Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ALMAN düşünür Karl Marx, 1852’de yayınlanan “Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i” kitabının girişinde bir başka Alman düşünür Hegel’den bir alıntı yapar.

        Aynen şöyle der:

        “Hegel, bir yerde, şöyle bir gözlemde bulunur: Bütün tarihsel büyük olaylar ve kişiler, iki kez yinelenir. Hegel eklemeyi unutmuş: İlkinde trajedi, ikincisinde kepazelik olarak.”

        Hegel’in söylediği bize yabancı değil: Tarih tekerrür eder.

        Marx’ın eklemesi ise daha iyi: İlkinde trajedi, ikincisinde kepazelik olarak.

        Türkiye, geçmişte Arap milletlerine güvenerek bir maceraya girişti.

        Yıllarca parçası olmak için çabaladığı, savaşlarla girdiği Avrupa’dan ve Batı’dan dışlanmaya başlayınca “İslamcılık”ı ön plana çıkararak Arap uluslarıyla işbirliği yapıp Batı dünyasına karşı güçlü olmayı denedi.

        Bu politikayı başlatan Abdülhamid’di, ama zirveye taşıyan İttihat ve Terakki’nin İslamcı kanadı, uygulayıcısı ise Enver Paşa oldu.

        Sonrası zaten malum.

        “Din kardeşi” olarak sarıldığımız Arap milletleri, teker teker Batılı ülkelerle anlaştılar, ilan ettiği sözde “cihat”ta Türkiye’nin değil, Batılı ülkelerin Türkiye’ye karşı ilan ettiği savaşta Batı’nın yanında yer aldılar.

        Bunun sonucunda Türkiye, Arap Yarımadası’nı kaybetti. Suriye Fransızların, gerisi İngilizlerin oldu.

        Enver’in hiç sevmediği ve hep küçümsediği Mustafa Kemal adındaki bir paşa ortaya çıkmasa, Enver’in yarattığı trajedinin boyutları daha da büyük olabilirdi.

        Mustafa Kemal Paşa, en azından Anadolu’yu ve Trakya’yı elimizde tutmamızı sağladı.

        Enver Paşa’nın akıbeti ise İslamcılıktan umduğunu elde edemeyince sarıldığı Turan rüyasıyla Orta Asya’da son buldu.

        Şu anda herkesin gördüğü şu ki, Türkiye “yeni bir Enver Paşa” hayalciliği içinde Ortadoğu’da birtakım oyunlar oynamaya çalışıyor.

        Aynen Hegel’in dediği gibi “tarihteki olaylar ve kişiler 2. kere tekrarlanıyor”.

        Ve ne yazık ki, Karl Marx’ın dediği gibi ilki bir “trajedi” ile sonuçlandı.

        Şimdi koşar adım kepazeliğe doğru gidiyoruz.

        NOT: Marx’ın kitabı, Napolyon Bonaparte ile yeğeni Louis Bonaparte arasında yapılmış bir kıyaslamadır. Napolyon Bonaparte’ın yaptığı darbe ile yıllar sonra yeğeni Louis tarafından yapılan iki darbenin kıyaslaması.

        NOT 2: Brumaire, Fransız Devrimi’nden sonra ilan edilen bir takvime göre sonbaharın 2. ayıdır. Genel olarak ekimin son haftası ile kasımın ilk üç haftasına tekabül eder. 18 Brumaire ise Napolyon Bonaparte’ın darbe yaptığı gündür (9 Kasım 1799).

        Kızdığına benzersin

        ÇOK sevdiğim bir arkadaşım vardır, ismi lazım değil.

        40 küsur yıllık arkadaşım.

        Tanıştığımız yıllar boyunca “babasından nefret etti”.

        Asla yıldızları barışmadı.

        Babasının baskıcılığından yakındı, babasının kendisini ifade etmesine asla izin vermediğinden yakındı, babası yüzünden kişiliğini ortaya koyamadığından yakındı, babasının olaylara yaklaşım biçiminin yanlışlığından yakındı, aradan yıllar geçti babasıyla birlikte çalışmaya başlayınca babasının işine karışmasından yakındı, babasının iş yapma yönteminden yakındı, babasının çalışanlara tavrından yakındı. Ona göre babası “yanlış adamdı” ve “hep yanlış yapıyordu”.

        Arkadaşım şimdi 53 yaşında.

        Ve şimdi babasının bir kopyası.

        Her gördüğümde kendisine de söylüyorum, “Adama demediğini bırakmadın, sonunda kopyası oldun çıktın” diye.

        Arkadaşımı sizlere anlatmak gibi bir derdim yok elbette.

        Bunu yazmamın sebebi şu:

        Bugün Türkiye’nin geldiği noktaya bakınca arkadaşımı hatırlıyorum.

        Açıklamalara, olaylara gösterilen tepkilere, konuların ele alınış biçimlerine baktıkça hep babasına sövüp sövüp ona benzeyen arkadaşım geliyor.

        Türkiye’yi yönetenlerin, daha doğrusu Türkiye’yi yönettiğini zannedenlerin açıklamalarına bakıyor, aklıma hep 1980’ler, 1990’lar geliyor.

        Hedef Suriye miydi, Türkiye mi?

        ERTUĞRUL Özkök’ün Le Monde’dan alıntılayarak yazdığına bakılırsa Fransa gizli gizli Beşar Esad’la görüşmeler yürütüyor ve Ortadoğu’da yeni dönemde Esad’la işbirliği yapıyormuş.

        Le Monde bu görüşmelerin verilerini ve somut sonuçlarını da yazmış.

        Ortadoğu’daki oyundan dışlanan Fransa, belli ki oyuna yeniden bir yerinden girmeye çalışıyor.

        Benim merak ettiğim ise şu:

        Türkiye çok uzun süren bir “düşmanlığın” ardından, AK Parti iktidarıyla birlikte Suriye ile olan buzları eritmişti.

        Beşar Esad zırt pırt Türkiye’ye geliyor, bizimkiler zırt pırt Suriye’ye gidiyordu.

        Ortak Bakanlar Kurulu toplantıları yapılıyordu.

        Dönemin Başbakanı Erdoğan, Esad’a “Kardeşim” diyor, Emine Erdoğan, Esma Esad’ın elinden tutuyordu.

        İki ülke arasında dünyada başka hiçbir iki ülke arasında olmayacak kadar yakın ve sıkı bir ilişki vardı.

        Bu kadar yakın bir ilişki, olsa olsa Kıbrıs Rum Kesimi ile Yunanistan arasında olabilirdi.

        Suriye’nin başında Türkiye’den gönderilmiş biri olsa, hatta Başbakan’ın kardeşi olsa bu kadar yakınlık olabilirdi.

        Sonra birdenbire ne olduysa oldu.

        Amerika, Suriye’yi yeniden düşman ilan etti.

        Türkiye biraz mırın kırın ettikten sonra Suriye’ye Amerika’dan daha düşman bir tavır içine girdi.

        “Esad rejimi devrilmeli” diye hançereler yırtılmaya başlandı.

        Benim anlamadığım ise şu oldu:

        “Suriye’nin başına kim gelse Esad’dan daha yakın olacaktı?”

        Muhtemelen hiç kimse.

        Bizimkilerin çok sevdiği ve istediği Müslüman Kardeşler bile Esad kadar yakın olamazdı.

        İstese de olamazlardı; çünkü birbirine daha yakın iki şey, ancak iç çamaşırımızla pantolonumuz olabilirdi.

        O kadar yakındık.

        Şimdi Türkiye’nin bıraktığı boşluğu başkaları dolduruyor, biz de IŞİD ve PKK ile uğraşıyoruz.

        Acaba diyorum Amerika Beşar Esad’a “cephe” açarken asıl maksadı Türkiye'yi zora sokmak mıydı!

        Bırakın bu komplo kompleksini

        4 günlük ayaklanmanın faturası da CHP’ye kesildi ya, inanamıyorum.

        Hükümet yazarları, “Olayların arkasında CHP var” diye açık açık yazıyorlar.

        Yahu CHP o bölgede sokağa dökülen insanların yarısı kadar oy almıyor.

        Ne CHP’si!

        CHP diyemeyenler de “Provokatörler var” diyor. Arkasında hükümete karşı bir komplo arıyor.

        Eee, varsa var.

        Niye meydan veriyorsunuz provokatörlere.

        Eğer her şey sizin dediğiniz gibi hükümete karşı komploysa 2001 yılında devrilen hükümete karşı komplo kurulmadığını nereden bilelim.

        Ya o da komploysa.

        Ya o hükümeti devirmek ve yerine AK Parti’yi geçirmek için bir komplo kurulduysa.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Dersini çalışmayan politikacıların ülkenin sınıfta kalmasına neden olduğunu anladığımız zaman.

        Diğer Yazılar