Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İnsanın böyle ortamlarda ''Dilim kurusun, kalemim kırılsın'' diye kendine beddua edesi geliyor...

        Ama ne çare, eğer taraflardan biri veya ikisi birden 'barıştan vazgeçme' kararı vermişse, hoşumuza gitmese bile, bunu duyurma görevi yine bizlere düşüyor...

        Dün burada yazdım: Son yaşananlar 'barış süreci'nden en fazla yararlanan taraf olan PKK'nın strateji değişikliğine gittiğini akla getiriyor. Şimdilerde Kobani'de varlık-yokluk mücadelesi verdiği IŞİD'in bölgede uygulayageldiği, kendisi gibi düşünmeyenleri sindirme, ürkütme ve korkutma yoluyla yerlerinden etme yöntemini, PKK'nın Türkiye içinde taklit ettiği görülüyor da ondan...

        6-8 Ekim tarihlerinde 40 kişinin canını alan bir kalkışma gerçekleştirdiği yetmezmiş gibi, Hakkari/Yüksekova'da çarşı iznine çıkmış üç askeri arkasından vurarak öldürdü PKK... Bunlara ek olarak, patlayıcı yüklü bir askeri kamyonu da kaçırdı... Bu eylemler ülkenin dört bir tarafında yaşayan insanların öfkelerini arttırsa da, en çarpıcı etkiyi, Doğu ve Güneydoğu Anadolu kentlerinde yaşayanlar hissetti.

        Ürktüler...

        PKK strateji değişikliğine gitti de, sürecin öteki tarafı, yani hükümet, aynı yerde durmayı sürdürüyor mu?

        Galiba hükümet de durumun farkında ve orada da bir çizgi değişikliği kendini hissettiriyor.

        Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın PYD'yi PKK'nın yanına yerleştiren ve her ikisini 'terörist' olarak yaftalayan, Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun erlerin şehit edilmesinden doğrudan PKK'yı suçlayan, hükümet sözcüsü Bülent Arınç'ın İmralı'da sekretarya oluşturulacağına dair söylentilere cevabında Abdullah Öcalan'ın durumunun iyileştirilmesine iyi gözle bakılmayacağını belli eden söylemleri, buna işaret sayılabilir.

        Belli ki, devlet adına konuştuklarını varsaymamız gereken siyasi yetkililer, son gelişmeleri politika değiştirmeyi gerektirecek ciddiyette görmekte.

        'Üst akıl' ile Washington'a yapılan sitemi de bu çerçevede değerlendirmek şart.

        Kobani'de IŞİD kuşatmasına uğrayan Suriye Kürtleri, yani PYD, bu durumlarını, bir yandan

        kendilerine ters bakan Mesud Barzani ile yakınlaşma ve Washington'la adeta 'ittifak' ilişkisine dönüştürme vesilesi yaparken, bir yandan da PKK'nın Türkiye içerisinde elini güçlendirmek için kullandı.

        Şu anda, dengeler, 'çözüm süreci'ni bir 'Türk-Kürt barışı' için hayati önemde görenlerin bakış açısından hayli değişmiş görünüyor...

        Dengelerin değiştiği fark edilmeye başlayınca, hükümetin dili de değişti.

        PKK, Kürt-olmayan bölge insanlarını ürküten eylemlerini artırır mı?

        Ne yazık ki, bütün göstergeler, bu soruya ''Evet'' cevabı vermeye zorluyor. HDP'nin eylemleri kınamak yerine hükümeti suçlamayı yeğlemesi, bunu yaparken de 'misilleme' gibi ilkel bir gerekçeyi akla düşüren bir dili benimsemesi hayrete yol açtı.

        İmralı'dan eylemlerin durması için verilmiş 15 Ekim tarihinin eylem başlatma tarihine dönüşmesi de cabası... Bu durum, süreçle birlikte önemi artan Abdullah Öcalan'ın tabanı tarafından dinlenmediği veya iki dilli olduğunu düşündürdü.

        Her iki ihtimal de, hükümeti, PKK'nın strateji değiştirdiği sonucuna götürdüyse buna şaşırmamak gerekiyor.

        Süreç açısından en kritik döneme ya girildi, ya da girilmek üzere... Sürecin taraflarının, hem PKK'nın hem de hükümetin, dönüşle birlikte ortaya çıkacak olan tablo üzerinde çok iyi düşünmesi şart...

        Özellikle de tavır değişikliği dışarıdan teşvik gören PKK yeni stratejisinin maliyetini iyi hesap etmeli.

        Diğer Yazılar