Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        TÜRKİYE’de siyasetin normalleşmesi dileğinde bulunan tek kişi ben değilim; beyaz sayfa açmak isteyen isteyene... Umarım, ülkemiz, muhataralı bir dönemde, başarıyı istikrarda arayan bir siyaset anlayışına sonunda kavuşur.

        Galiba bu yolda ilk açılımı, siyaset-medya ilişkisinde gerçekleştirmek ve Türkiye’yi “basın özgürlüğü alanında özürlü ülke” görüntüsünden kurtarmak gerekiyor.

        Maalesef ülkemizin öyle bir görüntüsü var. Ülkeleri değerlendiren uluslararası kurumlara göre, Türkiye, basın özgürlüğü alanında ayıplı sayılıyor. Adını Türkiye ile yan yana görmek istemeyeceğimiz pek çok ülke bile, sıra basın özgürlüğüne gelince, önümüzde sıralanıyor.

        Önceleri hapiste bulunan gazeteciler yüzündendi bu, şimdilerde başka kusurlar büyütülerek aynı sonuç alınıyor.

        Ekonomik performansı ölçen kuruluşları bile etkiliyor bu durum.

        Ahmet Davutoğlu’nun Başbakan, Yalçın Akdoğan’ın basınla ilgilenen Başbakan Yardımcısı, Beşir Atalay’ın AK Parti’nin medyayla ilişkilerden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı olduğu bir siyasi zeminde, bu yanlış görüntünün birkaç fırça darbesiyle düzelebileceği kanaatindeyim.

        Yetkili konumdaki üç siyaset adamının akademik kökenli olması ve “yazarlık” geçmişleri bulunması umudumu artırıyor.

        Basınla bir araya gelişlerde davetlilerin her eğilimden gazete ve televizyonu kapsayacak biçimde geniş tutulmasına itinayla işe başlanabilir. Başbakan ile yardımcısının son basın buluşmaları bu hassasiyete riayet etme titizliğini yansıtıyordu; ama davetli halkası Cumhuriyet ve Yurt gibi gazetelere kadar genişletilse daha iyi olacak...

        Siyasilerin medyaya bakışlarında yeni bir standarda erişmeleri beklentisine medyanın da bazı alışkanlıklarından vazgeçerek cevap vermesini bekleyebilir miyiz?

        Ülkede var olan eğilimler elbette medyada da temsil edilecektir. Her şeyi toz pembe gösteren bir medya bloku hiçbir ülkede görülmez; icraatları alkışlayanlar kadar beğenmeyen ve eleştirenler de mutlaka bulunur. Bulunmalıdır da. Tek seslilik, farklı ses ve renklerden yoksunluk toplumu yanlışa sürükler. Basın özgür olmalı ve bu özgürlüğünü doya doya kullanmalıdır.

        Tepe tepe değil ama...

        Her meslekte olduğundan daha fazla basın mesleğinin belirlenmiş kuralları vardır; etkisi yüzünden... Meslek kuruluşlarının kabul ettiği ilkeler yanında, hemen her medya grubu da, kendi içinde uyulmasını şart koştuğu ilkelere sahip... O ilkelerle basının özgürlük alanını düzenleyen yasalar arasındaki mutabakat, ülkedeki medya düzenini oluşturur.

        Mahremiyete tecavüzden, hakaretten kaçınmak, gerçekleri çarpıtmaya başvurmamak, nefret suçu kapsamına girecek, kişilik haklarına saygısızlık anlamına gelecek yayınlara yüz vermemek, doğru olmayan haberlere gönderilen düzeltmeleri geciktirmeden yayınlamak...

        Bu genel ilkelere riayet eden bir medya, siyasetten gelebilecek müdahaleler karşısında kendisini daha güçlü bulur.

        İktidardan beklediğimiz özgürlük açılımı medyadan da ilkeler konusunda hassasiyete riayetle dengelenebilirse, önümüzdeki günler, ülkemiz açısından özlenen bir döneme dönüşebilir.

        Daha ne istiyorlar?” diye soran devlet yöneticileriyle “Ne yani, bunu da mı yazmayacağız?” diye soran gazeteciler arasında bir denge, hiç kuşkusuz, bizde de bulunabilir. Her şeyin kimseden çekinilmeden yazılabildiği, buna karşılık hakkında olumsuz haberler yayımlanan, yaptıkları kıyasıya eleştirilen kişilerin bile yayınları haksız bulamayacağı bir medya düzeni imkânsız değildir.

        Evrensel kuralı bir kez daha hatırlatayım: Her özgürlük onu kullanana sorumluluk da yükler; buna karşılık, alanı daraltılan özgürlükler iktidarların hareket alanını da daraltır...

        Var mıyız; bunu gerçekleştirmeye var mıyız?

        Diğer Yazılar