Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        DAHA argo bir tabir var, aslında onu kullanmak lazım ama bize yakışmaz.

        O yüzden hafifiyle idare edeceğiz.

        “Cılkını çıkardı” diyeceğiz. Anlayan anlayacak ne demek istediğimizi.

        Hakan Şükür’ün televizyondaki yorumculuğundan söz ediyorum.

        Çok sevdiğim futbolcu kardeşim Hakan Şükür, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın kendisine yaptığı ciddi bir “iyilikle” milletvekili oldu.

        Büyük ihtimalle bu yaşta, bu onura kavuşan ilk futbolcudur Hakan.

        Kimse de gıkını çıkarmadı buna.

        Yıllarca Türkiye’ye iki farklı formayla hizmet etmiş, bu ülkeye onurlar kazandırmış bir genç adamın taltif edilmesini eleştiren olmadı.

        Hakan Meclis’e girdikten sonra peş peşe mini potlar kırmaya başladı. O da geçiştirildi.

        Sonuçta üniversite profesörü değildi, gençti, bir milletvekilinin söylememesi gerekenlerin neler olduğu konusunda bilgisiz olabilirdi.

        Milletvekilliği televole programında fıkra anlatmaya benzemezdi. Ama öğrenecekti.

        Sonra büyük rezalet meydana geldi.

        Lig TV, Türkiye’de başka kimse kalmamış gibi Hakan Şükür’e yorumculuk önerdi.

        Hakan’ı seven sevmeyen herkes, “Bu teklifi kabul etme. Milletvekilliğine yakışmaz” dediler.

        O bunu söyleyenlerin iyi niyetini anlamadı.

        Ya da kimbilir, önerilen milyon dolara yakın rakam cazip geldi.

        Teklifi kabul etti.

        Meclis Başkanı Cemil Çiçek dahi çıkıp eleştirdi, “Olmaz böyle şey” diye.

        Hakan tınmadı.

        “Beyefendiye sordum, ‘Kabul edebilirsin’ dedi” yanıtını verdi.

        Her pazar ve pazartesi akşamı çıkıp sudan eleştirilerini ve yorumlarını yapmayı sürdürdü.

        Zaten söylediklerinin sudan olmaması mümkün değildi. Milletvekili olarak “sivri” laflar etmesi yakışık almazdı.

        Başka milletvekilleri, “Biz de işimizi sürdürelim o zaman” diyerek TBMM’ye başvurdular.

        Hakan’a verilen izin, tabii verildiyse, başka milletvekillerine verilmedi.

        Hakan da televizyona çıkmaya devam etti.

        Ancak pazartesi akşamı gerçek bir şok yaşadım.

        Sivasspor-Galatasaray maçı sonrası Şansal Büyüka, “Hakan bu akşam Meclis’te komisyon toplantısında, ama Meclis’ten canlı yayınımıza katılacak” dedi.

        Kulaklarıma inanamadım.

        Ve Hakan, Türkiye’nin geleceğiyle ilgili en önemli konulardan biri olan Milli Eğitim’deki değişikliğin konuşulduğu komisyon toplantısından yayına bağlandı.

        Dün de fotoğrafları gördüm. İyice şaşırdım.

        Komisyonda diğer vekiller yasayı konuşuyor, Hakan bilgisayardan maç izliyor.

        Ee, ne yapsın asıl işi o. Büyük parayı oradan alıyor. Ve daha da vahimini dün öğrendim.

        Milletvekili Hakan Şükür 4 Ocak, 1 Şubat ve 2 Şubat tarihlerinde TBMM Başkanlığı’na mazeret bildirerek Meclis çalışmalarına katılmamış.

        Peki sizce ne yapmış?

        Televizyon programına katılmış.

        Bu kadarına da pes dedim.

        Belli ki, Hakan “Yarabbi Şükür” diyor.

        Televizyondan kazandığı paraya mı, başka şeye mi siz karar verin!

        Gazetecilik miymiş?

        BİZ "Bu gazeteciliktir" dedik küfrettiler.

        Sadece taraftarlar değil, bazı meslektaşlarımız bile.

        Biz, "Dünyanın her yerinde ünlü isimlerin böyle fotoğrafları yayınlanır" dedik.

        Bakmadan, araştırmadan "Yayınlanmaz" dediler.

        "Strauss Kahn'ın fotoğrafları yayınlandı aynı şekilde" dedik.

        "Aynı şey değil" dediler, nesi aynı şey değilse.

        Ama zaman bizi haklı çıkardı.

        Aziz Yıldırım'ın Emniyet'te çekilmiş adli sicil fotoğrafı, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin yarışmasında "En İyi Haber" dalında ödül getirdi.

        Zaten yarışmada iki farklı kategoride ödül alan fotoğraflar, Habertürk'ün haber fotoğraflarıydı.

        Diğer ödülü de "kadına yönelik şiddet" konusunda başından beri en kararlı duruşu sergileyen Habertürk'ün "Ayşe Paşalı" fotoğrafı aldı..

        İlk fotoğrafı Emniyet'ten büyük bir başarıyla ele geçiren arkadaşlarım Engin Belli ve Nihat Uludağ'ı da, Ayşe Paşalı fotoğrafını çeken Cemal Doğan'ı da kutluyorum.

        Birkaç nesillik bedel

        CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül Dışişleri Bakanı iken odasında sohbet ediyorduk.

        "İç politikada hata yaparsanız önemli değildir. Siz bozarsanız, yanlış yaparsınız, sonra yanlışın farkına varılır, siz veya bir başkası gelir düzeltir. Gelecek açısından hayati değildir. Ama dış politikada hata yaparsanız bunu düzeltmek çok zordur. Yaptığınız hatanın bedelini sonraki kuşaklar ödemek zorunda kalır. O hatayı düzeltemezsiniz" demişti.

        Abdullah Bey'in bu çok önemli cümlesini o gün bugündür hiç unutmadım.

        Önemli bir dersti.

        Ancak bir noktada Abdullah Gül'den farklı düşünüyorum.

        O da Milli Eğitim politikaları.

        Orada da bir hata yaparsanız, bedelini gelecek kuşaklar öder.

        Büyük ihtimalle bugün ödediğimiz bedel de bunun bedeli.

        Türkiye'de Milli Eğitim'de temel hatalardan biri 1970'lerde yapıldı.

        İdeoloji adına, oy uğruna, Türkiye'nin öğretmen yetiştirme potansiyeli ve kapasitesi baltalandı.

        Eğitim verecek kadroların kalitesiyle ciddi bir biçimde oynandı.

        Kalitesiz öğretmenler, kalitesiz nesiller yetiştirdi.

        Burada bir normalleşme yaşanır ve öğretmen kalitesi yavaş yavaş yeniden yükselirken, yine ideoloji uğruna eğitim sistemiyle oynanmaya başlandı.

        Alışıldık, bildik sistem çökertildi.

        Şimdi "sözde" onarmak adına, yeni hatalar yapılıyor.

        4+4+4 diye bir garabet getirilmek, yetersiz olan zorunlu eğitim daha da yetersizleştirilmek isteniyor.

        Okula başlama yaşı tüm uzmanların "Daha neler" dediği bir yaşa çekilmeye çalışılıyor.

        Ve "güçlü birer birey" olacak öğrenciler yerine "ataerkil" bir eğitim sisteminin yolu açılıyor.

        Elbet bir gün bundan da dönülür.

        Ama bedeli birkaç nesil öder!

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ ?

        Eğitimin nasıl olacağına maç izleyen vekiller değil, uzmanlar ve pedagoglar karar verdiği zaman.

        Diğer Yazılar