Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        OLAYI duydunuz muhakkak.

        Gaziantep’te bir “alçak”, 85 yaşındaki dedesi kalp ameliyatı sonrası öldü diye, ameliyatı yapan doktoru bıçaklayarak öldürdü.

        Yazacaklarım için kimse kusura bakmasın, öfkem burnumda. Dünden beri kuduruyorum.

        Doktorluk en zor ve en şerefli mesleklerden biri.

        Sadece bugün değil, binlerce yıldır.

        Kabilelerde doktor yerine geçen büyücüler, kabile şefinden bile üstünmüş. Öyle bir iş doktorluk.

        İçlerinde iyisi var, kötüsü var elbet.

        Paragözü var, gözütoku var. Ama hepsi hayat kurtarıyor. Bazen hata yapsalar da, yaptıkları iş her şeyden önemli. Ama bu memlekette doktor olmak salaklık.

        Bir yandan sistemin çektirdikleri, diğer yandan “hayvan” bile denmeyecek yaratıkların yaptıkları.

        Hatırlarsınız, birkaç yıl önce dünyanın en önemli doktorlarından biri, Profesör Göksel Kalaycı da bir hastasının yakını tarafından öldürülmüştü.

        Darp edilen, canını zor kurtaran pek çok doktor var.

        Sınıf arkadaşlarımdan biri, mecburi hizmetini yaptığı bir Güneydoğu ilinde acile getirilen bir hastayı kurtaramadığı için saldırıya uğramış, arka camdan kaçıp hayatını kurtardıktan sonra doktorluğu bırakmıştı.

        Vaka çok.

        Doktorlarımız hayat kurtarmaya çalışırken hayatlarından oluyorlar.

        Gaziantep’teki olay da tambir “rezalet”.

        85 yaşında kalp hastasını ameliyat ediyor genç doktor. Hasta ölüyor.

        O yaştaki adam belli ki son çare olarak ameliyat edilmiş. Belli ki, ameliyat etmeseler zaten ölecek.

        Ama 17 yaşındaki hasta yakını, gencecik doktoru bıçaklıyor ve öldürüyor.

        Öldürdüğü doktorun kılı etmeyecek bir “canavar” tarafından. Ve doktorun arkasında minicik bir çocuk ve bir eş kalıyor. Tabii bir de oğullarını doktor yetiştirmek için uğraşmış bir ana baba.

        Gazeteler haberi verirken yasa gereği katilin adını “M.G.” olarak yazdılar.

        Ama bence hata.

        O “canavarı” adıyla, sanıyla soyadıyla yazmak lazım.

        Yazılsın ki, her doktor alıp o adı bir kenara kaydetsin.

        Kaydetsin ki, nasılsa bir gün er ya da geç önlerine gelip yatacak.

        Suratına baksınlar. Ve tükürsünler o surata. Tedavi niyetine. Ve bıraksınlar orada öylece. Doktor katilini.

        Tam adamına soru

        JAMES Bond filmi nedeniyle başta Kapalıçarşı olmak üzere İstanbul'a verilen zararı haber yaptık.

        Sadece biz değil herkes. Habertürk Televizyonu, Kapalıçarşı esnafının başkanını ekrana çıkardı ve sordu.

        "Kapalıçarşı'ya zarar verildiği doğru mu?" diye. Başkan yalanladı.

        "Doğru değil. Tam aksine Türkiye'nin reklamı oluyor" dedi.

        Doğru Türkiye'nin reklamı oluyor ama ille de kırıp dökmek şart mı?

        Ama asıl söyleyeceğim o değil.

        Kapalıçarşı esnafının başkanını çıkarıp konuşturmak doğru mu onu merak ediyorum.

        Çünkü Kapalıçarşı'ya esnafın verdiği zararı Bond bile veremiyor.

        Yıllardır o esnaf Kapalıçarşı'yı oyuk oyuk oydu. Dükkânların kalın, kerpiç duvarlarını oya oya kasa yeri, terazi yeri, masa yeri diye çarşıyı mahvettiler.

        Bugün doğru düzgün bir ölçüm, bir denetleme yapılsa Kapalıçarşı'nın ne hale geldiği, statiğinin ne kadar zayıfladığı ve ilk depremde yıkılacak hale geldiği ortaya çıkar.

        Habertürk Televizyonu ise "Zarar geldi mi?" sorusunu sormak için Kapalıçarşı'ya yıllardır en büyük zararı verenlerin başkanını çıkardı ekrana.

        Tam adamını yani.

        Ya bir tanker yansaydı

        DÜN İstanbul'u ve Türkiye'yi uçuran fırtınada İstanbul'da bir tekne alev aldı.

        Televizyonlar teknenin yanışını canlı canlı yayınladılar.

        Ve ben korktum.

        Tekne yangınından değil, İstanbul'un durumundan.

        Yanan 15-16 metrelik bir motoryat.

        Yangın çıkınca çevre teknelerden hemen koştular yardıma.

        Küçük alevler giderek büyüdü ve bütün tekneyi sardı.

        Ama bunlar birkaç saniyede değil, epey uzun sürede oldu.

        Ve bütün bu süre boyunca ne deniz polisinin bir botu, ne de İstanbul Liman Başkanlığı'nın söndürme gemilerinden biri olay yerine geldi.

        Olay yeri dediğimiz uzak falan değil, Haliç ile Boğaz'ın birleştiği İstanbul limanının hemen önü.

        Dakikalarca hiçbir yardım gelmedi.

        Basın şovlarında rekor kıran polisin yeni botları da yoktu ortalıkta, dandik gemi yangınlarını kameralar önünden söndüren yangın söndürme römorkörleri de.

        Tekne yana yana biterken en sonunda geldiler ama zaten iş bitmişti o sırada.

        Korktum, çünkü o yanan bir motoryat değil, bir tanker de olabilirdi.

        Ve yangına bu kadar geç müdahale ediliyorsa, bir tankerdeki küçük bir yangın, geç müdahale nedeniyle İstanbul'u yok edecek bir faciaya dönüşebilirdi.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ ?

        Tatbikat başarılarını gerçek olaylarda tekrarlayabildiğimiz zaman.

        Diğer Yazılar