Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        PAZAR gününe sıkıcı meselelerle başlamayalım diye düşündüm ve size geçen hafta Brezilya dönüşü birkaç saatliğine uğradığım Senegal’i anlatmaya karar verdim. Haklı olarak diyeceksiniz ki, “Birkaç saat gördüğün yerin nesini anlatacaksın”. Ben de diyeceğim ki, “Okumadan karar vermeyin”. Senegal’e indiğimizde saat sabahın 6’sıydı. Senegal Başbakanı, bizim Başbakan’la görüşmek için havaalanına gelmişti. Yanında bir grup Senegalli sivil ve subayla birlikte. Ben havaalanında bizim büyükelçilikten gelenlerle sohbet ediyorum. Oldukça gariban bir yer gibi görünen Senegal’in siyasi ve ekonomik durumuyla ilgili bilgi alıyordum.

        Senegal, Afrika’daki ender “hakiki demokrasilerden” biri. Geçen yıl yapılan seçimlerle 12 yıllık cumhurbaşkanı yerini yeni cumhurbaşkanına bırakmış. Seçimden sonra “12 yıllık başkan nasıl olacak da gidecek? Kavgasız gürültüsüz gidecek mi?” tedirginliği yaşanmasına rağmen en ufak bir gerilim olmadan koltuktan inmiş eski başkan ve yenisi geçmiş. Ülke çok fakir. Elektrik yok. Su yok. Ekonomi yok gibi. Buna rağmen eski başkan, Afrika’da demokrasinin simgesi olsun diye dev bir heykel yaptırmış. Hiçbir yerde doğru düzgün elektrik olmadığı ve günün büyük bölümü kesintilerle geçtiği halde bu heykel gece gündüz aydınlatılıyormuş. Halk buna ve bu yoklukta heykelin yapımına harcanan 26 milyon dolara “gıcık olmuş” ve başkan seçimi büyük oranda bu yüzden kaybetmiş. Ülkede yüzde 95 oranında İslamiyet kabul görüyor. Sanayi yok gibi. Türklerin gıda alanında yatırımları var ve bu alandaki Fransız tekelini kırmışlar. Gülen Cemaati’nin Senegal’deki okullarında 2000 öğrenci okuyor ve bu okullar ülkenin en iyi okulları. Ülkenin en önemli gelirlerinden biri turizm. Ama buradaki turizm, bildiğiniz turizmlerden değil. Senegal, “seks turizmi” ile ünlü. Ancak yanlış anlamayın, buradaki biraz farklı bir seks turizmi. Seks turizmi deyince akla seks için farklı ülkelere giden erkekler gelir değil mi? Senegal ise tam tersi. Senegal, Avrupalı kadınların seks turizmi için geldiği bir destinasyon. Bunu bana anlatan kişiye, “Niye? Ne özelliği var Senegalli erkeklerin?” diye soruyorum. “Baksana şunlara” diyerek havaalanında boş boş gezinen Senegalli askerleri ve sivilleri gösteriyor. “Ne var ki?” diyorum. “Bunların hepsi sırım gibidir. Şunlardan biri üstünü çıkarsın, bak sanki heykel. Adaleli, uzun boyludurlar. Genetik olarak böyleler. Üstelik de hepsi çok yumuşak, çok naziktir. Ve hepsi Fransızca konuşur. Bu yüzden her yıl yüz binlerce yalnız kadın buraya gelir” dedi. “Peki bu bilinen bir şey midir?” dedim. “Bilinir ama bilinmez. Fakat internete girip biraz araştırırsan görürsün” dedi. “Boşver. Araştırmayayım. Biri görür yanlış anlar” dedim. Koşarak uçağa bindim.

        Gereksiz bir yalan mı?

        BİR diplomatla sohbet ediyoruz. Önemli bir ülkenin Türkiye’deki temsilcilerinden. Konu haliyle Suriye. “Yazdığın doğru. Suriye’nin Türk uçağını düşürmesi başından sonuna kadar yanlış. Düşmanca bir tutum. Böyle bir şey yapmaya hakları yok. Bunu savunmaları mümkün değil” diyor. Ve sonra bir “Ama” ekliyor. “Aması mı var bunun. Vuramazlar” diyorum araya girip. “Haklısın, vuramazlar ama...” diyerek kaldığı yerden devam ediyor. “Bence Türkiye haklı olduğu halde yalan söyleyerek hem kendini hem müttefiklerini zor duruma düşürüyor” diyor. Haydaaa. Bu da nereden çıktı şimdi. “Ne yalanı?” diye soruyorum. “Uçağın düşürüldüğü yer konusunda bence Türkiye doğruları söylemiyor. Bana öyle geliyor ki, uçak vurulduğunda Suriye hava sahasındaydı.” “Suriye hava sahasında olması neyi değiştirir? Her hava sahası ihlalinde uçak mı düşürülür? Ben de zaten bunu savunuyorum. De ki Suriye hava sahasında, düşürmeye hakları yok” diye bir kez daha itiraz ediyorum. “Evet haklısın. Suriye hava sahasında olsa bile düşürmeye hakları yokken ve Suriye bu durumda bile suçluyken, yalan söylemeye ne gerek var? Benim anlamadığım da zaten bu” diyor. “Ben yalan söyledikleri kanaatinde değilim. Ömer Çelik benim programımda bölgedeki tüm ülkelere radar kayıtlarını açıklama çağrısı yaptı” diyerek savunuyorum Türkiye’yi. “Çağrı yaptı ama açıklayan yok. Oysa bölgede İngiliz üssü var. İsrail radarları, Suriye hava sahasını sürekli gözlemliyor. Bölgede Amerikan gemileri var. Rus gemileri var. Niye hiçbiri Türkiye’nin çağrısına yanıt vermiyor öyleyse? Niye kimse açıklamıyor?” “Niye?” “Çünkü kimse Suriye’yi haklı görmüyor. Bu yüzden de Türkiye’yi zorda bırakmak istemiyorlar. Yalancı ülke konumuna düşürmek istemiyorlar.” “Öyle bile olsa sonuçta uçağı düşüren Suriye.” “Evet aynen böyle. Zaten sorun da bu. Türkiye bu kadar açıkça haklıyken niye yalan söylüyor benim anlamadığım bu” diyor. Bu konuşmanın ertesi günü WSJ’de “Amerikalı bir yetkiliye dayanılarak” uçağımızın Suriye karasularında düşürüldüğü yazılıyor. Türkiye mi yalan söylüyor, yoksa birileri Türkiye’yi yönetenlere mi yalan söylüyor!

        Aman dikkat!

        POLİSLERİN kıyasıya dövdüğü gence 5 yıl hapis istemiyle dava açılmış. Dayakçı polislerin gidip “Döverken ellerimiz yaralandı” diye rapor almasından belliydi böyle olacağı. Benim de başıma gelmişti. Ali Sami Yen’de Aziz Yıldırım’ın adamları tarafından dövüldüğüm zaman bana yumruk atanlardan biri gidip rapor almış ve “Elim kırıldı” diyerek benden şikâyetçi olmuştu. Elinin kırıldığı doğruydu ama bana vururken kırılmıştı. Ben ona vurduğum için değil. Bu da onun benzeri bir durum ama vahim olan buradaki saldırganların mafya üyeleri değil, devletin polisleri olması ve savcının da dava açması. Bu tutum yaygınlaşırsa yakında çok ilginç şeyler görebiliriz. Mesela üzerine su sıkılan vatandaşlardan “su parası” istenebilir. Ödemeyenlerin evine haciz yollanabilir. Dövülen gençlerden ve memurlardan coplara verdikleri hasarın parası istenebilir. Vurulanlardan ise ölmelerine neden olan mermilerin paraları talep edilebilir. İleri demokrasi bir ülkeye zaten böyle gelir.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Karaktersizlik meziyet olmadığı zaman.

        Diğer Yazılar