Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        DÜN TEOG sınavı rezaletini yazdım.

        Gerçi ÖSYM hangi sınavı yapsa rezalet çıkıyor altından yıllardır.

        Aslına bakarsanız Profesör Ünal Yarımağan'dan bir milyon, hatta bir milyar kere özür dilemem lazım. Ne olur beni bağışlasın.

        Hatırlarsınız belki, Ünal Yarımağan ÖSYM Başkanı iken ÖSYM sınavında bir hata oldu.

        Ünal Yarımağan'a, "Hocam oldu mu?" dedik.

        "Olmadı" dedi ve hemen istifa etti.

        Kuruluşundan beri ÖSYM'de görev almış, 6 yıl da başkanlığını yapmıştı.

        Sıfır hatayla.

        Tek bir hata yaptı. İstifa etti.

        Üstelik de işin uzmanıydı.

        Elektronik Mühendisi'ydi, ama bilgisayar profesörüydü.

        Yerine şimdiki başkanı buldular. Ali Demir'i. Profesör, tekstil mühendisi.

        Geldiği günden beri hatasız tek bir sınav yok.

        İstifa mı?

        Daha neler. Gayet memnun ve pişkin oturuyor yerinde.

        Daha da uzun süre oturur.

        Mesele Ali Demir, Veli Demir meselesi değil.

        Mesele gençlere, gençlerin eğitimine, geleceğine karşı bu kadar özensiz ve fütursuz olunması.

        Yeni bir Cumhuriyet kuruyorlar ya.

        Muazzam bir Cumhuriyet ve eskisiyle hesaplaşıyorlar ya.

        Bu da onun bir parçası herhalde.

        Peki o nefret ettikleri, kin kustukları, hakaret üzerine hakaret yağdırdıkları "Eski Cumhuriyet", gelecek nesilleri nasıl yetiştirmek istiyordu.

        Boş laf değil.

        Biyografiye bakalım.

        Önümde Türkiye'nin gelmiş geçmiş en büyük ekonomi tarihçisi Ord. Prof. Ömer Lütfi Barkan'ın bir kitabı var.

        Girişinde de biyografisi.

        Şöyle yazıyor:

        "1923 yılında İstanbul'da açılan Orta Öğretmen Okulu'nda bir yıl okuduktan sonra Edebiyat Fakültesi ve Yüksek Muallim Mektebi'ne girdi. Fakültenin Edebiyat Bölümü'nü 1927 yılında bitiren Barkan, lise öğretmeni olarak yetiştirilmek üzere Strasbourg Üniversitesi'ne gönderildi."

        4 yaşındaki Cumhuriyet, gelecek nesillerini yetiştirmek için, o yoklukta bir öğretmen adayını, bir lise öğretmenini yetiştirmek için Strasbourg'a yolluyor.

        O şimdilerde beğenmediğiniz Cumhuriyet.

        Barkan sadece bir örnek.

        O kadar çoklar ki!

        Ve o öğrenciler geliyorlar, Anadolu'nun çeşitli liselerinde öğretmenlik yapıyorlar o yıllarda.

        Mesela, Profesör Abdülbaki Gölpınarlı, Balıkesir Lisesi'nde öğretmen.

        O günden bugüneeee....

        O Cumhuriyet'i beğenmeyenler.

        Yeni kurulmakta olandan çok memnundur herhalde.

        Güle güle kullansınlar....

        Bu da bir profesörün mektubu

        "SEVGİLİ Fatih Bey;

        Sınav hatalarına, MEB saçmalıklarına ve sistem değişikliklerine bile isyan edemez şekilde düzenimiz bozuk ve tepkisiz olduk biliyorum.

        Ama bu son TEOG sınavının yürütmesinin durdurulması resmen ya kötü niyet ve farklı amaç ya da direkt kapasitesizlik nedeniyle ortaya çıkan bir durum.

        Bakın mahkeme süreci öncesi MEB'e hemen sınav ertesinde verdiğimiz dilekçeye bakanlık yetkilisince verilen yanıt da ekte.

        Şimdi bu insanların anlama sorunu mu var sizce, yoksa 'Biz gemimizi yürütelim, bu başvuranları da salak yerine koyan bir yanıt veririz susarlar' rahatlığı mı?

        Gayet açık olarak haksızlık olduğu ortada olan bir durumu hemen sınav sonrasında bu başvurularla düzeltsen bu rezalet olmayacak.

        Bu arada soru iptal edilen sınavda mazereti olan 46.000 çocuğu da hiç söz konusu etmiyorum. Bir tıp profesörü olarak iddia ediyorum, sınavın yapıldığı aralık ayında geçmiş yıllarda 8. sınıflarda raporlu olan öğrenci sayısını bir araştırırsanız ne hikmetse bu yıl sınav tarihinde hastalık insidansının 10 kattan fazla arttığını görürsünüz.

        İlgi çekici değil mi sizce?

        Yoksa çocuklarımızın dershane dedikodusu diye anlattıkları 'Bazı dershaneler öğrencilere, raporunuzu biz ayarlayacağız, sınava değil mazeret sınavına gireceksiniz, bildirimi yapmış" iddiası doğru mu?

        Prof. Dr. C.B."

        Başkanlık Sarayı mı, Başbakanlık binası mı?

        ANKARA'da Atatürk Orman Çiftliği arazisinde yeni bir Başbakanlık binası yapıldı, biliyorsunuz.

        Hani mahkeme "durdurma" kararı verdi de Başbakan çıkıp "Sıkıysa durdurun" dedi.

        O bina.

        Allah var, güzel bina oldu.

        Başbakanlığa öyle bir bina lazımdı. Ankara'da her birimi ayrı bir yerde, derme çatma binalar yetmiyordu Başbakanlığa.

        Ne var ki, dün bir haber okudum.

        Abdullah Gül görevi sona erdiği için, yıllardır ikamet ettiği Dışişleri Bakanlığı konutundan çıkınca, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Dışişleri konutuna taşınacakmış.

        Başbakan Erdoğan Cumhurbaşkanı seçilirse o da "Yeni Başbakanlık" binasındaki rezidansa taşınacakmış.

        Benim bundan anladığım şudur.

        Yeni Başbakanlık binası olarak inşa edilen bu bina, aslında Başbakanlık binası değil.

        Bu bina, Tayyip Bey'in Cumhurbaşkanı seçilmesi halinde "Başkanlık Sarayı" olacak.

        Başından beri "Beyaz Saray" benzetmesiyle yapılan bu bina böylelikle gerçekten de "Başkan"ın oturacağı "Saray" olacak.

        Ancak seçim bu, belli mi olur!

        De ki seçimi diğer adaylardan biri kazandı.

        İhsanoğlu veya Demirtaş.

        O zaman bu bina büyük ihtimalle Başbakanlık binası olacak.

        Anlayacağınız "adamına göre" bina durumu var.

        Tabii aynı şey Cumhurbaşkanı'nın tavrı için de geçerli.

        Erdoğan Cumhurbaşkanı olursa "Başkan" olacak, aktif olacak.

        Diğerleri seçilirse Cumhurbaşkanı olup pasif olacaklar.

        Hele bir aktif olmaya kalkışsınlar...

        Bugün "aktif Cumhurbaşkanı" isteyen medya onları parça parça eder.

        Galatasaray'dan yurt

        SEVGİLİ profesör ağabeyim Oğuz İmregün, yıllar önce Galatasaraylılar Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı diye bir vakıf kurdu.

        Yaşlı, yalnız, muhtaç durumdaki Galatasaraylıları çatısı altında barındıracak bir Galatasaraylılar Huzurevi yapmaktı gaye.

        O zaman 5 bin dolar civarında bir kaynak ve 5 dükkânlık bir mal varlığıyla kurulan vakıf, başta rahmetli Anıl Büyükeroğlu ve Hayrettin Tuğal'ın çabalarıyla Florya'da şahane bir Galatasaraylılar yurdu inşa etti.

        Her biri en az 17 metrekarelik 78 odalı, 117 yataklı bir ev.

        Galatasaraylılar cüzi bir miktar karşılığı yaşlılıklarını bu evde geçirebilecekleri gibi, yaklaşık 35 muhtaç Galatasaraylı da burada ücretsiz kalacak.

        Kapasite Galatasaraylılarla dolmazsa, dışarıya da açılınacak.

        Bana göre bu yurdun en önemli özelliği şu:

        Hayata birlikte başlayıp çocukluk ve ilk gençliklerini ve belki de hayatlarının en mutlu dönemini bir arada geçiren Galatasaray mensupları, hayatlarının son döneminde de birlikte olacaklar.

        Kapı, isteyen her Galatasaraylıya açık.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Ne kadar eğitim, o kadar gelişmişlik olduğunu anladığımız zaman.

        Diğer Yazılar