Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        AJANSLAR “Paralel operasyonunda ikinci dalga” başlığıyla duyurdu yeni gözaltıları: Yeni dalgaya yakalananlar, çeşitli illerde görevli 33 polis şefi... Bilenler, günlerden beri, “Arkası gelecek” yollu açıklamalar yapmaktaydı zaten; belli ki dün gerçekleşen, beklenenin bir kısmı...

        Gözaltına alınacakların sayısını 500 olarak gören de, rakamı 500 bine çıkaran da var... 500 bin rakamını telaffuz eden savcının bugünlerde yaşananları 12 Eylül (1980) dönemindeki devlet refleksiyle mukayese ettiğini Habertürk’te okumuş olmalısınız.

        Kötü bir benzetme. 12 Eylül’de devlet refleksine muhatap olarak cezaevlerini boylayanlar, yurtdışına kaçanlar, görevlerinden atılanlar, yıllar sonra da olsa gasp edilen haklarını geri aldılar; o dehşetli günleri ülkeye yaşatanlar ise, şu yakınlarda, ileri yaşlarında olduklarına bakılmaksızın ağır cezalara çarptırıldılar...

        “Teşbihte hata olmaz” denir, ama 12 Eylül ile bugün arasında mukayesede olduğu gibi, bazen kurulan benzerlikler vahim bir hataya dönüşebiliyor...

        Benzer bir hata da, Cemaat ile mücadelede kararlılığı ifade etmek için kullanılan “Cadı avı ise cadı avı” cümlesiydi. “Cadı avı” kavramının zihinlerde uyandırdığı çağrışımlar hiç de sevimli olmadığı için...

        McCarthy’nin ABD’ye dehşet saçtığı yıllar literatüre kazandırmıştı o kavramı... Oysa Türkiye’de şimdilerde yürütülen, iddia boyutunda ciddi bir operasyon: Demokratik yolla seçilmiş bir hükümete karşı, görevi o hükümetin icraatına yardımcı olmaktan ibaret bir bürokrat grubun, yasalara aykırı girişimleri...

        “Resmi evrakta sahtecilik” ile başlayıp “görevi suiistimal” ile devam edebilecek birtakım eylemler soruşturma konusu yapılıyor. Dinlemeler devletin ileri gelenlerini de içerdiğinde, “gizlilik” özelliği bulunan bazı yurtdışı görüşmeler yüzünden, savcıların konuya “casusluk” açısından yaklaşmaları da mümkün.

        Türkiye siyasete dış müdahaleler bakımından deneyimi hayli zengin bir ülke. Dört askeri müdahale yaşadık; niyet safhasında kalmış veya çeşitli sebeplerle sonradan vazgeçilmiş sayısız müdahale girişimi olduğu da biliniyor. AK Parti’nin 12 yıllık iktidarı boyunca karşı karşıya kaldığı ve sonuncusu 2008 yılı başında Anayasa Mahkemesi eliyle kapatılma davasına kadar vardırılmış tacizler bile göz açıcı.

        Operasyona muhatap edilen kişilerle ilintilenen Cemaat’in, vaktiyle yakın durduğu hükümeti ve özellikle Başbakan Tayyip Erdoğan’ı artık iktidarda görmek istemediği düşünülüyor. Ancak bunu, devlette görevli bağlılarını bir örgüte dönüştürerek yasadışı yollarla hükümeti devirme girişimine kadar vardırdığı henüz bir “iddia” durumunda...

        Mahkemelerin karar vermesi gereken bir iddia.

        Cemaat türünden yapılanmaların girişimleri ile askerlerin müdahalelerini eşdeğerde görmek, askeri vesayeti sona erdirmek için kullanılan yöntemleri şimdilerde de uygulamaya koymak acaba doğru mu? Suç işlemiş olanların peşine düşmek yerine böyle bir örgütün veya örgütlenmenin farkında olmayan kitleleri tedirgin edecek tavırlar sergilemek? Gücü olmadığı için gönlünden geçirse bile hükümete zarar veremeyecek sıradan insanları hedef almak?

        Bence doğru değil.

        Doğru olan, devletteki konumlarını istismar etmiş kişilerin işledikleri suçlar varsa onların ve onları yönlendirenlerin üzerlerine gitmek, ancak bunu da geniş kitleleri rencide etmeden yapmaktır...Doğru dürüst insanlar, yanlışa bulaşmışları kendiliklerinden terk ederler zaten...

        Çizgiyi doğru yerden çekmenin bir yol bulunmalı.

        Diğer Yazılar