Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BUNCA yıllık gazetecilik hayatımda şunu gördüm.

        Milletin cebine para giriyorsa, yolsuzluk molsuzluk kimse takmıyor.

        Niye biliyor musunuz?

        Çünkü bu memlekette yolsuzluğu ve hırsızlığı sorun edenlerin önemli bir bölümü işin "ahlaki temeli"ni sorun etmiyor.

        Sorun edilen "miktar".

        1 lira çalan, 2 lira çalana kızıyor.

        2 lira çalmayı başaran, 3 lira çalmayı başarana kızıyor.

        5 lira çalan, 10 lira çalana kızıyor.

        Çalan "şerefsiz" demiyor, "ondan fazla çalan"a diyor.

        Müteahhidin belediyeyle avanta lavanta ilişkisiyle imarı delmesine küfreden, kendi evine beş metrekare daha fazla yer yapabilmek için kırk takla atıyor.

        Kamu arazisinin işadamına ucuza verilmesine veya bedavaya dağıtılmasına öfkelenen vatandaş, yoldan bir metre çalıp kendi bahçesine eklemek için her şeyi yapıyor.

        Yolsuzluk yapan müteahhide küfreden vatandaşa, "Ama o müteahhit sana yüzde 10 indirim yapacak" de, koşa koşa gidip oradan ev alır.

        Herkes mi böyle?

        Değil elbet.

        Namuslu, onurlu, haysiyetli, ilkeli milyonlar var bu ülkede.

        Ama onların sesi soluğu pek çıkmaz.

        Çünkü koşuşturmaktan, işlerini doğru yapmaya çalışmaktan, ses çıkarınca başlarına gelecek beladan kurtaracak tanıdıkları olmadığından, kimseye yalakalalık yapacak halde olmadıklarından, doğru düzgün olmaya çalışmaktan başka bir işe ayıracak vakitleri kalmadığından ortalıkta görünmezler.

        Onlar sadece olan biteni izler, kendi gelecekleri için değilse bile çocuklarının geleceği için tedirgin olmaktan ve onların geleceğini de kurtarabilmek umuduyla daha fazla çalışmaktan başka bir şey yapamazlar.

        Akşam oturur iki kadeh parlatır, şimdilik bunu yapabildiklerine şükrederler.

        Ayar verici lazım

        GÜCÜ, serveti, iktidarı bulan erkek veya kadının edinmesi gereken tek bir şey vardır.

        Bir "ayar verici".

        Çünkü bunların tamamı "insanı bozar".

        Bir anda "sarhoş" oluverirsiniz.

        Çevrenizde yalakalar türer, bir "dalkavuklardan örülmüş duvarın" içinde hapsolursunuz, "gerçeklikle" bağınız kesiliverir.

        Bir süre sonra kendiniz de "hiç hata yapmayacağınıza", "her şeyi en iyi kendinizin bildiğine", "her şeye layık olduğunuza", "zevklerinizin mükemmel olduğuna", "kusursuz olduğunuza", "zekâda Einstein'ı solladığınıza", "en yakışıklı olduğunuza" inanmaya başlarsınız.

        Hatta bir gün kendinizi, bokunuzda boncuk ararken bile bulabilirsiniz.

        Yalakaların öyle güçlü bir etkisi vardır ki, olmayan boncuğu bile gördüğünüze inanırsınız sonunda.

        İşte bu yüzden "gücü, serveti, iktidarı" bulan herkese en lazım olan şey bir "ayar verici"dir.

        Sana her şeyi bilmediğini, her şeyden anlamanın mümkün olmadığını, zaman zaman yaptığın hataları, senden daha zeki insanların olabileceğini, bu ülkede Ahmet Mete Işıkara'nın veya Turgut Özal'ın bile "en yakışıklı erkek" seçildiğini, herhangi bir atığında boncuk olmayacağını anlatacak biri gerekir.

        Sizi kıskanmadığından, başarınızdan gurur duyan ama bunun kalıcı olmasını isteyen, sizi seven ve sizin sevdiğiniz biri olmalıdır bu "ayar verici".

        Yoksa yalakalar onun da ayağını kaydırırlar.

        Eğer bir ayar verici, ayaklarınız yerden kesildiğinde veya kestirildiğinde sizi yere bastırıcı biri yoksa yanınızda, ne güç sahibi olun, ne servet, ne de iktidar.

        Hiç iyi olmaz.

        En başta kendiniz için.

        Sonra da içinde bulunduğunuz toplum için.

        Madem kötüler, niye hâlâ görevdeler?

        EMNİYET'te hem deprem var hem tsunami.

        Binlerce polis görevlerinden alınıyor, başka görevlere atanıyor.

        Son baktığımda "görevden alınan ve başka yere atanan" Emniyet mensubu sayısı 5000'i geçmişti.

        Büyük bir ihtimalle "paralel devletçi" oldukları için.

        Yargıda da durum farklı değil.

        Ben ise bu durumda kafamda iki "BÜYÜK" soru işaretiyle dolaşıyorum.

        Birincisi, bu atamalar bu kadar hızlı bir biçimde yapıldığına göre "paralel olmayan devlet", Emniyet'te hangi polislerin "paralel devlete" mensup olduklarını biliyordu.

        Madem yıllardır bunu biliyordunuz, niye bugüne kadar bu yapılanmaya ses çıkarmadınız, niye göz yumdunuz, hatta niye "çanak tuttunuz"?

        İkincisi madem bu "paralel" emniyet ve yargı mensupları "ülke için tehlikeli", niye bir yerden alıp başka bir yere yolluyorsunuz? Yolladığınız yerlerde bunlarla muhatap olacak vatandaşlar "vatandaş" değil mi?

        Onların günahı ne?

        Demem o ki, bu işler böyle yapılmaz.

        Bunların varsa bir suçu, bir kabahati, bir eksiği, bir fazlası, bunlar belgelenir, bu kişiler "yargı karşısına çıkarılır".

        Ceza alır, meslekten atılır.

        Anladığım kadarıyla iktidar bu kişilere "bomba" gözüyle bakıyor.

        Peki o zaman bombayı kendi yakınınızdan uzaklaştırıp başkalarının evinin önüne bırakmak "devletçilik" mi oluyor!

        Milletvekili, iş takipçisi olmalı

        SEVGİLİ dostum Sırrı Süreyya Önder, Ayşe Arman'a konuşmuş.

        Demiş ki: "Milletvekilleri ikiye ayrılıyor. İşçi vekiller ve iş takipçisi vekiller."

        Doğrusu, ben "iş takipçisi vekil"e karşı değilim.

        Hatta bana göre tüm vekiller "iş takipçisi" olmalı.

        Seçildiği bölgenin vatandaşının, işçisinin, memurunun, bürokratının, esnafının, sanatkârının ve sanatçısının, işadamının işlerini takip etmek, onların önünü, yolunu açmak bir milletvekilinin işidir.

        Yanlış olan, milletvekilinin iş takibini "kişisel menfaat ve çıkarları" için yapması, bunun karşılığında "para veya kol saati" almasıdır.

        Ve iş takibini sadece belirli kişi ve zümre için yaparken, çıkarı olmayan vatandaşların işlerini bir kenara bırakmasıdır.

        Dalkavuğun bile zekisi makbul

        ESKİDEN dalkavukluk ciddi işmiş ve dalkavukların en önemli özelliği, zeki olmalarıymış.

        Şimdi o iş de ayağa düşmüş görünüyor.

        Bir milletvekili "dalkavukluk" yapacağım diye ortaya atıyor kendini ve Türkiye'nin dini hassasiyetlerini en fazla öne çıkaran Başbakan için "Allah'ın tüm vasıfları Sayın Başbakan'ımızda var" diyor.

        Dinde, bundan daha büyük bir yanlış mümkün değil.

        Başkası söylese "ipe çekerler".

        Hüseyin Çelik çıkıp düzeltmek zorunda kalıyor, "Öyle demek istemedi" diye.

        Sonra da iki "bilim adamı", sazan balıklarına Başbakan'ın ve eşinin isimlerini veriyor.

        Millet dalga geçmeye başlayınca, "Sayın Başbakan'la alakası yok, arkadaşlarımın isimlerini verdim" diyor.

        Diyorum ya, "dalkavukluk" zor iştir.

        Onun bile "zekisi" makbuldür.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Dün kötü dediğimize bugün sahip çıkmadığımız zaman.

        Diğer Yazılar