Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        HAYLİ zaman oluyor. O zamanlar sıkça çıktığım Washington seferlerinin birinde, Pulitzer ödüllü gazeteci Seymour Hersh’le bir açık hava kafesinde laflarken tanışmıştım James Risen ile. O da Pulitzer ödüllü bir gazetecidir ve New York Times’ın savunma muhabiridir. Hersh’ün, genç meslektaşı bana tanıştırırken “Jimmy boy” diye hitabı, hâlâ kulaklarımda.

        Risen o günlerde çok konuşulan “State of War” (Türkçe’ye “Savaş Devleti: Bush Yönetimi ve CIA’nın Gizlenen Tarihi” adıyla çevrildi) kitabını yeni yayımlamıştı (2006).

        “Jimmy boy”un başı bir süredir o kitabı yüzünden dertte...

        Kitabın en geniş bölümü, İran’ın nükleer çalışmalarını sabote etmek için CIA’nın hazırlayıp uygulamaya koyduğu bir “gizli plan”ın deşifresine ayrılmıştı. Amerikan yargısı, Risen’i o bölümde kullandığı belgelerin kaynağını açıklamaya zorluyor; o da direniyor. İstihbaratçıların zorlamasıyla, Amerikan yargısı, Risen’in direncini kırmak için cezaevinin kapısını açık tutuyor.

        Yargı kaynağın kim olduğunu biliyor aslında: CIA’da çalışmış ve gizli belge sızdırdığı iddiasıyla yargılanan Jeffrey A.Sterling... Risen’e karşı yargı süreci de, zaten Sterling’in yargılandığı davada tanıklık etmeye direndiği için açıldı. Adalet Bakanlığı koltuğunda oturan Eric Holder’in “Ben bu makamda olduğum müddetçe tek bir gazeteci hapse girmeyecek” kararlılığı olmasa, Risen çoktan cezaevine düşmüştü.

        Amerikan Anayasa Mahkemesi de Risen’in “basın özgürlüğü” çerçevesinde yaptığı başvuruyu reddetti çünkü...

        New York Times, yargılanan muhabirini, bir hukukçular ordusunu savunması için seferber ederek desteklediği gibi, Amerika’daki insan hakları örgütleri ve gazetecilik kuruluşları da James Risen’in yanında saf tutuyor.

        Basın özgürlüğü söz konusu olduğunda, yargılanan gazetecinin ideolojik kimliği önemsenmiyor ABD’de; tam tersine, örgütler tek yumruk halinde özgürlüğe sahip çıkıyor.

        Hersh ile başlayıp Risen ile devam etmemin sebebi, hakkında tutuklama kararı verilen Mehmet Baransu’ya sözü getirmek... Koca bir bavul dolusu belgeyi savcılara teslim ettiği gün çekilmiş fotoğrafıyla zihinlere kazınmış Baransu, kendisine iletilmiş belgelere dayanarak yaptığı yayınlarla, Ergenekon ve Balyoz gibi davaların açılmasını ve sürdürülmesini sağlamıştı.

        Farklı gerekçeler gösterilse bile tutuklanmasının mesleki faaliyeti sebebiyle olduğuna kuşku yok.

        Dün gazetelere baktım, meslektaşlarından fazla bir destek görmüyor Mehmet Baransu. Destek verenler de, sorunun özü olan basın özgürlüğü yönünü bırakmış, kendi tavırlarını savunuyorlar.

        Oysa geçmişte yapılmış etik hatalara takılmanın şimdi anlamı yok...

        Bir gazetecinin mesleki faaliyeti yüzünden hapse düşmesi, temel bir özgürlüğün ihlali anlamına gelir ve yol açıcı olumsuz bir etkisi olur. ABD’de Risen’i aşırı bulanlar bile, o hapse düşmesin diye, ellerinden gelen desteği esirgemiyorlarsa, şundandır: Haberleri veya yazıları yüzünden gazetecinin hapsedilmesi, halkın haber alma özgürlüğünü ortadan kaldırabilir.

        Elbette bizdeki destek gönülsüzlüğünün arka planını görebiliyorum. Onun ve içinde yer aldığına inanılan yapının da deşifre ettiklerinden farklı bir amacı bulunmadığına inanılıyor; yayınları bu sebeple bir gazetecilik faaliyeti gibi değil, örgütsel bir faaliyet olarak görülüyor.

        Öyle de görülse, hatta gerçek öyle olsa da, gazetecilerin kendi aralarında yürütecekleri -ve zaten yürüttükleribir etik tartışmasının arasına, cezaevi tehdidiyle yargı asla girmemelidir.

        Hersh’e ve Risen’e sorulsa onlar da buna “Doğru” diyeceklerdir.

        Diğer Yazılar