Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Hani, gözünüzün önünde cereyan eden bir olayı sanki geçmişte aynıyla yaşadığınız hissine kapılırsınız ya...

        Fransızca’dan ödünç bütün dillerde “deja vu” deniliyor bu duyguya...

        Rus uçağının düşmesi üzerine baş gösteren gelişmeler de bana, “Biz bu filmi daha önce görmüştük” hissini yaşatıyor...

        Esad’ı sürekli kollayan Putin’in uçak düşürme olayının akabinde başlatıp günümüze kadar sürdürdüğü tehditkâr açıklamalar... Türkiye ve Rusya dışişleri bakanları görüşmesinde Lavrov’un takındığı tavır... Rus medyasında yapılan yayınlar... Boğazlar’dan Karadeniz’e geçen bir gemide omzuna uçaksavar füzesi yerleştirmiş Rus askeri görüntüsü...

        Hepsi, evet hepsini daha önce görmüş gibiyim.

        Hatta Rusya’nın bu saldırgan tavırları üzerine, Türkiye’nin, daha önceleri kaçınmaya çalıştığı askeri mükellefiyetler üstlenmesini bile...

        Aslında gözlerimle görmenin mümkün olmadığı bir geçmişte yaşandı benzer olaylar... Sovyetler’in 2. Dünya Savaşı’ndan ittifak ülkeleriyle birlikte galip çıkması, Avrupa ve Ortadoğu’nun, Yalta’da, galip güçler arasında nüfuz alanlarına yeniden bölündüğü günlerde...

        1945 ve sonrasında...

        Sovyetler Birliği’nin Karadeniz kıyısındaki tatil kenti Yalta’da, Franklin Roosevelt (ABD), Winston Churchill (İngiltere) ve Josef Stalin (Sovyetler Birliği) arasında imzalanan anlaşmanın toplantısı 1945 yılı şubat ayında yapılmıştı. Stalin, 19 Mart 1945’te, Dışişleri Bakanı Vladislav Molotov’a, Türkiye’ye Montreux’nün şartlarını yeniden görüşmeyi istediklerine dair bir nota yazdırdı. Arzusu, Boğazlar’ın savunulması için kendilerine üs verilmesiydi.

        Orada da kalmadı Ruslar; Molotov Türkiye’nin Moskova Büyükelçisi Selim Sarper’le yüz yüze görüşmesinde, iki ülke arasındaki 1925 tarihli saldırmazlık anlaşmasının süresini uzatmayacaklarını bildirdi.

        Ankara daha bu talepleri sindirememişken, Büyükelçi Sarper’i 7 Haziran 1945 günü yeniden bakanlığa çağıran Molotov, Moskova Antlaşması’nın (1921) değiştirilerek, Türkiye sınırları içerisindeki Kars ve Ardahan’ın Sovyetler Birliği’ne bırakılmasını istedi.

        Türkiye’yi rahatsız eden bu taleplere ABD ve İngiltere’nin ilk elde sessiz kalması dikkat çekiciydi.

        İttifak devletleri (İngiltere, Sovyetler Birliği ve ABD) arasındaki cicim ayları çıkar çelişkileri sebebiyle sona erip soğuk savaş başlayınca durum değişti. Batı Bloku, Sovyetler Birliği ile en geniş sınırlara sahip, Sovyet nüfuz bölgesine dönüşmüş Orta Asya cumhuriyetleri ile kardeşlik bağları bulunan Türkiye’yi yanında görmek istiyordu.

        Kayıtsız şartsız...

        Moskova’nın Kars ve Ardahan’ı sınırlarına katma ve Boğazlar’ı birlikte yönetme arzusuna muhatap Türkiye, çıkış yolunu Batı’da aradı doğal olarak....

        Askerlerimizi Kore’ye göndermeyle sonuçlanacak NATO’ya üyelik macerasına böyle atıldık.

        Öncesinde, ilk demokratik seçimin (1950) yapılmasına ve seçim yoluyla iktidarın değişmesine de aynı gerekçeyle gitti Türkiye: Batı Bloku içerisinde yer alabilmek için...

        Türkiye, Rusya sayesinde demokrasiye kavuştu.

        Sovyetler Birliği’nin, ABD’nin “tek nükleer güç” olma imtiyazına son vermesi, nüfuz alanını genişletmek için seferberlik başlatması ve İslam dünyasını hedef seçmesi, NATO’ya almakta tereddüt ettiği Türkiye politikasını değiştirmeye sevk etti Washington’u...

        BM’nin davetiyle Kore’ye asker gönderdik, ardından NATO üyelik talebimiz kabul edildi.

        Putin de Stalin’in yolunda bugün; Türkiye ise kısa süre öncesine kadar birlikte olabileceğini düşündüğü Rusya ile arasına mesafe koymaya, Suriye ve Irak’a karadan müdahaleye hazırlanmaya başladı.

        “Deja vu” mu dersiniz buna, yoksa “Biz bu filmi daha önce görmüştük” mü dersiniz?

        Diğer Yazılar