendi aralarında kullandıkları dile karışmamış, Türkçe’yi asla ikinci plana atmamış, asla Türkçe’den vazgeçmemiş.

        Sınırlar dahilindeki her yerde her türlü resmi işlem Türkçe yapılmış; kadı sicilleri, tapu kayıtları hep Türkçe tutulmuş.

        Bir yanlışı düzeltmek ve bugünkü abesle iştigal tartışmalara ışık tutar diye yazdım.

        Başka bir niyetle değil.

        Cemiyet'in yalanı

        Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, beni "yalan yazmakla" suçladı ve mızrağı çuvala sığdırmak istedi ama olmadı. İki dönemdir yönetim kurulu üyesi olan Doğan Satmış, TGC yönetiminden istifa etti.

        Böylelikle kimin yalancı, kimin doğrucu olduğu da kanıtlanmış oldu. Doğrusunu isterseniz, bu kafayı görünce hiçbir zaman sarı basın kartı almadığıma ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'ne asla üye olmadığıma seviniyorum.

        Bu kafayla gazetecilik yapanların cemiyeti bana çok uzak.

        Bu kafadaki adamlarla Türkiye'de basın özgürlüğü zaten hayal.

        Bölünmeyeceğini gördük

        Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Diyarbakır gezisi beni çok umutlandırdı.

        Aslına bakarsanız Abdullah Bey beni de davet etmişti. Katılmayı da çok istiyordum ama yurtdışından konuklarım vardı ve sadece benimle görüşmek için geliyorlardı. Tam o güne denk gelince özür dileyerek gelemeyeceğimi söyledim.

        Ama aklım da orada kalmadı değil.

        Televizyonlardan ve geziyi izleyen arkadaşlarımdan edindiğim izlenim, Türkiye'nin asla bölünmeyeceğini gösteriyor.

        Kürt sorununda tutarlı laflar eden Abdullah Gül'e bölgede gösterilen sevgi, ilgi ve hatta saygı, kimsenin "ayrılmak" gibi bir talebi olmadığını bana çok net gösterdi.

        Gül, Cumhurbaşkanı gibi karşılandı, Cumhurbaşkanı gibi ağırlandı.

        Onun da verdiği mesajlar çok yerli yerindeydi.

        Diyarbakır Belediye Başkanı'nın koltuğuna oturarak söylediği, "Bu ülkenin resmi dili Türkçe'dir"

        cümlesi, buna karşılık halka iki dille hitap etmesi anlamlıydı.

        Cumhurbaşkanı'na, bize bu ülkenin bölünme olasılığının bulunmadığını gösterdiği için teşekkür ediyorum.

        Sigaraya zam, akaryakıta indirim

        Hükümet, vergi toplayabilmek için akaryakıta zam üzerine zam yapıyor. Dünyanın en pahalı yakıtını kullanıyoruz.

        Buna mukabil gelişmiş ülkeler arasında en ucuz sigarayı içiyoruz.

        Avrupa'da 12 lira civarında olan sigara fiyatları bizde en fazla 8 liraya yakın.

        Emin Şirin'den aldığım rakamlara göre, Türkiye'de yılda 5 milyar 500 milyon paket sigara tüketiliyormuş.

        Motorin tüketimi ise yaklaşık 12 milyar litre.

        Yani sigaraya yapılacak 2 liralık bir zam, motorinde 1 liralık bir indirim sağlayabilir.

        En pahalı akaryakıt ayıbını belki böyle temizleyebiliriz.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Vatanı sevmek için vatandaşı sevmenin şart olduğunu anladığımız zaman.

        Diğer Yazılar