Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Başbakan Erdoğan, dün bir grup gazeteci ve sivil toplum temsilcisini İstanbul’daki Başbakanlık Ofisi’nin toplantı salonunda yapacağı “basın toplantısı”na davet etti.

        Galiba 47 davetli vardı.

        Zannederim tamamı icabet etmiştir davete.

        Ben çağrılılar arasında değildim.

        Doğrusu orada olmak isterdim.

        Çünkü sormak istediğim çok şey vardı. Başbakan’ın seyahatlerinde manşete çıkan sözleri de genelde benim sorduğum sorular üzerine verilen yanıtlardır.

        Hatta son seyahatte önemli bir soruyu dile getiren Erdal Şafak, ardından bana dönüp, “Bu sefer sen yanma diye ben kendimi ateşe attım” demişti gülerek.

        Bu nedenle orada olmak isterdim.

        Katılımcı listesine bakınca “niye davet edilmediğimi” anladım.

        Benim ve başka birtakım gazetecilerin niye davet edilmediğini.

        Davet edilenler, özellikle son süreçte Başbakan’ın okumaktan keyif aldığı türde yazılar kaleme alanlardı.

        Bu toplantı da bir anlamda “ödül”dü. Listeyi yapan her kim ise, Başbakan’ı üzmeyenleri sevindirmek için bir liste hazırlamıştı. Bu liste aynı zamanda davet edilmeyenler için de bir mesaj niteliğindeydi.

        Elbette ki, Türkiye’nin bu önemli gündeminde ben de orada olmak isterdim.

        Ama “ödüllendirilmek” için değil, gazeteci olduğum için. Gazeteci olarak davet edileceksem koşa koşa giderim. Ödül olarak davet edileceksem ben almayayım.

        Dün yalar, bugün satar

        Bazı Emniyet mensupları ve kimi savcılar için “Paralel devletin adamı” suçlaması yapanlara, bazı savcılar için “Yargı mensubu değil çete mensubu” diye yazanlara, bunlarla ilgili hakaret dolu ithamlar kaleme alanlara bakıyorum ve kahkahalarla gülüyorum.

        Daha doğrusu eğleniyorum.

        Çünkü bunları yazanların tamamı, ama istisnasız tamamı....

        Daha düne kadar...

        Her fırsatta bu Emniyet müdürleriyle buluşup onlara “Abi şunları da gözaltına alsanıza” diye akıl veriyorlardı.

        Her randevu alabildiklerinde o savcılarla buluşup “Bak bunlar geçmişte şunları yaptılar. Bunlar hakkında da iddianame hazırlasanız, hazırladığınız iddianamelere bunların isimlerini de ekleseniz” diye ricada bulunuyorlardı.

        O savcılarla ve o Emniyet müdürleriyle yakınlıklarını büyük bir güç gösterisi gibi her yerde, her fırsatta herkese anlatıyor, “O benim özbeöz adamımdır. Bana sormadan adım atmaz. Atacağı her adımı bana söyler” diye o savcıların ve Emniyet müdürlerinin gücünü kendi güçleri gibi lanse ediyorlardı.

        O gün “k.çlarını yaladıkları” adamlar bugün “paralel devlet ve çeteci” oldular.

        Bu nedenle gülüyorum ve bekliyorum.

        Bugün yaladıklarını “Eee, o da çok ileri gitti” diye satacakları günü bekliyorum.

        Steril ortam

        Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, Habertürk Televizyonu’nda Erhan Çelik, Ruşen Çakır ve Fehmi Koru karşısında soruları yanıtladığı programı izledim.

        Allah biliyor ya, biraz hayal kırıklığına uğradım.

        Gül iyiydi, hoştu...

        Epeydir hasret kaldığımız “sakin siyasetçi” ya da “sakin devlet adamı” portresi çiziyordu.

        Her tarafa eşit mesafedeymiş izlenimi yaratmaya çalışıyordu, ama her tarafa aynı derecede eşit mesafede olmadığını da hissettiriyordu.

        İktidarın tezlerine daha yakındı ve aslında bu da normaldi. Oradan geliyordu.

        Fakat yine de Gül’de beklediğimi bulamadım. Gündeme ilişkin doyurucu değildi. Suya sabuna dokunmamaya özen gösterir bir hali vardı.

        “Steril ortamından” çıkmak istemiyor, elini hiçbir şeye bulaştırmamaya çalışıyordu. Bunun da bende bıraktığı izlenim şu oldu: “İyi bir insan ama lider siyasetçi değil.”

        Bilmiyorum, belki yanılıyorum.

        Belki biraz da böylesi gerek.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Elinin sıkışmasından korkanların elini taşın altına asla sokmadığını anladığımız zaman.

        Diğer Yazılar